Basını baskı altına almaları yetmedi şimdi gazetelerin haber değerlendirmesine karışıyorlar. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Suriye’deki katliam iddialarını manşet yapmayan Hürriyet’e çatıyor ve aşağılıyor:
- Size kim baskı yaptı, Esad yönetiminden mi baskı var?
Gazeteleri zapturapta almakta Nazi Almanyası güzel örnektir...
William Shirer, “Nazi İmparatorluğu” kitabında anlatıyor: (S. 319)
“Berlin’de çıkan gazetelerin yazı işleri müdürleriyle Almanya’nın başka şehirlerinde çıkan gazetelerin muhabirleri her sabah Propaganda Bakanlığı’nda toplanırlardı. Orada Dr. Goebbels kendilerine ya da yardımcılarına hangi haberlerin yayımlanacağını, haberleri nasıl yazacaklarını, nasıl başlık atacaklarını, ne gibi kampanyaların açılacağını ve nasıl bir başyazı yazılacağını anlatırdı. Herhangi bir yanlış anlamayı önlemek üzere de sözle anlatılana ek olarak yazılı bir günlük emir verilirdi. Şehir dışındaki küçük gazetelerle dergilere bu emirler telgrafla veya mektupla ulaştırılırdı.”
Alman Basın Odası Başkanı Max Amann, istediği zaman bir gazeteyi ya da dergiyi resmen kapatabiliyor, kapattığı yayını ucuz bir fiyata satın alabiliyordu... Eher Verlag kısa zamanda dev bir yayın
Suriye’deki muhalefet grupları Esat yönetiminin Şam’ın bazı bölgelerinde kimyasal silah kullandığını iddia ettiler. Gazetelerde dehşet verici fotoğraflar yayımlandı. Ortada tarihe geçecek bir insanlık suçunun olduğuna kuşku yok... Ama bu katliamı kimin tezgâhladığı konusunda bazı kuşkular var.
Suriye yönetimi ile birlikte İran ve Rusya muhalifleri suçluyor...
Bir BM heyetinin kimyasal silah denetimi için Suriye’de bulunduğu bir anda böylesi bir katliamın akla aykırı olduğunu ifade ediyor bu merkezler...
Bu arada önemli bir gelişme daha kaydedildi... ABD Genelkurmay Başkanı Orgeneral Dempsey, birkaç gün önce, ABD’nin Suriye’ye askeri müdahalede bulunmasına taraftar olmadığını, zira Suriye’de işbaşına kendilerine yakın bir grubun gelmeyeceğini gördüklerini söyledi...
Bu gelişmeler Esat rejiminin bu dönemde kimyasal silah kullanması ihtimalini azaltıyor. Fransa, kimyasal silah kullanılması halinde harekete geçeceğini söylemişti. Bu olay Fransa’yı tahrik edici bir nitelik arz ediyor.
Umarız kimyasal silah suçluları titiz bir araştırmayla bir an önce ortaya çıkarılır.
Bölgemiz dört bir yandan ısınıyor... Ve biz olayların peşinden sürükleniyoruz... Adımız “değerli yalnız
Başbakan’ın “Mısır darbesinin ardında İsrail var” sözleri umulmadık büyüklükte yankılar yaptı... İsrail açıklamayı: “Üzerinde yorum yapmaya değmez” diye niteledi ama... Mısır’la birlikte ABD çok sert çıktı...
Beyaz Saray Sözcüsü Josh Earnest’in sözleri ise şok etkisi yarattı:
“Başbakan Erdoğan tarafından bugün yapılan açıklamayı şiddetle kınıyoruz” diyen Earnest, Erdoğan’ın sözlerini “saldırganca, kanıtsız ve yanlış” olarak niteledi.
Emekli diplomat ve CHP Milletvekili Onur Öymen’le konuştuk:
- Amerika bugüne dek bir başka ülke adına Türkiye’ye böyle bir hücumda bulundu mu?
- Ben Amerika’nın bugüne dek ne Türkiye, ne bir başka ülkeye, üçüncü bir ülke adına böyle bir çıkış yaptığını anımsamıyorum...
- Bu çıkış ne ifade ediyor?
Başbakan Erdoğan, “Mısır darbesinin arkasında İsrail var” diyor dün yaptığı konuşmada... Böylece İsrail ile son zamanlarda biraz düzelmeye başlamış ilişkileri tekrar soğutuyor.
Oysa bunu açıkça söylemesine gerek yoktu. Ya da darbenin arkasındaki kadroyu tam açıklamalıydı...
Batı gazetlerinde bile Mısır’la ilgili yorumlarda açıkça söyleniyor:
- Ordu darbesinin ardında ABD, İsrail ve Suudi Arabistan vardır...
Erdoğan darbenin arkasındaki diğer iki dostundan; ABD ve Suudi Arabistan’dan nedense hiç söz etmiyor!
Söz Mısır’dan açılmışken... Ülkenin falında pek de umutlu bir gelecek görünmediğini kaydedelim. Deniyor ki... İsrail, aynen Suriye ve Irak gibi Mısır’ın da bir iç çatışma sürecine girmesinde stratejik yarar görmektedir. Mısır’da Mursi ve taraftarlarının bir kez daha iktidar olmasına izin verilmeyecektir. Mısır ordusu ülkeyi kukla bir sivil hükümetle yönetecektir... İsrail ve ABD’nin uzun vadedeki planı, Mısır’ı iç savaşa iterek “Arap Düyasının Kalbi” konumundan çıkarmaktır.
Suriye’de iç savaşı tezgâhlamış olan ABD Büyükelçisi Robert Ford’un şimdi de Kahire’ye atanması, ABD’nin bu ülkede iç savaş tezgâhlama niyetine kanıt gösteriliyor.
“Ergenekon davasından beri yazar, gazeteci öldürülmüyor. Mahkeme kapılarında kimseye saldırılmıyor”...
Yazar Orhan Pamuk’a ait olan yukarıdaki sözleri, Hürriyet’te okuduk. AKP’liler de sık sık aynı gerekçeyle övünüyorlar.
Bu sözlerden ne anlarsınız? Ergenekon davasından önce yazarlar, gazeteciler öldürülüyordu. Dava açılıp “Ergenekoncular” tutuklanınca işledikleri bu cinayetler şıp diye kesildi.
İyi de yazar ya da gazeteci öldürmekten veya teşebbüsten yargılanan Ergenekon sanığı var mı? Hayır, yok. Nobelli yazar ezbere konuşuyor.
* * *
Evet, Ergenekon davasından beri yazar, gazeteci öldürülmüyor. Ya ne mi oluyor? Suçunun ne olduğunu bilmeyen insanlar ölmüşten beter ediliyor. Kimileri Uçkun Geray, İlhan Selçuk, Türkan Saylan gibi dolaylı yoldan öldürülüyor... Fatih Hilmioğlu, Şener Eruygur, Mustafa Yurtkuran, Ergin Saygun, Erol Manisalı gibi kimileri sağlıklarını kaybediyor. Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Doğu Perinçek, Hikmet Çiçek gibi kimileri ise müebbete varan cezalarla ölüme mahkûm ediliyor. Ergekenon ve Balyoz‘da 60 - 70 yaşlarında yüzlerce asker ve sivil müebbete mahkûm edildi. Ölüm cezası bu değilse nedir? Yargıyı kullanarak insanları imha etmek mümkün hale
Ligler başladı... Heyecan yeşil sahalara taşındı. Bu yıl futbol maçları daha lezzetli olacak. Çünkü futbol Gezi ile birlikte kişilik ve nitelik kazandı... Futbol artık sağcı ve solcu olmayanların anlamsız koşuşturması değil, içinde siyaseti ve sosyal duyarlığı da barındıran bir keyifli oyundur.
Gelin biraz da futbol için söylenenlere göz atalım...
“Futbol bir ölüm-kalım meselesi değildir. Ondan çok daha önemlidir.”
Bill Shankly - Eski Liverpool menajeri...
“Futbol benim bir parçam. Ben oynarken, etrafımdaki dünya da uyanıyor.”
Bob Marley
“Ahlâka dair ne öğrendiysem futboldan öğrendim. Çünkü top hiçbir zaman beklediğim köşeden gelmedi.”
Başbakan’ın bayram günlerinde nerede olduğu merak edilirken Sözcü gazetesi iyi bir gazetecilik yaptı, Başbakan’ı Bodrum’da bir yatta görüntüledi. Yanında Çevre Bakanı Erdoğan Bayraktar ve kimi bürokratlar vardı. Akla hemen Başbakan’ın birkaç hafta önce Erzurum’da
Mehmet Ali Alabora gibi Gezi’ye destek veren sanatçıları kastederek söyledikleri geldi:
“Mesele Gezi değil, diyenlerin çoğu şimdi Bodrum’da yatlarında... Siz onlara bakmayın, onlar yatlarda gezerler. Onlara aldanmayın, arkalarından gitmeyin. Onların tuzu kuru.”
Peki Başbakan Bodrum’da ne yapıyordu? Kendisi kıyılarda inceleme yaptığını söyledi ve Türkmenistan yolunda gazetecilere şunları aktardı:
“Bu kadar vicdansızlık olmaz. Yapılaşma denize kadar girmiş. Kıyı-kenar çizgisi filan hak getire. Neredeyse denize düşecekler... Çevre çevre diyenlerin çevre duyarlılıklarını orada gördük. Tutanaklar tuttuk. Bütün sahil bandını bu şekilde denetleyeceğiz...”
“Çevre, çevre” diyenler yani Gezi eylemcisi gençler Taksim’de gaz ve TOMA ile püskürtülürken Bodrum’da duruma müdahale etmedikleri için suçlandı böylece... Ayrıca merak edildi...
11 yıldır iktidarda olan AKP, bakan ve bürokratlarıyla en çok uğradığı Bodrum’un
Devletin www.turkiye.gov.tr adlı internet sitesinde, vatandaşlıkla ilgili neredeyse tüm bilgiler kişiye özel sunuluyor.
SSK kaydınızdan tutun da arabanızın üzerindeki rehine kadar her şeyi görebiliyorsunuz.
Ama bu bilgiler resmi işlemlerde kabul edilmiyor.
Yani devlet, dijital veriye -kendisi üretmiş olsa dahi- güvenmiyor, ıslak imzalı orijinal belge istiyor.
Ancak aynı devlet aynı geçersiz kanıtlarla Balyoz davasında fırtınalar estiriyor.
Naci Beştepe’nin derlemesi olan “Vardiya Bizde Bugün Silivri” adlı kitapta 16 yıla mahkûm Albay Cüneyt Sakarya’nın mektubunu okuyoruz:
“... Benim ‘suçlu’ olduğumu gösterecek hiçbir delil dosyada mevcut değildir.