Tayyip Erdoğan Büyük Kongre’de gelecekteki sistemle ilgili üçlü seçenek önerdi...
1. Partili Cumhurbaşkanı
2. Yarı Başkanlık sistemi
3. Başkanlık sistemi...
Bu üç öneri aynı kapıya çıkıyor: Tek adam sistemi...
Sistemin kurulması için Anayasa’da köklü bir değişiklik gerekiyor...
Böyle bir değişikliğe CHP ve BDP’nin razı olacağı elbet düşünülmüyor.
İngiltere’deki siyasi partiler her yıl eylül, ekim aylarında yıllık olağan kongrelerini yapıyorlar... Dört - beş gün süren kongrelerde delegeler her konuda görüşlerini belirtip öneriler getiriyor, hata yapan parti sorumlularını sorguya çekiyorlar...
Bu kongreler aynı zamanda siyasette iddia sahibi kişiler için önemli bir platform...
Zamanında delege olarak kürsüye çıkıp da daha sonra bakanlığa, hatta başbakanlığa yükselmiş çok sayıda siyasetçi var İngiltere’de...
Demokrasi tabandan başlayıp tavana doğru yürüyor...
* * *
AKP’nin bugün yapılacak ‘Büyük Kongre’si ise sadece bir gün sürüyor... Genel Başkan ve MKYK üyeleri seçilecek bu bir günde. Ayrıca söz isteyen yabancı konuklar ile çalışma raporu üzerinde konuşmak isteyen delegeler kürsüye çıkacak. Bir tek günde bütün bu söylediklerimiz nasıl yapılabilir? AKP’yi ve kongrelerini yıllardır izleyen dostumuzun sorulara yanıtı:
- Hiç merak etmeyin, bu iş için bir gün yeter de artar bile.
Balyoz kararları konuşulurken sapla saman karışıyor... Örneğin Başbakan Erdoğan diyor ki:
- Balyoz CD’lerini dinliyorum, şok oluyorum...
Başbakan’ın kastettiği 5 - 7 Mart 2003 tarihinde yapılan ‘Plan Semineri’nin ses kayıtlarıdır.
CNN Türk’te “Dört Bir Taraf” adlı programın hanım katılımcısı aynı şeyleri söylüyordu:
- Yalnızca ses kayıtlarını dinlemek bile orada bir darbe planlandığını ortaya koyuyor...
Oysa... ‘Plan Semineri’nde konuşulanlar dava dışında tutulmuştur.
Seminerde geçen bazı ifadelerin sorunlu olduğu doğru. Ama seminerdeki konuşmaların kurgulanmış bir aşırı tehdit senaryosu çerçevesinde yapıldığı gözönünde tutularak bu konuşmalar dava konusu yapılmadı. İddianamede plan seminerine doğrudan suç atfedilmiyor.
Özgür Suriye Ordusu’nun önde gelenlerinden Albay Ahmet Hicazi dün Milliyet’te:
- Türkiye bizi kovdu, biz de komuta merkezini Suriye’ye taşıma kararı aldık, diyor...
Güzel bir itiraf... Demek Suriye hükümetine karşı savaşan silahlı örgütün komuta merkezi şimdiye kadar Türkiye’deymiş...
Hani muhalif savaşçıların topraklarımızda üslenmesine izin vermiyorduk...
Demek halka yalan söylenmiş... Demek resmen Anayasa suçu işlenmiş...
Suriyeli çapulculara ülkemizde üslenme izni verilmesi üzerine karşımızda Suriye - Irak - İran cephesi oluştu, hep birlikte PKK’yı desteklediler, oluk gibi kan aktı, şehit sayısı dört beş katına fırladı.
Peki ey bu ülkeyi yönetenler, siz bu işin sonunu düşünmediniz mi?
Hem gazete hem televizyonda izlediğimiz ünlü bir liberal kalem şöyle diyor yazısında:
“Balyoz ve Ergenekon, sembolik davalardır. Hatta siyasi davalardır. Kurunun yanında yaş da yanar. Bu tip davaların amacı adalet dağıtmak değil, topluma ‘Bir daha darbe yapanlar veya teşebbüste bulunanlar bilmelidirler ki, günün birinde yargı karşısına çıkarlar’ mesajını vermektir.”
* * *
Balyoz kararlarına hukukidir diyemeyen liberal hatta yandaş kalemler, sonucu yukardaki gibi değerlendiriyor.
Genç bir hanım okurumuz G.Kılıç diyor ki:
“Bu satırlardan topluma gözdağı vermek için suçsuz insanların ağır şekilde cezalandırılabileceğini, bunun gayet normal olduğu mesajını alıyorum. Bizim meşhur ‘Sallandıracaksın birkaçını bak bir daha yapan oluyor mu?’ zihniyeti bu... Bu zihniyetin var olduğu bir toplumda adaletten, hukuktan, demokrasiden söz edilebilir mi? Amacı adalet dağıtmak olmayan bir dava olabilir mi?”
Bilemiyoruz o liberal denen koca koca adamlar yukardaki satırları yazan genç hanımdan ders alır mı?
Terör sorunu televizyon ekranlarında uzun uzun tartışılıyor.. Gazete köşelerinde fikirler kâğıda dökülüyor... Genelde bizim siyasi partiler suçlanıyor... Ankara biraz daha esnek ve anlayışlı davranırsa barış sağlanabilirmiş hissi veriliyor... Acaba iş bu kadar basit mi?
Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, meseleyi hayli açık ortaya koyuyor.
Şu sözler Bitlis konuşmasından:
- Bugün gelinen noktada kimse “Kürt halkı yoktur, Kürdistan yoktur” diyemez. Bu, bedeli ağır sonuçlar vermiş ve gerçekleşmiş bir durumdur...
Tatvan’da diyor ki:
“... Kendi kendimizi yöneteceğiz. Biz özerk Kürdistan’da bu halk kendi kendini yönetecek.”
PKK’nın masada asgari görüşme şartı özerk yönetimdir...
Balyoz hükümözlüleri: - Daha bunun Yargıtay’ı var, diye teselli ediliyorsa da...
Yargıtay’ın makul bir sürede karar verme olasılığı yok...
Avukat Turgut Kazan, 330 kişinin dosyasının inceleneceğini hatırlatarak:
- Bu dava maalesef bin yıl sürer, diyor...
Ve buradan yola çıkarak ekliyor:
- Söylemeye dilim varmıyor ama... Bu bir ölüm cezasıdır... Sanıkların birçoğu ölüme mahkûm edilmiştir...
* * *
Pilot Yarbay Namık Kurşuncu Balyoz davasında derdest edilip hapse atıldığında “Harbe hazır F - 16 pilotu” olarak görev yapmaktaydı... İddianameye göre bir sıkıyönetim halinde uçağıyla Fenerbahçe Stadyumu’nu tepeden kontrol edecekti. Yarbay Kurşunlu, iddia olunan darbenin planlandığı tarihte Harp Akademisi’nde öğrenci subay olduğunu, bir F-16 pilotunun 650 km hızla Fenerbahçe Stadı’nın üzerinden geçerken stadı sadece 1 saniye görebileceğini mahkemede anlattı. Bu görüşünü doğrulayan bilirkişi raporlarını mahkemeye sundu. Kendisine tek bir soru bile sorulmadı.
Sonuç: Yarbay Kurşunlu 13 - 18 yıl hapis cezası alan sanıklar arasında yer aldı...
Ne o derdini anlatabildi, ne mesaj çektiği iddia olunan saatte TRT kamerası önünde denize dalan subay... Ne diğerleri...
2003 yılında yapılmış darbe planı içinde 2009 yılında adı konmuş hastanenin nasıl yer aldığını kimse izah edemedi ama mahkeme de üzerinde durmadı...
Buna benzer çelişki ve kuşkuların sayısı 1500’ü aşıyordu.
Bütün umutlar kanıtların değerlendirileceği aşamaya bağlanmıştı...
Mahkeme teamülleri ve yasal gerekleri bir yana itti, delil değerlendirme safhasını atlayıverdi...