Bizim politikacıların yalanları, beceriksizlikleri, ülkenin kaderiyle oynamadaki sorumsuzlukları herkesin malumu... Ancak eğri oturup doğru konuşalım. ABD Başkanı Clinton'un bizimkilerden aşağı kalır yanı var mı? Yoksa o fersah fersah ileride mi?..
Saksafoncu Başkan'ın marifetlerine bir bakalım...
Oval ofisi, oral ofise dönüştürüp memurlarıyla seks yapıyor, marifeti ortaya çıkınca yalan söylüyor... Soruşturmalar sonucunda yalan söylediği kesinleşiyor; azledilmesi gündeme geliyor. Kongreyi kendi lehine etkilemek için Birleşmiş Milletler'i, hatta kendi Savunma Bakanlığı'nı ıskalayıp Irak'a operasyon başlatıyor. Kongre buna rağmen toplanıp azil kararı alınca bombardımanı durduruyor...
"Amaçlarımıza ulaştık" diyor. Hangi amaca ulaşılmış?..
Azil kararı çıktı... Saddam koltuğunda oturmaya devam ediyor. Irak bundan böyle UNSCOM'un çalışmalarına izin vermeyeceğini bildiriyor. Böylece Irak'ın bundan böyle kimyasal silahlar üretip gerçekten tehlike yaratmasına zemin hazırlamış
Saddam'a Darbe... Saddam dersini aldı... Washington Saddam'a haddini bildirdi... Saddam hakettiği dersi aldı..."
Gazetelerimiz "Çöl Tilkisi" operasyonunu bu tür başlıklarla verdi...
Bombardıman durdu. Hedefin Saddam olmadığını görmeyenler de gördü.
Saddam dimdik ayakta...
Ama 100'den fazla sivil öldü, 1000'den fazla sivil yaralandı.
Darbe Saddam'a falan değil... Doğrudan Irak halkına...
ABD yedi yıldır "Saddam'a darbe" diye Irak halkını vuruyor.
Başbakan Mesut Yılmaz hafta başında Hürriyet gazetesini ziyaretinde İtalya ile Apo'nun gönderileceği yerler konusunda yapılan pazarlığı anlattı. İtalya Kuzey Kore'yi önermiş, biz reddetmişiz. Libya'ya gönderilmesine ABD karşı çıkmış. Biz Arnavutluk'a gönderilmesini istemişiz. Arnavutluk, "İstemeyiz!" demiş...Vs...
Milleti, "Apo'yu bize vermiyor!" diye İtalya'ya karşı kışkırtırken meğer bizimkiler Apo'yu istemekten vazgeçmiş. (Zaten ölüm cezasını kaldırmayarak baştan bu niyetlerini belli etmişlerdi.)
Son olarak Apo'nun Güney Afrika'ya gönderilmesi gündeme geldi. G. Afrika durup dururken başına bela almayacağını önceki gün açıkladı.
Bu durumda Apo'nun gönderileceği tek yer kalıyor... Suriye...
DSP lideri Bülent Ecevit, CHP lideri Deniz Baykal'la son yaptığı 12 dakikalık görüşmede ikram edilen çayı içmemiş...
Yorumlar:
Medya'nın yakın takipçisi "Antimedya" nın dün piyasaya çıkan sayısında şu satırlar gözümüze çarpıyor:
"Hepsinin ağzında bir "hizmet" lafıdır gidiyor... "Ben Türk futboluna 20 yıl hizmet verdim.." "30 yılımı Türk sinemasına hizmet vermekle geçirdim.." "40 yıl Türk müziğine hizmet veren biri olarak..."
Duyan da sanır ki adamlar, kadınlar asıl işini gücünü bırakmış, kendilerini futbola, müziğe, sinemaya adamışlar...
Adamın işi topçuluk... Transferde milyon dolarlarla ağzını açıyor... Lafa gelince "Türk futboluna hizmet" diyor... Kadın, öyle ya da böyle, öğrenmiş üç beş şarkı, deve yüküyle para kazanmış, han, hamam, yalı sahibi olmuş, hala müziğe hizmetten söz ediyor... Adamın hayatı film çevirmek, para almadan vesikalık fotoğraf bile çektirmiyor, lafa gelince Türk sinamasına hizmetten dem vuruyor.. Varsa yoksa 'Hizmet'. Ama en yüksek fiyattan..."
***
Gerçekten de... (Parayı bir kenara bırakıp ömür boyu
Yıl 1960'lar... Sonradan ünlü bir gazeteci olan delikanlı Feriköy takımında kaleci oynuyor. Takımı Baba Gündüz (Kılıç) çalıştırıyor. Bir gün antrenmanın yorucu bir hal aldığı anda kaleci delikanlı Baba Gündüz'ün yanına geliyor:
- Ben kaleciyim Baba, diyor, benim diğer futbolcularla aynı antrenmanı yapmam anlamsız oluyor... Gündüz Kılıç boynundan düdüğü çıkartıyor: - Al aslanım, diyor , madem sen bu işi daha iyi biliyorsun takımı bundan sonra sen çalıştır... Spor yazarlarının Beşiktaş çalıştırıcısı J.B. Toshack ile ilgili eleştirilerini okurken aklımıza bu olay geldi. Galli Hoca, elinde G.Saray veya Fenerbahçe'den daha kaliteli olmayan bir kadroyu ligin yarısına kadar lider getirdi. 8 tane genç oyuncu yarattı. Ne var ki spor yazarlarına bir türlü yaranamadı. Her maçtan sonra kıyasıya eleştiriliyor. Aynı eleştiriler Fatih Terim'e de yapılıyor... Avrupa'ya kafa tutan bir takım da yaratsa,
İstanbul Narkotik Şube Müdürü Ferruh Tankuş, Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne atanınca, bu atamayı amirlerinin "4 milyon dolar rüşvet karşılığında" yaptıklarını öne sürdü. İstanbul Valisi Erol Çakır da Ferruh Tankuş'un Beyoğlu'na atanmasına şu açıklamayı getirdi:
"Ferruh Tankuş'un oraya atanmasına sebep, şu anda hakkında polis müfettişlerince yürütülmekte olan soruşturma sebebiyle müfettişlerle yapılan istişare sonucu elde edilen bulgulardır. İkincisi daha önce çalışmış olduğu ildeki organize suç teşekkülleriyle ilişki kurmaktan ve menfaat temin etmekten hakkında Yüksek Disiplin Kurulu'nca verilen disiplin cezasıdır. Üçüncüsü özel yaşamıyla ilgili olarak hakkında öne sürülen iddialardır."
***
Ferruh Tankuş'un amirleriyle ilgili suçlamalarının henüz ortada bir kanıtı yok. Bu iddialara bakarak kamuoyu emniyet yetkililerini suçlamaz, kendi vicdanında kimseyi kara listeye almaz. Kanıt bekler. Zihinlerde esas soru işareti yaratan ise Sayın Vali'nin açıklamaları... O açıklamalara göre... Ferruh Tankuş daha önce
DYP'li eski bakan Nafiz Kurt, 1994'de devlet bakanıyken Ziraat Bankası New York Şubesi'nde 50 bin dolarlık hesap açtırmış... Bu parayı bankaya şube müdürü Taner Köseler götürüp elden yatırmış. Para daha sonra Cengiz Uzunal adlı bir işadamının hesabına aktarılmış. Ziraat Bankası Teftiş Kurulu, konuyla ilgili bir soruşturma başlatmış. Emin Çölaşan konuyu Hürriyet'teki köşesinde ikidir yazıyor. Bu paranın kaynağını ve bankada yapılan işlemlerdeki garipliklerin sebebini soruyor. Ne Ziraat Bankası, ne Nafiz Bey'den ses çıkmıyor. Emin Çölaşan bu konuda dün yazdığı ikinci yazıya "Nafiz Bey'de tık yok" başlığını atmıştı. Eski milletvekili ve gazeteci Cüneyt Canver, dün Meclis kulisinde arkadaşımız Fahrettin Fidan'la sohbet ediyordu ki, uzaktan Nafiz Kurt göründü. Kurt yanlarından geçerken Canver ona dönüp saf saf sordu: - Nafız Bey sizde niye tık yok?.. Nafız Bey, eliyle "Boşver!" der gibi bir hareket yaparak geçti gitti. Cüneyt Canver söylendi: - Adamda hakikaten tık yok!..
İçinde insan bulunan "ilk roket"in bundan 365 yıl önce İstanbul'dan "uzaya" fırlatıldığı haberi, dünkü gazetelerde geniş yer tuttu. Norveç Havacılık Müzesi Müdürü'nün konuyla ilgili açıklamasını Amerikan "Weekly World News" dergisi şöyle aktarıyordu:
"Hasan Çelebi adlı Türk, kendi icadı olan iki katlı roketi 1633 yılında yaptı. Ve 4'üncü Murad'ın kızı Kaya Sultan'ın doğduğu gece Sarayburnu'ndaki şenlikler sırasında uçma denemesini gerçekleştirdi. 30 metre boyundaki roketin orta bölümüne yerleşen Çelebi, 300 metre sonra roketi terketti, havada kaymasını sağlayan bir tür paraşüt yardımıyla denize indi. Roket ise denize düşmeden önce 2,5 km. yol aldı..."
***
"İstanbul Kanatlarımın Altında" adlı filmde bu olay işlenmiş ama vatandaşlar gerçekliğine pek inanmamıştı. Haber Batı'dan gelince ilgi çekti.
Okurumuz Bağdatlı Nejat Bey, dün yolladığı notta ek tarihi bilgi veriyor... Ve şöyle diyor:
"Topkapı Sarayı