Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       İstanbul Narkotik Şube Müdürü Ferruh Tankuş, Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne atanınca, bu atamayı amirlerinin "4 milyon dolar rüşvet karşılığında" yaptıklarını öne sürdü. İstanbul Valisi Erol Çakır da Ferruh Tankuş'un Beyoğlu'na atanmasına şu açıklamayı getirdi:
       "Ferruh Tankuş'un oraya atanmasına sebep, şu anda hakkında polis müfettişlerince yürütülmekte olan soruşturma sebebiyle müfettişlerle yapılan istişare sonucu elde edilen bulgulardır. İkincisi daha önce çalışmış olduğu ildeki organize suç teşekkülleriyle ilişki kurmaktan ve menfaat temin etmekten hakkında Yüksek Disiplin Kurulu'nca verilen disiplin cezasıdır. Üçüncüsü özel yaşamıyla ilgili olarak hakkında öne sürülen iddialardır."
       ***
       Ferruh Tankuş'un amirleriyle ilgili suçlamalarının henüz ortada bir kanıtı yok. Bu iddialara bakarak kamuoyu emniyet yetkililerini suçlamaz, kendi vicdanında kimseyi kara listeye almaz. Kanıt bekler. Zihinlerde esas soru işareti yaratan ise Sayın Vali'nin açıklamaları... O açıklamalara göre... Ferruh Tankuş daha önce çalıştığı ilde suç teşekkülleriyle ilişki kuruyor, menfaat temin ediyor, suçu kesinleştiği için disiplin cezası alıyor. Buna rağmen o ilden alınıp İstanbul Narkotik Şube Müdürlüğü gibi çok önemli bir göreve atanıyor. Bir anlamda ödüllendiriliyor. Burada 21 ay görev yaptıktan sonra bu defa İstanbul'un her türlü suç organizasyonuna sahne olan Beyoğlu gibi kritik bir ilçesine emniyet müdürü tayin ediliyor. Kamuoyunu esas düşündüren bu atama politikasının mantığıdır. Sayun Vali'nin açıklaması, Ferruh Tankuş'un iddialarından daha büyük soru işaretleri oluşturuyor kafalarda.. Sanırız kamuoyu esas bu konuda bir açıklama bekliyor.

       Patron fabrikayı dolaşırken bakmış işçilerden biri çıkış kapısına yakın bir yerde oturmuş gazete okuyor... Bir tur atıp aynı yere gelmiş. Bakmış işçi aynı yerde bu defa salak salak etrafı seyretmekte... Fena halde öfkelenmiş, yanına gidip sormuş:
       - Senin haftalığın ne kadar delikanlı?
       - 250 dolar efendim...
       Elini cebine atmış patron:
       - Al şu 250 doları kaybol buradan. Bir daha da seni bu fabrikada görmeyeyim...
       Delikanlı parayı alıp gitmiş...
       Patron daha sonra ustabaşının yanına gitmiş:
       - Sen burada bostan korkuluğu musun be adam? demiş, işçin mesai saatinde oturmuş gazete okuyor sen oralı olmuyorsun?..
       - Hangi işçi, demiş ustabaşı, şu demin kapının yanında gazete okuyan kırmızı tişörtlü çocuk mu?..
       - Tastamam o, demiş patron.
       Ustabaşı gülmüş:
       - Efendim o işçi değil, köşedeki kahvehanenin garsonu... 20 dolar kahve borcumuz vardı, arkadaşların parayı getirmesini bekliyordu...

       Kutuplaşma olur" diyor Sayın Ecevit... Eğer ANAP destekli CHP - DSP hükümeti kurulursa ülkede sağ - sol kutuplaşması olurmuş... Nitekim şimdiden üniversite öğrencileri sağ - sol kavgalarına başlamış...
       Dikkat buyrunuz...
       Sayın Ecevit DYP - ANAP koalisyonunu dışardan desteklemeyi kabulleniyor. Bu bir "sağ kutuplaşma" olmuyor; ANAP destekli bir CHP - DSP koalisyonu ise "kutuplaşma" oluyor.
       "Ülkenin 80 öncesi yılları yaşamaya bir kez daha tahammülü yok" diyor Ecevit... Yaptığı yanlış yorumla tarihi de çarpıtıyor... Biz 80 öncesi kutuplaşmanın mimarının "Milliyetçi Cephe"yi kuranlar olduğunu sanıyorduk. Öyle biliniyor. Ecevit'in sözleri ise 80 öncesi kutuplaşmanın sorumlusu CHP ve sol bloklaşma imiş izlenimi veriyor. Bülent Bey, 12 Eyül'den bu yana geçen 18 yıl içinde Alparslan Türkeş dahil 80 öncesi kavga ettiği ne kadar siyasetçi varsa hepsiyle barıştı. Yalnızca CHP'yle barışmadı. Ve yalnızca CHP'yle kavga ediyor. Gırtlağına kadar yolsuzluk söylentilerine batmış DYP ve ANAP'la koalisyon yapmayı bile içine sindiriyor da... CHP'yi sindiremiyor. Dile getirilmeyen bir gerçek var.. O da Ecevit'in kendine sağda bir yer aradığı... Bu bilinirse Ecevit'i anlamak ve yorumlamak kolaylaşacak...

       Oğlunuzun hangi mesleği seçmesini istiyorsunuz?..
       Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Yılmaz Esmer ve Ayşe Buğra'nın TESEV bünyesinde yaptıkları "Toplum Gözüyle İşadamı" konulu araştırmanın bir bölümünde derneklere bu soru soruluyor. Oğullarının seçmesini istedikleri meslek konusunda 10 üzerinden not vermeleri isteniyor...
       Çıkan sonuç şaşırtıcı... Doktorlar 150 milyon liraya talim etmekten koro halinde yakınadursun... Profesörün kitap alacak parayı denkleştiremediğinden dem vurulsun... İnsanlar yine de çoğunlukla çocuklarının doktor ve profesör olmasını arzuluyor.
       Bakınız anket sonucuna göre ana babaların 10 üzerinden yaptıkları değerlendirmede tercihler nasıl sıralanıyor:
       ...Doktor (8,35), Profesör (7,73) Sanayici (7,37), İthalatçı (6,55), Profesyonel yönetici (6,09), Tüccar (5,72), Sanatçı (4,65), Gazeteci (4,53)...
       Peki sonuç neden böyle?... Ana babalar biraz eskide kaldıkları için mi?.. Çocuklarının topluma yararlı insanlar olmasını paradan daha önemli gördüklerinden mi?.. Her neyse... Sonuç bir toplumsal soyluluk işaretidir.
       Gazeteciliğin sonuncu sırada yer almasını bizim "taraf" olarak tartışmamız uygun kaçmaz.... Ancak tabloda tek yadırgatıcı unsur, ana babaların sanatçılığa en alt sıralarda yer vermesidir diye düşünüyoruz...



Yazara E-Posta: m.asik@milliyet.com.tr