"Yardım Güney'de kurulacak bir komisyon aracılığı ile verilecektir... Bu yardım proje bazında olacak ve projeler Rum yönetiminin onayından geçecektir. Para alt-yapı yatırımlarına harcanacaktır... vs..."Karar aşağılayıcıydı. Nitekim Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, yaptığı ilk açıklamada, "Bu karar kabul edilemez, bu para alınmamalı, Türkiye, KKTC'ye her yıl bu paranın çok üzerinde katkı yapıyor" dedi. Onurlu davranış buydu. KKTC Cumhurbaşkanı ve Başbakanı aynı yönde tepkiler verdi. Ancak bu tavır giderek yumuşadı. Sonunda tersine döndü. Geçen hafta sonunda KKTC Cumhurbaşkanlığı Müsteşarı Raşit Pertev, "KKTC Mali Yardım Tüzüğü'nü onaylamadı ama reddetmedi de... Kullanılmasını engellemeyeceğiz, aksine elimizden gelen yardımı yapacağız..." diyerek yardımı alacaklarının sinyalini verdi... KKTC, Ankara'nın etkisi olmadan böyle bir dönüş kararı verebilir mi? Tabii ki mümkün değil.Ne anlama geliyor bu kabullenme? Volkan Gazetesi Başyazarı Sabahattin İsmail anlatıyor:- Bu paranın alınması tüm adada tek meşru yönetimin Rum idaresi olduğunu, KKTC diye bir devlet olmadığını kabul etmektir... Bu ise Kıbrıs sorununun, Rumların istediği şekilde çözülmesinin, yani Rum egemenliğine girme sürecinin başlangıcı demektir...Fotoğraf budur... Kıbrıs Türklerinin Annan Planı'na evet dediği günün ertesindeki gazete manşetleri hatırınızda mı? AB, KKTC'yi 259 milyon euro ticari ve mali yardımyla ödüllendirecek, uygulanan tecrit ortadan kalkacaktı. Gel zaman, git zaman... Bizimkiler parayı bekledi. Rumlar boş durmadı, çabaladı. AB'yi ikna etti. AB Daimi Temsilciler Konseyi (COREPER), iki hafta yönce yaptığı toplantıda Kıbrıslı Türklere yönelik Mali Yardım ve Doğrudan Ticaret tüzüklerini birbirinden ayırdı. 120 milyon dolarlık bölümün zamanaşımına uğradığı üzerinde anlaşmaya varıldı. Geri kalan 139 milyon euro tutarındaki ödenek şöyle şartlara bağlandı: Erdoğan, AKP'lilere hitap etmiş: "Görevimiz, tökezleyen arkadaşlara omuz vermektir." Tökezlemeyi "Yakayı ele veren" şeklinde mi tercüme etmeliyiz? BirGün gazetesi yazarı Erbil Tuşalp arkadaşımız, bir yazısını göndermiş... Başbakan bu yazı için benden 10 milyar lira istiyor, diyor... Hakkında 10 milyar liralık tazminat davası açılan yazı "istikrar" üzerine... Yazının sonu Nâzım'dan esinlenmiş. Şöyle bitiyor:"...Çiftliklerinizse, kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse istikrar ya da 'ödeneklerinizse, maaşlarınızsa' istikrar, herkes biliyor ki, iktidarda istikrarlı bir iktidar var...'Amerikan üsleriyse, Amerikan bombasıysa, Amerikan donanmasıysa, Amerikan topuysa' istikrar, dünya âlem anlıyor ki istikrarlı iktidarınız diz çöküp boyun eğmiş durumda.Sözün kısası. İstikrar 'fabrikalarınızda al kanımızı içmekse' öylesi istikrara selam ederiz. İstikrar 'tırnaklarıysa ağalarınızın' böylesi istikrara devam edin deriz..." İstikrarlı dava... Sayın Bakanım, Kaçak villalarınızı sayın, arazi işgallerinizi sayın, gizli iş görüşmelerinizi sayın, KDV indiriminden elde ettiğiniz kazançları sayın, ödemediğiniz vergileri sayın, sayın bakanım sayın... * Gazeteci arkadaşımız İpek Yezdani, 1998 yılında mezun olduğu Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nden diplomasını istedi. Diploma, aradan 8 yıl geçmesine rağmen henüz hazır değildi. Acaba ne zaman hazır olabilirdi? Yetkili kişi:- Rektörlük henüz direktif vermedi dedi, direktif verdikten 2 yıl sonra hazır olur sanıyorum... Hollanda'da bir bankamatik ya da veznede işlem yaparsanız... Sizden sonraki kişi en az 2 metre gerinizde durur. Neden? Çünkü uygar dünyada bir başkasının banka hesabına bakması ayıp sayılır... Ne uygarlık, ne zarafet değil mi? Gelin görün ki, bu uygar ve nazik ülkeler vize isteyen Türk yurttaşlarından banka hesap cüzdanlarını, mülk tapularını istiyor; herkesin özel hesaplarını kuruşuna kadar inceliyorlar. Okurumuz Esen Yazgan, konuyu onur meselesi yapmış, vize almaktan vazgeçmiş. Hükümetler ise hiç onur meselesi yapmazlar konuyu... Bu zillet sürer gider. m.asik@milliyet.com.tr Ne uygarlık!