Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Din kisvesi altındaki kişilerce kandırılan Fadime Şahin'in isyanını televizyonlarda izlerken, dikkat ediyoruz tartışmalara katılan konuşmacılar koro halinde aynı şeyi söylüyor:
- Fadima Şahin tek olay değil... Bu tuzaklara yakalanmış daha nice genç kız var... Daha nice olay oluyor...
Atatürk ve arkadaşları laik düzeni keyif için mi kurdular? Yoksa bugün yaşanan din istismarcılığının, Allah'la kul arasına girdiğini iddia eden kimi açıkgözlerin yarattığı karmaşanın önünü almak başka türlü mümkün olmadığı için mi?
- Efendiler! Ve ey ulus! İyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar ülkesi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat, uygarlık yoludur...
sözlerini söyleyen Atatürk Nutuk'un 896'ıncı sayfasında bakınız aynen ne diyor:
- Efendiler, tekke ve zaviyelerle türbelerin kapatılması, genellikle de tarikatlerle, şeyhlik, dervişlik, çelebilik, falcılık, büyücülük ve türbedarlık v.b. bir takım sanların kaldırılıp yasaklanması da "Takrir - i sükun" düzeninin sağlanması yasası yürürlükte iken yapılmıştır. Bu konudaki tutum ve uygulama toplum yapımızın hurafelere tapan ilkel bir topluluk olmadığını göstermek bakımından ne denli gerekli idi. Bu değerlendirilir.
Bir takım şeyhlerin, dedelerin, seyyidlerin, çelebilerin, babaların, emirlerin arkasından sürüklenen ve falcılara, büyücülere, muskacılara şans ve başarılarını danışan insanlardan oluşan bir topluma uygar bir ulusmuşcasına bakılabilir mi? Ulusumuzu yanlış bir anlamla tanıtan ve yüzyıllarca böyle tanıtmış olan bu gibi kurumlar ve kişiler yeni Türkiye Devleti'nde, Türk Cumhuriyetinde sürdürülmeli miydi? Buna yeterince önem vermemek ilerleme ve yenileşme adına en büyük ve sonuçları ortadan kaldırılamaz bir hata olmaz mıydı?
Bu sözlerin boşuna söylenmediğini bugün daha iyi anlarken, Türkiye'nin Cumhuriyet'in ilanından 70 küsur yıl sonra aynı sorunların içine yuvarlanmasını da üzüntüyle izliyoruz...

Televizyon ekranında kendisini istismar eden din adamı rolündeki madrabazlara isyan eden Fadime Şahin'e yaşlı başlı ağabeyleri akıl veriyor:
- Kızım sen de gerçek din adamıyla sahtesini ayırdetmeyi becerseydin...
Peki nasıl ayırdedecek din adamının gerçeğiyle sahtesini bir genç kız? Refah Partisi milletvekilinin kızı ve oğlu bile aynı ağın içine düşebiliyorken... Ve kendilerini bugün gerçek dindar olarak takdim edenler "sahtekar " diye suçladıkları kişileri dün hiçbir biçimde eleştirmemişken?
Diyanet İşleri Başkanı Yılmaz da aynı nasihatı veriyor... "Aman sahte mürşitlere dikkat edin" diye uyarıyor gençleri... Profesör Türker Alkan Radikal'deki köşesinde Diyanet İşleri Başkanı' na soruyor:
"... İyi de Sayın Yılmaz, bir mürşidin sahte olup olmadığını neresinden anlayacağız? Benim gibi dini bilgisi kıt olan insanları kandırmaktan daha kolay ne var ki? Biraz Arapça, eski yazı ve üç dört tane eski zaman masalı ezberleyen herkes biz sıradan insanları kandırabilir. Gerçek mürşitlere TSE damgası basılmadığına veya Diyanet'ten ruhsat almadıklarına göre, bu işin içinden nasıl çıkacağız?
Şu Aczmendiler son derece gerçek mürşitlere benziyorlardı örneğin. Dehşet verici sakalları, insanın yüreğini hoplatan sopaları, kendilerinden geçerek yaptıkları zikirleri yeteri kadar inandırıcı değil miydi?
Hele durup durup Atatürk'e laikliğe küfretmeleri onların gerçek birer mürşit olduğunu göstermiyor muydu?
Eğer bu adamlar (ve liderleri tabii) gerçek mürşitler değil idiyseler, neden Diyanet bizim gibi saf fanileri zamanında uyarmadı?
İş işten geçtikten ve Fadime Hanım gibi kızlarımızın başı yandıktan sonra insanları uyarmak kolay. Bunu herkes yapar. Önemli olan, (eğer bu işi görevleri arasında sayıyorsa) Diyanet gibi kuruluşların bu tür uyarıları zamanında yapmalarıdır.
Yalnız Diyanet değil, bazı dinci gazetelerde de yazılar çıkıyor: "İslamcılar bu Aczmendileri zaten defterden silmişti" diye. İyi de bunu neden zamanında duyurmadınız? İnsanları zamanında uyarsaydınız da genç kızlarımızı kendilerini korusaydı doğru olmaz mıydı?
Tabii insanları sadece "sahte mürşitlere karşı" uyarmak da yetmiyor. Bu sahte mürşitler, din tacirleri, gökten zembille mi indi? Dini ticarete ve siyasete alet ederek çıkar sağlayan bu insanlar yıllar boyu sürüp giden bir yozlaşmanın olgunlaşması meyvelerinden başka nedir ki?
Dini oya tahvil etmek için laik eğitimi ortadan kaldıran siyasetçiler "sahte mürşitlerin" ilk ataları değil midir? Ortaçağ artığı eğitim kuruluşlarında veriler skolastik eğitim, laik düzeni değiştirmeye yeminli öğretmen ve öğrenci kitlesi, bütün bunları yönlendiren Milli Eğitim bürokrasisi, yalnız sahte mürşitleri değil, o mürşitlere inanacak müritleri de yıllar yılı yetiştirip hazırlamadı mı?..."

Televizyonlarda izlemiştik... Tansu Çiller'e, yılbaşını geçirdiği Bolu'da, evini ziyarete gittiği bir köylü yurttaşımız tarafından 10 günlük bir kuzu hediye edilmişti. Yine anımsayacaksınız, Orman Bakanı Halit Dağlı, Genel Başkanına yanaşmış, "İzin verirseniz kuzuya biz bakalım" demiş, ancak Çiller "Hayır, Bilkent'teki evime götürüp, orada kendim bakacağım" demişti. DSP Karaman Milletvekili Fikret Ünlü bu olaya kafasını takmış, dün telefonda olayın "faullü" taraflarını anlatıyor.
"Kuzular, tıpkı çocuklar gibidir. Nasıl ki yeni doğmuş bir çocuğun anasından ayrılması doğru değilse, yeni doğmuş bir kuzunun da ayrılması doğru değildir. Ayrılırsa ne mi olur? İlk günlerinde anasından böyle hoyratça koparılan kuzu, ana sütünden yoksun kalacağı için sağlıklı beslenemez, dolayısıyla sağlığı bozulur. Yavrusundan ayrılan ananın çekeceği ızdırap bir yana, sütü de kesilir. O yavru kimbilir şimdi ne acılar çekiyordur."
O yavru çoktaaannn Tansu Hanım'la Özer Bey'in midelerine gitmesiyse sözü edilen acıyı çektiğine biz de katılıyor, geliyoruz DSP İstanbul milletvekili Ahmet Tan'ın, Orman Bakanı Halit Dağlı'nın, "Onu bana verin Sayın Genel Başkanım" şeklindeki israrının yorumuna...
Ahmet Tan diyor ki:
"Halit Bey, bildiğiniz gibi birkaç tane kebapçı dükkanı olan, tanınmış bir kebapçıdır. Kuzu için Tansu Hanım'a yaptığı israrın nedeni bana göre budur. Kuzuyu görünce, mesleki içgüdüyle, bundan iyi kebap olur, diye düşünmüştür"
Zavallı kuzu... Kimlerin eline düştü?