Avukat yazıhanesinin telefonu çalmış. Sekreter açmış:
- Avukat Hicabi Bey'le görüşmek istiyorum...
- Hicabi Bey geçen hafta öldü, demiş sekreter hanım..
Ertesi gün telefonda aynı adam:
- Hicabi Bey'le görüşmek istiyorum...
Sekreterden aynı yanıt:
- Hicabi Bey geçen hafta öldü...
Ertesi gün aynı adam arayıp aynı soruyu sorunca sekreter dayanamamış:
- Beyefendi neden hergün telefon açıp aynı soruyu soruyorsunuz?
- Verdiğiniz cevap her defasında bana büyük bir mutluluk yaşatıyor da...
(Bütün avukatlara uzun ömür dileğiyle)
Anadolu Ajansı'ndan Haydar Öztürk, ilkokulda okuyan oğlunun yeni ders kitaplarını almak üzere geçen hafta Milli Eğitim Bakanlığı'nın Kızılay'daki yayınevine gitti. Yarım saat kadar kuyrukta bekledikten sonra nihayet içeri girebildi, elindeki listeyi görevli memura uzattı.
Listedeki bazı kitaplar yoktu.
Bir hafta sonra yeniden gelmesi istendi.
Haydar Öztürk dün yeniden kuyruğu girdi. Uzun bir süre kuyrukta bekledi. Bankoya geldiğinde aynı memura, eksik kitapların listesini uzattı.
Kitaplar hala gelmemişti.
Arkadaşımızın da artık dayanacak sabrı kalmamıştı;
-Yahu kardeşim dedi, insanları kuyrukta dakikalarca bekleteceğinize, eksik kitapların listesini şu girişteki cama assanız ya... Bu kadar basit şeyi bile düşünemiyor musunuz?
- Düşünmez olur muyuz, düşündük tabii, dedi görevli, düşündük ama müdürümüz izin vermedi!
- İzin mi vermedi? Niye ki?
Görevlinin yanıtı kelimenin tam anlamıyla evlere şenlikti:
- Öyle bir yazı yayınevimizin imajını sarsarmış da ondan efendim!
Haydar, kafasındaki devlet imajı fena biçimde sarsılmış halde, söylene söylene oradan uzaklaştı...
Arkadaşımız Cihan Demirci Fenerbahçe'nin eski ve yeni başkanları arasındaki önemli bir farkı farketmiş:
- Ali Şen bizzat kendisi şov yapardı, diyor, yeni başkan Aziz Yıldırım şovu seyirciye yaptırıyor. Bu fark takıma ve sonuca da yansıyor.
Yerinde bir saptama...
DTCF öğretim üyelerinden biri, fakültenin lokantasında birlikte yemek yediği arkadaşlarına yaz tatilinde Madrid'e yaptığı geziyi ballandıra ballandıra anlatıyordu ki, konuşmaya tanık olan bir başka öğretim üyesi, Prof. Selim Hovardaoğlu espri olsun diye sordu:
-Demek, yaz tatilinizde Madrid'teydiniz?
- Evet efendim, Madrid'teydim.
- Peki, hangi Madrid'teydiniz hocam?.. Real Madrid'te mi, Atletico Madrid'te mi?..
Hoca soruyu olanca ciddiyetiyle yanıtladı:
- Real Madrit'te..!
Mehmed Kemal'i bizler 1968'de Ankara'da Kalem Meyhanesi'nde tanıdık... Yeni yetme devrimciler, yazarlar, şairler, radyocular, televizyoncular... Mehmed Kemal'in iki kadim dostuyla birlikte açtığı Kalem Meyhanesi'nde buluşurdu akşamları. O masa masa dolaşır, dostlarıyla şakalaşır, şen kahkahalarla süslerdi sohbeti. Meyhane birkaç yılda top attı. Mehmed Kemal'le sonraki yıllarda Günaydın'da buluştuk. Hemen her akşam içmesine rağmen sabahları işe 7.30'da gelir, üç taşra gazetesine yazı yazar, Necati Doğru ile biz 9.00 sularında işe geldiğimizde Mehmed Ağabey yazılarını bitirmiş günlük gazeteleri okumaya koyulmuş olurdu. Günaydın'dan aldığı maaş geçimine yetmezdi herhalde. Ama dert etmezdi. En çok rakı ve tavlayı severdi. Hangi konu açılsa söyleyecek sözü, anlatacak öyküsü vardı. Çetin Altan'ın deyimiyle "eski zaman konsolu gibi"ydi... Her çekmecesinde ayrı bir hikaye, her köşesinde ayrı bir hatıra...
İlk öykü kitabı olan 1945 baskısı "1. Kilometre"de şu satırlar vardır:
"Ben şiir yazmayı ve gezginciliği sevdim
Diyar diyar dolaştım gönlümce
Açlığım tokluğum oldu
İyi günler, kötü günler gördüm
Dostlar düşmanlar gördüm
Bir Yahudi kızı tanıdım Karantina'da
Bana parasız pulsuz
İşsiz güçsüz yaşamayı öğretti..."
1993'de basılan "Haber peşinde 50 yıl" adlı kitabının arka kapağında bir ömrü şöyle özetler:
"Bir usta elimden tutup bir gazeteye koydu beni... O gün bugün yazar dururum. Elli yıldır haber peşindeyim..."
12 Eylül darbesini izleyen aylarda, Cumhuriyet'teki bir yazısında anlattığı fıkra yüzünden tutuklandı. 61'inci yaşında cezaevine kondu. Anlattığı fıkra şuydu:
...Abdülhamit'in ünlü paşalarından biri yanına bütün dalkavuklarını alarak, dört çifte saltanat kayıklarından birine binip deniz safasına çıkar. Hava rüzgarlı. Kayık da hızlı gidiyor. Hamlacıyı birkaç kez uyarır. Ama hamlacı dinlemez. Filan, bir alay laf derken... Kayık birdenbire, büyük bir gürültüyle karaya oturuverir. Paşa, alı al, moru mor, kayıkçıyı azarlamaya doğrulur:
- Sersem herif, aptal herif, sen ne biçim hamlacısın, ben sana demedim mi? Bak işte oturduk kaldık, deyince.. Dalkavukların hepsi birden paşa hazretlerini eteklemeye dururlar:
- Güle güle oturun paşam, güle güle oturun!.. Allah oturduğunuz yerden kalkmak nasip etmesin!.. Size ne güzel de yakıştı paşam, ne güzel de yakıştı!.."
Çileli bir hayat yaşadı Mehmed Kemal... Yaşamı bir kitabına ad oldu hatta: "Acılı Kuşak..." Onca acıya rağmen dürüstlüğü ve sevecenliğinden birşey yitirmemişti. Yalın yaşar, yalın yazar, doğrudan şaşmazdı. Cenazesinde Tarık Dursun K.'nın mırıldandığı gibi:
- Gerçek anlamda gazetecilik yapan kuşağın son temsilcilerinden biri daha gitti...
Yazara E-Posta: m.asik@milliyet.com.tr