Haftanın en gurur verici olayı Ayasofya'ya Kahpe Bizans... Pardon, Bizans bayrağı çekilmesini önlememizdi. İspanyol yönetmen Vicente Aranda, Beyaz Şövalye adlı filminin Ayasofya'daki bazı sahnelerinde müzenin tepesine Bizans bayrağı çekmek isteyince şekerlemesine ara veren Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, "Gerekirse ipimi çektiririm ama o bayrağı çektirmem" dedi, aradığını bulamayan Aranda da arkasına bakmadan çekip gitti.Haftanın en mutlu olayı Tayyip Erdoğan'ın Bush'tan randevu almamayı bile göze alıp İsrail gezisinde kafasına "kippa" takmamasıydı. İlişkilerin düzeltilmesi için 1 milyar dolarlık ihale rüşveti verdiğimiz İsrail'e ve dünyaya bu şekilde her dayatmayı kabul etmeyeceğimiz mesajını göğsümüzü gere gere verdik.Haftanın en önemli konuğu Almanya Başbakanı Schröder idi... Başbakan Erdoğan Almanya'dan atılacak 100 bin gurbetçinin sorununu ona yansıtmayarak keyfinin kaçmasını önledi. Tam not aldı. Haftanın en büyük olayı, aylardır dört gözle beklediğimiz İsveç mobilya firması IKEA'nın İstanbul'daki mağazasının açılmasıydı. Böylece halkımızın bir kısmı bu marka için ta İsveç'lere kadar gitmekten kurtulurken gariban takımı da ayaklarına kadar gelen mağazaya hücum ederek mobilyaları uzun uzun seyretti, hayal kurdu. Almanya Başbakanı Schröder, Türkiye ziyaretinde "duygu masörlüğü" yapmış. Kime? "İnanç masörlüğü" yapanlara tabii... TV'de, Mehmet Ali Erbil'in sunduğu Passaparola adlı yarışma programında, doğru yanıt üç isimden biriydi:Tolstoy, Gorki ve Emile Zola...Yazarın bir eseri söylendi ve Fransız'dır diye son ipucu verildi...Yarışmacı hanım düşündü, düşündü ve yanıtı patlattı:- Emine Zola!Erbil'in karşılığı da fena değildi hani:- Yok, Fatma Zola olacaktı... Emile Zola Annem Fatma Aşık, hepimizin annesi gibi, tarifi satırlara sığmayacak muhterem bir insandı. Becerikli elleri, güçlü kolları vardı. Biz çocukken ne çamaşır, ne bulaşık makinesi, ne elektrik süpürgesi girmişti evlere. Annemizi ya mutfakta yemek hazırlarken ya banyoda çamaşır yıkarken veya ortalığı süpürürken görürdük... Hiç dinlendiği anlar yok muydu? Vardı tabii... O anlarda da sökükleri diker, yün örer veya çamaşırları katlardı... Biri kız ikisi oğlan, canavar gibi üç çocuğu besleyip büyütmek kolay mı? Bütçesi sınırlı bir aileydik. İlkokul hocam ailemi çağırmış, "Bu çocuk çok zeki, onu iyi bir okulda okutun" demiş. O yüzden beni Fransız lisesine gönderdiler. Ailenin tasarruf edebileceği bütün para benim okul taksitime giderdi. Kardeşlerime o yüzden benzer imkânlar sağlanamadı. Ne var ki onlar da hayatta başarılı oldular. Kız kardeşim Meral Gülen mutlu bir ev hanımı bugün, erkek kardeşimi herkes tanıyor; ünlü işadamı Metin Aşık...Uzaklarda oturduğumuzdan sabah saat 6'da kalkıp okula yollanırdım. Her sabah kalktığımda çay demlenmiş, kahvaltı hazırlanmış olurdu. Aksi hiç olmadı.Babam akşam eve geldiğinde o günkü işleri anlatır, annemin fikrini alırdı. Annem oturduğu yerden en iyi çözümleri üretir, ertesi gün onun dedikleri uygulanırsa sonuç olumlu olurdu. Kardeşimin iş hayatında başarılı olmasında da annemin payı vardır.Gençlik yıllarında aklımdan "Acaba yaşamak mı iyi, ölmek mi?" diye geçirdiğim günlerin birinde baktım, annem mutfakta iş yaparken oflayıp pufluyor... Anne, dedim, oflayıp pufluyorsun peki ölsem daha iyi diye de geçiyor mu aklından?- Ne yapayım kara toprağın altında oğlum, dedi, oflasak da puflasak da yerin üstü daha iyidir..Ben de bir daha hiç ölmeyi düşünmedim. Annem... Ömürlerini bizler için tüketen fedakâr annelerimiz... Haklarını kim, nasıl ödeyebilir? Annem... Annelerimiz... Evlatlar, annelerini her mayıs ayının ikinci pazarı; anneler, evlatlarını her sabahın birinci dakikası anımsar! Çünkü, insan kendine emek verenden çok, kendisinin emek verdiğini sever. m.asik@milliyet.com.tr