Son 32 yıldır Endonezya'yı yöneten Suharto, halk çoğunluğunun baskısıyla görevinden istifa etmek zorunda kaldı...
Diğer azgelişmiş veya gelişme çabasındaki ülkelerde olduğu gibi bu ülkede hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet gibi olaylar ayyuka çıkmış, gelir dağılımının bozukluğu dargelirli insanları isyan noktasına getirmişti...
Burada ilginç bir nokta var: Dikkat edilirse Endonezya tipi ülkelerde liderler kolay kolay değişmiyor.. Doğal ölüm, suikast, idam, uçak kazası veya halk isyanı olmadıkça azgelişmiş toplumlarda lider değişikliğine pek rastlanmıyor...
Suriye'de Esad... Irak'ta Saddam... Libya'da Kaddafi... Mısır'da Mübarek... Uganda'da İdi Amin... Fas'ta Hasan... Ürdün'de Hüseyin... Yıllardır iktidarda...
Hindistan'ın Gandi'si ölümle işbaşından ayrıldı... Keza Pakistan'da Butto.. Mısır'da Enver Sedat.. Etopya'da Haile Selasiye.. Tunus'da Habib Burgiba.. İran'da Pehlevi devrimle ülkeden kaçmak zorunda kaldı.. Filipinler'de Marcos yine bir halk hareketiyle terk etti ülkesini.. Listeyi uzatmak mümkün...
Peki yukarıdaki liderlerin iktidarları döneminde sanayileşmiş Batı ülkelerinde neler oldu?..
En uzun dönem başkanlık veya başbakanlık yapan kişinin görev süresi 10 - 12 yılı geçmiyor oralarda...
Örneğin: Suharto döneminde İngiltere'de altı başbakan değişti.
Heath, Wilson, Callaghan, Thatcher, Major ve Blair.. Ve bunların hiçbiri koltuğunu şaibeli bir şekilde kaybetmedi. Kaybettikten sonra da aynı mevkiye bir kez daha gelemedi.
Özetle.. Liderlerin görev süresini büyük ölçüde o ülkedeki demokrasi kültürünün ve kalkınmışlığın düzeyi belirliyor. Uzun oturan lider ülkeye hayır getirmiyor...
Haldun Ertem - Londra
Antimedya dergisi, Sabah gazetesi yazarı Andrew Finkel'in bir yazısından aşağıdaki alıntıyı yapmış... Okuyalım:
"Ben çobanların keçe giyip yol kenarlarında hayvanlarını otlattıkları günleri bilen bir kuşaktanım. Yanlarından ayırmadıkları o kirli yüzlü vahşi köpekleri de gayet iyi hatırlıyorum. Bu korkunç hayvanlar havlayarak otomobilinizi birkaç kilometre kovalardı. Genellikle otomobile pek yetişemezlerdi ama yakalasalar karoseri kemik gibi parçalayacaklarına hiç şüphe yoktu. Bir keresinde birisi bana bu köpeklere özellikle çiğ soğan yedirildiğini söylemişti. Soğan, mideleriyle sinirlerini altüst edip bu yaratıkların sürekli gergin olmalarını sağlarmış. Üstelik bu duygu sadece köpeklere özgü değil. Belki fazla hayal görüyorum ama bana öyle geliyor ki adeta tüm Türkiye sabah kahvaltısında bir tabak çiğ soğan yemiş gibi davranıyor..."
Antimedya dergisi bu yoruma şu yorumu yapıyor:
"Hoooşt Andrew hooooşt!"
Radikal gazetesi önceki gün Şemdin Sakık'ın kolluk kuvvetleri ve DGM'ye verdiği ifadeleri yayınladı. Bu ifadelerde Şemdin Sakık, daha önce iki büyük gazete tarafından yayınlanan "ifade"sinden farklı olarak ne bazı gazetecileri suçluyor, ne Akın Birdal'ı... Peki iki büyük gazeteye yansıyan ve Akın Birdal'ın vurulmasına kadar uzanan o ilk çarpıcı ifadeler gazetelere hangi kaynaktan verildi?.. İki büyük gazete, kendilerini ve kamuoyunu fena halde yanıltan bu kaynağı açıklamak ve kınamak zorunda değil mi?..
Kara Kuvvetleri'ne bağlı eğitim ve doktrin komutanlığı EDOK'un eğitici ve öğretmen yetiştiren sınıflarından birinin duvarında konuşmacılara yönelik şu öğütler göze çarpıyor:
Ölçülü ve rahat olun
Sinirlenmeden nefes alın
Konu akışını bozacak duraklamalar yapmayın
Kendi doğal sesinizle konuşun
Açık ve anlaşılır olun
Dinleyicilerle göz teması kurmaya dikkat edin.
Tekrarlara yer vermeyin
Fazla ayrıntıya girmeyin
Eleştirilere olgun bakın
Derslerini böldüğümüz alay ve tabur komutanları bize olgun bakıyorlar nitekim. EDOK gezimiz sürüyor. Bu geziye Türklerle birlikte yabancı gazeteciler de çağrılı. Onlar da bizimle birlikte bütün askeri birimlere girip çıkıyorlar. Askerler, uygulamalardaki talimnamelerin tümüne "doktrin", orta vadeli hedef ve planları içerenlere "konsept", daha uzun vadeli olanlarına "vizyon" adını veriyor. Gazeteciler, yerlisi ve yabancısıyla, bırakın doktrinleri, orta vadeli konseptleri bile ellerinin altında bulabiliyor. 25 yıl önce askerliğimizi yaparken, havan topunun şeması bile devlet sırrıydı. Bugün gelinen nokta o yüzden bizleri şaşırtıyor... Orta vadeli konseptleri bile neden gizleme gereği duymadan göz önüne serdiklerini bir komutan şöyle anlatıyor:
- Biz konseptlerin sanayi, üniversite, basın ve diğer ilgili çevreler tarafından tartışılmasını istiyoruz. Dışımızdaki çevrelerden eleştiri ve katkı bekliyoruz.
EDOK'a internetten ulaşabiliyorsunuz. Adresi: Edok. kkk. tsk. mil. tr.
***
Gezi programında sıra Etimesgut Zırhlı Birlikler Okulu'na geliyor. Orada dinamik ve sempatik bir komutan karşılıyor gazetecileri: Tümgeneral Erdal Ceylanoğlu... Türkiye'ye Renault marka ilk tankların 1927 yılında Atatürk tarafından getirtildiğini, tank teknolojisinin uçak teknolojisiyle aynı hızda yenilendiğini, Türkiye'nin kendi tankını yapmak için çalışmalarını sürdürdüğünü anlatıyor. Türkiye, 2005 yılına kadar en ileri elektronik cihazlarla donatılmış bin tank üretmeyi planlıyor. İddialı bir proje...
Zırhlı Birlikler Okulu'nda daha sonra enfes bir tatbikat izliyoruz. Açık arazide tanklar büyük bir süratle karşı tepelerdeki hedeflere hücum ediyor. Kobra helikopterler onları destekliyor. Tümgeneral Ceylanoğlu tatbikat sonrasında bir ilkeyi anımsatıyor: "Tanklar bir kez harekata başladı mı asla durmaz veya geri dönmezler..."
Durmamak üzere yola koyulmak... Her alanda başarının ilk şartı da bu değil mi?..
Yazara E-Posta: masik@milliyet.com.tr