Yazarın sorumluluğu nerededir? Aziz Nesin der ki:
- Aydının sorumluluğu neyse onun bir basamak daha önünde gider. Nedeni ise sanatın en belirgin olanı yazındır, edebiyattır.
- Peki görevi nedir yazarın?
- Birincisi, kendisini ve çevresini değiştirme isteği taşıyarak okurda toplumsal yapıyı değiştirme istemi yaratmaktır. İkincisi ise halkına karşı kendini borçlu hissetmeli ve yaşamının son anına dek bu borcu ödemeye çalışmalıdır...
Aziz Nesin’in bu görüşleri Abdullah Gürgün’ün “Aziz Nesin ve İsveç Serüveni” adlı kitapta yer alıyor...
Hükümetlerle yazarların arası iyi değildir, neden?
Aziz Nesin yanıtlıyor:
- Yazar kendisinden başlayarak çevresini, ortamını, halkını, bölgesini, dünyayı sürekli değiştirmek isteyen ama edebiyatla değiştirilemediği için okurlarına bu değişim isteğini veren adamdır... Yazar içinde bulunduğu durumdan memnun olmadığı için değiştirme isteğindedir. Aslında hiçbir insan memnun değildir. Ama iktidarlar bunun dile getirilmesinden hoşlanmaz. Dünyadan, halkından, durumdan, statükodan, hükümetlerden memnun olan adam yazar olamaz. Onlar birtakım iktidar gazetelerinin başyazarları, köşe yazarı olabilirler...
- Uluslarararası ölçekte sanatçı değiş tokuşu olduğunda neden hep balerinler, müzisyenler, ressamlar, çalgıcılar, şarkıcılar gider?
Aziz Abi kendi soruyor kendi patlatıyor espriyi:
- Çünkü adam Batı müziği konseri verirken, şarkı söylerken, bale yaparken, dans ederken hükümete muhalif mi değil mi belli olmaz ki...
Soru: Avrupa’yla aramızdaki benzerlik ve farklardan biri de nedir?
Yanıt: Biz irticayla uğraşıyoruz, onlar ilticayla...
Haldun Ertem
Bülent Arınç, “Cunta heveslilerinden arınmış bir TSK bekliyoruz” demiş.
Biz de öyle. Bu arada zimmet, irtikap, ihtilas, nitelikli dolandırıcılık, ihaleye fesat karıştırma, kalpazanlık suçu sanıklarından arınmış bir TBMM de bekliyoruz.
* * *
Rusya’nın “Deli” namıyla maruf aşırı milliyetçi Liberal Demokratik Parti Başkanı Vladimir Jirinovski, “Açılımı destekliyorum” demiş.
Aksini söyleseydi namından şüphe ederdik!
Fahrettin Fidan
Adli Tıp ne dedi?
Hürriyet’te dünkü yazısında Yalçın Doğan Adli Tıp yetkilileriyle konuşuyor. Yetkili anlatıyor:
- İmza tespitinde üç tür imza vardır. Benzer üründür, deriz, kabulü gerekir, deriz ve eli ürünüdür, deriz. Bizi yüzde yüz emin kılan, eli ürünü tespitidir. En hafifi benzer ürün, tespitidir.
- Bu belgedeki imza için ne dediniz?
- Kabulü gerekir, dedik. Benzerlikler fazla.
- İmza Albay Dursun Çiçek’e ait, diyorsunuz.
- Hayır, imzanın kime ait olduğunu tespit etmek, Adli Tıp’ta bizim en zayıf olduğumuz alan.
- Kabul edilebilir, ne demek?
- Kararı mahkemeye bırakıyoruz. Çok emin değiliz, kararı siz verin, diyoruz mahkemeye.
Adli Tıp kararında, görüldüğü gibi, tam kesinlik yok. İncelemeyi yapan kişilerle ilgili de spekülasyonlar var. Adlı Tıp Başkanı bir basın toplantısıyla merakları gidermeli...
Cumhuriyet ve...
Cumhuriyet Bayramı halk katında geçen yıllara göre daha da coşkuyla kutlandı.
Bu sevinçli haber.
Sevinçli olmayan haber...
Toplumun bir kesimi Cumhuriyet Bayramı’nı kutlamıyor...
Oysa geçmişte dini bayramlar sadece o dinin mensuplarınca kutlanır, milli bayramlar ulusun tümü tarafından idrak edilirdi...
“Ayrı ulus” iddiasında olanlar, ikinci cumhuriyetçiler, bir başka düzen peşinde olanlar 29 Ekim’i kutlamıyor.
Taraf gibi Güneydoğu’da çok gazete satmak iddiasındaki yayın organları da onlara uyuyor.
Tabii bu ülkede özgürlük ve demokrasi var. İsteyen istediği bayramı kutlar, istemeyen kutlamaz.. Ama bu madalyonun bir başka yüzü daha var...
Tehlikeli şekilde ayrışıyoruz... Ayrılık noktaları çoğalıyor, derinleşiyor...
Gözlerimize adeta perde iniyor...
Yanı 0başımızda Irak... Biraz daha ötede Pakistan, Afganistan...
Bu ülkelerde her gün kan gövdeyi götürüyor... Koca koca ülkeler tarihten ve coğrafyadan siliniyor...
Neden? Çünkü o ülkeler ulusal bütünlüğünü, toplumsal birliğini, kendi kendine güveni kaybetti...
Kendi ülkemizin kurumlarına sabotaj yaparak, birbirimizin gözünü oyarak, siyasi muhalifleri yok etmeye çalışarak nereye varırız? Irak’a... Pakistan’a.. Afganistan’a... Bunu göremeyecek kadar mı geriledik?
Kavga başladı!
Karıma dedim ki, “Doğum gününde nereye gitmemizi istersin?”
Yüzünde keyiften eridiğini görmek beni ihya etti!.
“Uzun zamandır gitmediğim bir yer olsun !” dedi.
O zaman önerdim, “Mutfağa ne dersin?”
İşte kavga böyle başladı...
* * *
Kadın çıplak, yatak odasındakiaynadan kendine baktı.
Gördüğünden pek memnun kalmamıştı ki, kocasına dönüp, “Korkunç görünüyorum; yaşlı, şişman ve çirkinim!!” dedi ve devam etti:
“Hadi bana bir iltifat yap, buna ihtiyacım var!!.’
Kocanın cevabı: “Gözlerinin maşallahı var.”
Ve kavga başladı...