Meral Tamer

Meral Tamer

Tüm Yazıları

Meral TAMER

1998 model Şahin'e sonradan takılan merkezi kilit, yağmurlu havalarda ya da araba yıkandığında kendi kendi açılıyordu. Okurumuz durumu farkedene kadar, arabadaki tüm eşyaları çalındı.
Merkezi kilit sistemi, yalnızca kolaylık değil aynı zamanda güven verici bir unsurdur. Unutkanlık riskini en aza indirger.
Ancak Adanalı okurlarımızdan Taner Göde'nin örneğinde tam tersi olmuş. Geçtiğimiz eylülde 1998 model bir Şahin alan Göde, merkezi kilit sistemini sonradan taktırmış. Aradan bir ay geçtikten sonra, akşam kilitleyip bıraktığı arabayı sabah kilitleri açık bulmuş. Aynı olay bir süre sonra bir park yerinde başına gelmiş. İlkinde havanın yağmurlu olduğu, ikincisinde ise arabayı yıkattığı okurumuzun dikkatinden kaçmamış. Ama keşke hemen bu sorunun üzerine gitseymiş!
23 ekimde çantalarını arabada bırakıp, bir markete giren Göde ve eşinin nesi var, nesi yoksa çalmışlar. Yeni aldığı ve kaskoya kaydettirmeye fırsat bulamadığı oto teybinden cep telefonuna kadar...
Tahmin edeceğiniz gibi kilitler gene açıkmış. Ve ne kapılarda ne de camlarda en küçük bir zorlamanın işaretleri görülüyormuş.
Okurumuz önce hırsızların anahtar uydurduklarını düşünmüş. Ama araba 15 bin km bakımı için servise girdiğinde, sistemdeki tuhaflıktan da sözetmiş. Ve yapılan incelemede, kapılardaki tahliye delikleri kapalı olduğu için merkezi kilit sisteminin su girişi nedeniyle kendiliğinden açıldığı saptanmış.
Okurumuz, hata Tofaş'tan kaynaklandığı için kendi ifadesine göre 400 milyon liralık zararının da gene Tofaş tarafından tazmin edilmesi gerektiği görüşünde.
Tofaş yetkilileri ise merkezi kilit sistemdeki arızanın, profesyonel bir soyguna neden kabul edilemeyeceğini söylüyorlar.
Arkadaşımız İlkay Özcan'ın sorularını yanıtlayan Adana bölge teknik sorumlusu İzzet Üğütmen, "bu teybin kızağıyla söküldüğü profesyonel bir iş. Aynı park yerinde daha önce de çok sayıda vaka görülmüş. Sistemdeki arıza ise soygundan sonra ortaya çıkmış. Arabada 400 milyon lira değerinde mal bırakılması ise tamamen müşterimizin hatası," dedi.
Daha altı ay önce kilitli otomobilinden tüm eşyalarını çaldıran biri olarak Tofaş'a hak vermemek elde değil.
Bu olayın köşemizde yer almasının nedeni ise, merkezi kilit sistemini sonradan taktırmak isteyenleri uyarmak. Demek ki kapılardaki tahliye deliklerinin açık olup olmadığını da kontrol etmeniz gerek. Aksi halde merkezi kilidiniz yağmurlu havalarda işe yaramaz!

1840 - 1948 dönemi eczacılık tarihimize ışık tutan "Belgelerle Türk Eczacılığı" adlı kitapta, o dönem eczacılarının zarfların üzerini yazıyla doldurdukları dikkat çekiyor.
5 ciltte tamamlanacak olan kitabın ilk cildi, mektup ve reçete iade zarflarıyla, tarihi eczanelerin kartpostalları, laboratuar analizleri ve telgraflardan oluşuyor.
Yılbaşı armağanı olarak gelen birbirinden değerli kitapları, geçen haftadan beri bu köşede her gün sizlerle paylaşıyorum.
Unilever'in basılı ilk yemek kitabımızdan Osmanlı Bankası'nın 135 yıllık çok değerli arşivine, Çarşı mağazalarının Dünya Karikatürü'nden Sümerbank'ın kuruluş öyküsüne çok değişik konularda gezinirken bir amacım da sizleri, kendi çalıştığınız kurumlar konusunda düşündürmek.
Mutlaka geçmişi belgelemeniz şart değil. O zaten yapılmışsa -hatta yapılmasa bile- kurumların değişik ilgi alanlarını okurken, belki siz bambaşka bir sıçrama yapabilirsiniz.
Bugünkü kitabımız, "Belgelerle Türk Eczacılığı"nın birinci cildi. (Zaten diğer 4 cildi henüz yayınlanmış değil.)
Türk eczacıları, eczaneleri, ecza depoları ve laboratuarlarına ilişkin belge ve objelerden oluşan koleksiyonu, adına yakışır şekilde Eczacıbaşı Grubu gün ışığına çıkartıyor.
Gülnur ve Mert Sandalcı'nın 10 yıllık çalışmalarının ürünü olan kitap, Eczacılık Okulu'nun ilk mezunlarını verdiği 1840'tan ilk Türk Eczacılar Almanağı'nın yayımlandığı 1948'e kadarki 108 yıllık dönemi kapsıyor.
Bugünkü anlamda ilk eczaneler, 18. yüzyılın ortalarında İstanbul'da açılmaya başlamış. Açılış tarihi kesin olarak bilinen en eski eczane, Bahçekapı'daki "İki Kapılı Eczane"ymiş (1757). 240 yıllık geçmişi olan bu eczane hala faaliyette. Şu andaki sahibi Tülbentçi ailesine, eczacı dedeleri Corci Tülbentçiyan'dan miras kalmış.
Elimizdeki 1. cildin sayfalarında dolaşırken, o dönemdeki eczanelerde neler yapıldığını, ürün yelpazelerini, zarf yoluyla reklam yapmanın inceliklerini öğreniyoruz.
1924'de Aksaray, 1934'te Tarabya'da dükkanları olan Nüzhet Ziya Bey, "Dakik Ziya" adlı, o dönemin ünlü çocuk mamasını üreten önemli bir eczacı. Yanda fotoğrafı yer alan zarfının üstünde eski yazıyla şöyle denmiş:
"Eczahanemizde, reçeteler son derece dikkat ve ihtimam ile ihzar olunur. Her nevi müstahzarat-ı tıbbiye, maden suları, serumlar, aşılar, ampüller, cam ve lastik şırıngalar, çocuk altına mahsus muşambalar, emzikler, vesaire, vesaire...
Norveçya'nın halis 1. nevi Morina balık yağı...
Müstahzarlarımızdan Dakik Ziya, en mükemmel çocuk gıdasıdır..."
1933'te kardeşi Cemil Akar'la birlikte ünlü Gripin Laboratuarı'nı kuran Necip Akar, daha sonra Radyolin diş macununu da üretir. Diş macununun kendisi kadar Necip Akar'ın geliştirdiği pazarlama yöntemi de dikkat çekici.
Akar, 1930'lardan başlayarak, ürünlerini pazarlayan eczane sahipleri için mektup zarfları ve reçete iade zarfları bastırtmış. Akar'ın yaygın olarak kullandığı bu yöntemi diğer ürün sahipleri de denemiş, ancak başarılı olamamışlar.
Eczacılık tarihimiz açısından eşsiz bir kaynak olan bu zarflar aracılığıyla eczacılarımızın hangi tarihte, nerede eczacılık yaptığını da öğrenebiliyoruz.
Örneğin ünlü Kansuk Eczanesi'nin Osmanlı dönemindeki ilk sahibi İngiliz Joseph Canzuch'muş. Bu "İngiliz Eczanesi"nin sonraki sahibi Muhittin Hüsnü beyin, Soyadı Kanunu çıktıktan sonra Kansuk soyadını alması ise herhalde tesadüf değil!
Türk İlaç sanayiinin "ilk"leri Eczacıbaşı ve İbrahim Edhem Ulagay'la ilgili zarf ve belgelerde ise Bülent Eczacıbaşı'nın dedesi Süleyman Ferit Eczacıbaşı İzmir'deki eczanesiyle, gazetemiz yazarlarından Osman Ulagay'ın dedesi İbrahim Edhem ise laboratuarında yaptığı tahlillerle karşımıza çıkıyor.

Uzun zamandır ABD - Michigan'da yaşayan Nesrin Yazıcı'nın yaz tatilinde Türkiye'den yaptığı alışveriş, Tüketici Mahkemesi'ne kadar uzanan zorlu bir mücadeleye dönüştü.
Arıcı, 1996 eylülünde Levent'teki Bengi Butik'ten aldığı ceketi, düğmelerinin değiştirilmesi için mağazaya bırakmış. Yola çıkmadan kısa bir süre önce de ceketi paketiyle teslim alıp, doğrudan valizine koymuş. O yüzden sorunu ancak Amerika'ya döndüğünde farkedebilmiş. Gördüğü ceket, aldığına hiç benzemiyormuş. Yakanın bir tarafı uzun, bir tarafı kısaymış. Canı sıkılan Arıcı, ceketi bir askıya asıp, ertesi yazı beklemeye başlamış.
1997 temmuzunda yine Türkiye'ye geldiğinde ilk uğradığı yerlerden biri Bengi Butik olmuş. Ancak "bu ceketin bir kusuru" yok yanıtını almış.
Böyle bir tavırla karşılaşmaya alışık olmayan Arıcı, işin ucunu bırakmamış. Beşiktaş Tüketici Hakem Heyeti'ne başvurmuş. İstanbul Konfeksiyoncu Terziler Odası'ndan bilirkişi raporu isteyenn Heyet, 24 kasım 1997'de bu raporu değerlendirerek "ceketin kol takışının ve ıspalanın bozuk olduğuna" karar vermiş. Ama Bengi Butik'in sahibi Yılmaz Erdem bu karara rağmen tutumunu değiştirmemiş.
Arkadaşımız Duygu Arpacı'nın sorularını yanıtlayan Erdem'in öne sürdüğü gerekçe, Tüketici Yasası'na göre hatalı ürünlerin 15 gün içinde geri getirilmesi zorunluluğu oldu. Erdem'e göre, "o mal, o yılın malıydı ve bir daha satamazdı."
Oysa ceketin kusurlu olduğu bilirkişi raporuyla sabit. Okurumuzun ABD'de yaşadığını gözardı bile etsek, kusurlu bir ceketin başkasına zaten satılmaması gerek.
Beşiktaş Tüketici Hakem Heyeti başkanı Ekrem Karakoç, bu durumda Tüketici Mahkemesi'ne başvurulmasını salık veriyor: "Bizim kararımızla mahkemeye başvurulduğunda rapor, kanıt kabul edileceği için hemen karar alınıyor. 15 gün kısıtlamasının böyle bir durumda geçerliliği yok."


Yazara EmailM.Tamer@milliyet.com.tr