Parlamentodaki tek rakibi Cumhuriyet Halk Partisi(CHP)nin AKP karşısındaki tavrı da ne yazık ki genelde bu anlayışın izlerini taşıyor. CHP, Kemal Dervişin nitelikli bütçe eleştirisi gibi istisnai çıkışlar dışında, AKPyi karalamaya ve baltalamaya odaklanmış bir tavır içinde. AKPnin Türkiyede siyasete nasıl damga vurduğunu anlamaya çalışmadan, geleneksel "fren balatası" görevini yapmaya soyunmuş görünüyor CHP. Bu görev aslında tamamen gereksiz değil bence, ancak CHP gibi, yalnızca "fren balatası" çalışan bir "araba" ile tek bir adım ilerlemenin mümkün olmadığı da bir gerçek. Adalet ve Kalkınma Partisi(AKP)nin iktidar koltuğuna yerleşmesini kaygıyla karşılayanların bir bölümü, iktidar partisinden kısaca "Ak Parti" diye söz edilmesine bile tepki gösteriyor, bunu iltimas sayıyor. Onlara göre yalnızca "AKP" diye söz edilmesi gerekiyor bu partiden. İktidar partisinin her yaptığında bir art niyet arayan ve bu partinin ülkeye yararlı hiçbir icraat yapmasının mümkün olmadığını düşünenler de var. Hükümetin başarılı görünmesi müthiş rahatsız ediyor bu kesimi. İktidarın herhangi bir icraatını olumlu değerlendirirseniz hemen "iktidar yalakası" oluyorsunuz onların gözünde. Adalet ve Kalkınma
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Adalet ve Kalkınma Partisi(AKP)'nin iktidar koltuğuna yerleşmesini kaygıyla karşılayanların bir bölümü, iktidar partisinden kısaca "Ak Parti" diye söz edilmesine bile tepki gösteriyor, bunu iltimas sayıyor. Onlara göre yalnızca "AKP" diye söz edilmesi gerekiyor bu partiden. İktidar partisinin her yaptığında bir art niyet arayan ve bu partinin ülkeye yararlı hiçbir icraat yapmasının mümkün olmadığını düşünenler de var. Hükümetin başarılı görünmesi müthiş rahatsız ediyor bu kesimi. İktidarın herhangi bir icraatını olumlu değerlendirirseniz hemen "iktidar yalakası" oluyorsunuz onların gözünde. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin hangi koşullarda kurulup geliştiğini, siyasete damgasını vuracak noktaya nasıl geldiğini araştırmaya da gerek yok bu anlayışa göre.
Parlamentodaki tek rakibi Cumhuriyet Halk Partisi(CHP)'nin AKP karşısındaki tavrı da ne yazık ki genelde bu anlayışın izlerini taşıyor. CHP, Kemal Derviş'in nitelikli bütçe eleştirisi gibi istisnai çıkışlar dışında, AKP'yi karalamaya ve baltalamaya odaklanmış bir tavır içinde. AKP'nin Türkiye'de siyasete nasıl damga vurduğunu anlamaya çalışmadan, geleneksel "fren balatası" görevini yapmaya soyunmuş görünüyor
Çeyrek yüzyıla yaklaşan bu sürede çok şey yaşandı ekonomimizde ama belleğim beni yanıltmıyorsa, bugünküne benzer bir durum pek yaşanmadı. Ekonomiye ilişkin göstergelerin bu kadar iyiye gittiği, buna karşılık, hemen herkesin bu ölçüde halinden şikayetçi olduğu bir durumu ilk defa yaşıyoruz galiba. Türkiye İhracatçılar Meclisi(TİM) yöneticilerinin ve üyelerinin yoğun ilgi gösterdiği "TURQUALITY" toplantısı sırasında kime rastladıysam öncelikle şikayet duydum. Türkiye ihracatta 48 milyar dolarlık yeni bir rekor kırmıştı, neredeyse 30 yıl sonra tek haneli enflasyona kavuşma fırsatını yakalamıştı, borsası uçuyor, Türk tahvilleri uluslararası piyasalarda kapışılıyordu ama kimse halinden memnun değildi. Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen, 12 Ocak 2004 tarihini "Türk ürünlerinin dünya çapında markalaşmasının miladı" olarak ilan etti önceki akşam. Türk ürünleri uluslararası pazarlarda "TURQUALITY" damgasıyla desteklenecek ve bu damga Türk ürünlerinin kalitesini simgeleyecekti. "TURQUALITY"nin tanıtımı amacıyla düzenlenen toplantıda yaptığı konuşmada Türkiyenin ihracatını 2010da 100 milyar dolara ve 2023de 500 milyar dolara yükseltme iddiasını da yineleyen Kürşat Tüzmeni dinlerken bir başka milat
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen, 12 Ocak 2004 tarihini "Türk ürünlerinin dünya çapında markalaşmasının miladı" olarak ilan etti önceki akşam. Türk ürünleri uluslararası pazarlarda "TURQUALITY" damgasıyla desteklenecek ve bu damga Türk ürünlerinin kalitesini simgeleyecekti. "TURQUALITY"nin tanıtımı amacıyla düzenlenen toplantıda yaptığı konuşmada Türkiye'nin ihracatını 2010'da 100 milyar dolara ve 2023'de 500 milyar dolara yükseltme iddiasını da yineleyen Kürşat Tüzmen'i dinlerken bir başka milat tarihi geldi aklıma. Türkiye'nin gerçek anlamıyla piyasa ekonomisine geçmesinin ve ekonomisini dış rekabete açmasının başlangıcı sayılabilecek olan 24 Ocak 1980'di bu tarih.
Çeyrek yüzyıla yaklaşan bu sürede çok şey yaşandı ekonomimizde ama belleğim beni yanıltmıyorsa, bugünküne benzer bir durum pek yaşanmadı. Ekonomiye ilişkin göstergelerin bu kadar iyiye gittiği, buna karşılık, hemen herkesin bu ölçüde halinden şikayetçi olduğu bir durumu ilk defa yaşıyoruz galiba. Türkiye İhracatçılar Meclisi(TİM) yöneticilerinin ve üyelerinin yoğun ilgi gösterdiği "TURQUALITY" toplantısı sırasında kime rastladıysam öncelikle şikayet duydum. Türkiye ihracatta 48 milyar dolarlık yeni
Bu arada Avrupalı şirketlerin ve yatırımcıların davranışları da doların düşüşünü körüklüyor. Grafiklerde de görüldüğü gibi Avrupa şirketlerinin ABD şirketlerine yaptıkları yatırım, ABDdeki borsa balonunun şişmekte olduğu 1999 ve 2000 yıllarında 250 milyar dolarlık bir yıllık büyüklüğe yaklaşmışken 2003 yılında 13.5 milyar dolara kadar düşmüş bulunuyor. Doların nerede duracağı bilinmeyen düşüşü, ABD şirketlerinin daha da ucuzlayacağı beklentisini yarattığı için Avrupa şirketleri ABDde yapacağı yeni şirket alımlarını şimdilik erteliyor ve böylece doların düşüşüne katkıda bulunmuş oluyor. Öte yandan ABD şirketlerinin Avrupadaki şirket alımlarının hızlanması da aynı sonucu yaratıyor.Avrupa doların düşüşünü biraz da çaresizlik içinde kaygıyla izlerken Japonya Merkez Bankası geçen yıl 180 milyar doları aşan dolar alımlarıyla parasının değer kazanmasını sınırladı. Parasının değerini dolara bağlamış olan Çin ise ABD kamu kâğıtlarına yoğun yatırım yaparak doların daha da düşmesini önledi ve böylelikle verdiği dev açıklar sayesinde ekonomisini büyüten ABDnin Çinden yaptığı ithalatın artarak sürdürmesini sağladı. Ancak bu zımni mutabakatın daha ne kadar süreceği bilinmiyor ve Çinin parasını
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
ABD ekonomisinden kaynaklanan risklerin 2004 yılında dünya ekonomisi için en önemli tehdidi oluşturacağı yolundaki tahminleri doğrulayan gelişmeler birbirini izliyor. ABD'nin dev bütçe ve dış açıklarının olası olumsuz etkileri konusunda uyarı yapanlara IMF de katılırken şimdilik en belirgin etki ABD dolarının düşüşüyle kendini gösteriyor. Doların durdurulamayan düşüşü sürerken bu gelişme özellikle Avrupa'yı tedirgin ediyor. Euro'nun serbestçe dalgalanan bir para olması ve Avrupa Merkez Bankası'nın piyasalara müdahaleye şimdilik yanaşmaması nedeniyle dolardaki düşüş doğrudan euro'nun yükselişi anlamına geliyor. Euro'nun sürekli yükselerek 1.30 dolar sınırına yaklaşması ise Avrupa'nın rekabet gücünü kırıyor ve ekonomik büyümeye geçme şansını törpülüyor. Avrupa'da iç talebin güçlü olmaması ve milli gelirin % 17'sinin ihracattan kaynaklanması bu etkiyi güçlendiriyor.
Bu arada Avrupalı şirketlerin ve yatırımcıların davranışları da doların düşüşünü körüklüyor. Grafiklerde de görüldüğü gibi Avrupa şirketlerinin ABD şirketlerine yaptıkları yatırım, ABD'deki borsa balonunun şişmekte olduğu 1999 ve 2000 yıllarında 250 milyar dolarlık bir yıllık büyüklüğe
Bu olumlu haberler her gün manşetlere yansıyor ama milletçe bu tablonun keyfine vardığımız pek söylenemez. Geniş bir kesim göstergelerdeki bu iyileşmenin kendi yaşam standardına yansımamış olmasından şikayetçi. İç talebin patlamamış olması ve istihdamın artmaması, "nerede o eski günler" özlemini canlı tutuyor. "Yatırım yok, bu iş yatırımsız olmaz" yakınması sürerken yakın geçmişin krizlerini unutmamış olanlar hâlâ tedirgin, "TL. değerlenince dış açık büyür, sonunda döviz patlar" inancı silinebilmiş değil. Bu ortamda, göstergelerden ve piyasalardan yansıyan olumlu havanın gerçeği göstermediğini, hatta "medya manipülasyonu" olduğunu düşünenler bile var. Son haftalarda Türkiye ekonomisiyle ilgili olumlu haber duymaktan helak olduk nerdeyse. Enflasyondan ihracata, faizlerden borsaya ve Türkiyenin Euro tahvillerinin kapışılmasına kadar uzanan bir dizi gelişme, bir yıl, hatta yedi - sekiz ay önce kimsenin tahmin edemeyeceği kadar olumlu bir tabloyu ortaya çıkarmış durumda.. Aslında Türkiye 2001de yaşadığı derin krizden çıkış programını fazla aksatmadan uygulamaya devam ettiği için sonuçlarını almaya başladı ve olumlu bir dalga yakaladı 2003de. Bu dalgayı yaratan faktörlerden biri, 2001
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Son haftalarda Türkiye ekonomisiyle ilgili olumlu haber duymaktan helak olduk nerdeyse. Enflasyondan ihracata, faizlerden borsaya ve Türkiye'nin Euro tahvillerinin kapışılmasına kadar uzanan bir dizi gelişme, bir yıl, hatta yedi - sekiz ay önce kimsenin tahmin edemeyeceği kadar olumlu bir tabloyu ortaya çıkarmış durumda..
Bu olumlu haberler her gün manşetlere yansıyor ama milletçe bu tablonun keyfine vardığımız pek söylenemez. Geniş bir kesim göstergelerdeki bu iyileşmenin kendi yaşam standardına yansımamış olmasından şikayetçi. İç talebin patlamamış olması ve istihdamın artmaması, "nerede o eski günler" özlemini canlı tutuyor. "Yatırım yok, bu iş yatırımsız olmaz" yakınması sürerken yakın geçmişin krizlerini unutmamış olanlar hâlâ tedirgin, "TL. değerlenince dış açık büyür, sonunda döviz patlar" inancı silinebilmiş değil. Bu ortamda, göstergelerden ve piyasalardan yansıyan olumlu havanın gerçeği göstermediğini, hatta "medya manipülasyonu" olduğunu düşünenler bile var.
Dalganın üstünde
Aslında Türkiye 2001'de yaşadığı derin krizden çıkış programını fazla aksatmadan uygulamaya devam ettiği için sonuçlarını almaya başladı ve olumlu bir dalga