Bizim düşünce özgürlüğü diye özetlediğimiz şey aslında düşüncemizi ifade etme özgürlüğüdür.
İnsanlık adına engizisyon mahkemelerinde, ülkemiz adına sıkıyönetim mahkemelerinde düşünceyi ifade etmenin bedelini ödeyen çok oldu.
Bugün bir başka noktaya geldik.
Emperyalist ülkeler artık düşüncemizi ifade etmemizle değil, düşünce biçimimizi şekillendirmekle uğraşıyorlar.
Bunu yaparken de en çok sosyal medyayı kullanıyorlar.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, dünyada hükümetleri rahatsız eden açıklamalarıyla bilinir değil mi?
Bu örgüt, 2021 yılından beri, Batı Şeria’da Yahudi işgalcilerin evlerinden attıkları Filistinli insanların dramının anlatılmasına izin vermeyen Facebook ve Instagram’ın sahibi META ile mücadele ediyor.
Emperyalizmin yumuşak gücü BBC, yaptığı bir çalışmada 7 Ekim’den sonra META’nın sadece Hamas değil tüm Filistin medyasının erişimini yüzde 77 düşürdüğünü, buna karşın İsr
ABD’nin yazdığı anayasa ile Irak kağıt üzerinde tek bir ülke ama fiilen 3’e bölünmüş durumda.
Bu parçalanmış yapıyla Irak asla eskisi kadar güçlü olmayacak ve haliyle İsrail için de artık tehdit değil.
Artı Irak’ın kuzeyi Mossad’ın oyun alanlarından birisi durumunda.
Irak’ın haline bakan İsrail, Suriye’nin de 3’e bölünmesini istiyor.
Tıpkı Irak gibi kağıt üzerinde tek bir ülke gözükse bile Suriye’yi kuzeyde Kürtler, güneyde Dürziler, batıda da mezhep ayrılıkları üzerine güç merkezleri yaratma amacındalar. Bu olabilirse Şam’ı da tehdit listesinden çıkaracaklar.
Ve İran… Elbette İran meselesinde durum farklı değil.
İsrail, İran’ın nükleer silaha ulaşma kapasitesini son saldırısıyla geciktirmiş olabilir ama Tel Aviv’in tek hedefi bu değil.
İsrail, İran rejimini yıkmak ve ülke içerisindeki uzun yıllardır devam eden etnik ve mezhepsel geriliminden yeni devletçikler çıkarmak istiyor.
Mossad, İbranice’de İstihbarat ve Özel Harekât Enstitüsü’nün kısaltmasıdır.
ABD stüdyoları 76 yaşındaki bu örgütün başarılarına dair çok film yaptılar, hep madalyonun bir yüzünü gösterdiler.
Gerçekte Mossad’ın başarısızlıkla biten operasyonları da vardır.
Mesela Norveç’te yanlış bir adamı infaz eden ajanlarının deşifre olup tutuklanması, mesela Hamas Lideri Halid Meşal’i infaz etmek için Ürdün’e giden ajanların yakalanması ve İsrail’in ajanlarını kurtarmak için Şeyh Ahmet Yasin’i serbest bırakmak zorunda kalmalarından söz edebiliriz.
MOSSAD yayınladığı videodaki iki kişinin İran’daki ajanları olduğunu belirtti.
Bunların hepsinin bir önemi var ama en önemli nokta Mossad’ın, İran topraklarındaki operasyonlarında hiç başarısızlığa uğramaması.
Önceki gün İran içinden yapılan saldırı aslında Mossad’ın İran’da yıllardır süren başarısının bir sonucu.
Türkiye’de Sezen Aksu’nun “Ağlamak güzeldir” şarkısını mırıldanabilecek insan sayısı milyonlarla ifade edilebilir.
Naim Süleymanoğlu, Türkiye mayosuyla Seul Olimpiyatları’nda rekorlar kırarken TRT spikerinin anonsu “Ağlamak istiyorum” olmuştu.
Ağlamakla kavgalı olan bir millet değiliz biz sonuçta.
Dünya üzerindeki tüm hayvanlar fiziksel bir acı duyduklarında ağlarlar, duygusal sebeplerden dolayı ağlayan hayvan sayısı çok azdır.
Buna karşın insan hayatı boyunca fiziksel acıdan çok duygusal bir tepki olarak ağlar.
Yazının konusu biz değiliz ama liderler.
Hayvanlara, sıradan insanlara hak gördüğümüz ağlama hakkı, liderler söz konusu olduğunda birden tartışmalı hale geliyor.
Birçok insanın içindeki Darwinci yan, ağlamakla güç arasında ters orantılı bir ilişki kuruyor.
Mesleğim gereği çok cenaze törenine katıldım.
Yas tutan ilçeler gördüm, toplu ölümlerin yaşandığı yas tutan iller de gördüm ama bir belediye başkanı için tüm bir ilin yas tuttuğuna ilk kez şahit oldum.
Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı Ferdi Zeyrek’in naaşını taşıyan cenaze aracı, belediye binasının bahçesine girdiğinde neredeyse tam önümde durdu.
Bir yanda alkışlar diğer yanda gözyaşları ve hıçkırıklar doldurdu bahçeyi.
Cenaze aracının ön koltuğunda CHP Genel Başkanı Özgür Özel oturuyordu.
Özel’i Soma faciası yaşandığı dönemde Manisa Milletvekili olarak tanımıştım, üzerinden 11 yıl geçmiş.
O zamanlarda hem çok üzgün hem de çok öfkeliydi.
Onca yılda bir sürü olay yaşandı, makamlar, mevkiler değişti, hep temas halinde olduk.
NATO üyesi ülkelerin devlet ve hükümet başkanları, Haziran’ın 24’ünde Lahey’de buluşacaklar, Cumhurbaşkanı Erdoğan da orada olacak.
Bu zirve NATO tarihinin en önemli zirvelerinden birisi olacak.
NATO üyeleri gayrisafi yurtiçi hasılalarının yüzde 2’sinin savunmaya harcanması koşulunu revize edecekler.
ABD oran olarak yüzde 5 istiyor, AB’den yükselen ses yüzde 3.5 ama yürürlük tarihi 2030’dan sonraya kalsın diyenler var, hemen silahlananım diyenler var, halen bir uzlaşı bulunamadı. Bu arada daha yüzde 2’yi bile karşılamayan 8 NATO üyesi ülke var.
Brüksel’de olup bitenleri Güldener Sonumut zaten yazdı ama işin Türkiye için fırsat kısmına da bakmak lazım:
Konuştuğumuz oranlar göze küçük gelebilir ama gayrisafi yurtiçi hasıla oranı yüzde 3.5’a çıkarsa Hollanda’nın savunma bütçesi yaklaşık 19 milyar avro artacak, bunu tüm Avrupa’ya yaydığımızda ortaya çıkan rakam son derece büyük olacak.
Almanya, NATO’nun hızla silahlanması gerektiğine i
Kemal Kılıçdaroğlu’nun kayyum olarak tekrar CHP Genel Başkanı koltuğuna oturması ihtimali var.
Yakın çevresi ekranlarda heyecanını saklayamıyor, sosyal medyada da Kemalciler ve mevcut yönetimi savunanlar arasında ciddi kavgalar yaşanıyor.
Önce durumun net bir tespitini yapmak lazım:
Kılıçdaroğlu, kayyum olarak partinin başına gelirse hemen Kurultay’a gitmek zorunda değil.
Zaten genel başkanlık koltuğu gittiği günden beri medyaya bir şeyler fısıldayan adamları bu fikri açık açık söylüyorlar.
“Yolsuzluk iddiaları partiye çok zarar verdi, Kemal Bey, şaibeli Kurultay ile ilgili yargılanan isimlerden önce aklanmalarını isteyebilir” gibi cümleler çoktan kulislerde dolaşıma sokuldu bile.
CHP, hemen Kurultay’a gitmediği, 2026’daki Olağan Kurultay’ın beklenmesine karar verildiği takdirde, CHP’de kavga daha da sertleşir, Özel’e destek veren il yönetimlerinin tasfiye süreci başlayabilir.
“Sol bir sendika, siyasi yelpazenin solunda yer alan, iktidarda değil muhalefette olan bir partiye karşı grev yapar mı?”
Son günlerde sık sık gördüğüm bu cümle aklıma Lenin’in “Halkın Dostları Kimlerdir ve Sosyal Demokratlara Karşı Nasıl Savaşırlar” kitabını getirdi.
Bu kitap Sovyet devriminden 24 yıl önce yazıldı.
Kitabın yazılma nedeni de Lenin’in bireysel terörü başlıca amaç haline getirmiş Narodnikler’in Marksizm’e ihanet ettiği düşüncesidir.
Tarihte başka teorik tartışmalar da var ama siyasi yelpazenin solu tek bir küme değildir, bir sürü kompartman, amaç, yorum farklılıkları vardır.
Teoride ve tarihte daha bir sürü tartışma var ama kafamızı daha berrak hale getirmemiz lazım.
Bir örnekle durumu netleştireyim, DEM söyleminde devrimci jargonu kullanır ama sınıf mücadelesi vermez, etnik bir grubun mücadelesini verir.