İstanbul’un su konusunda imdadına yetişen yerlerden biri de Istranca.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde başladı su getirme işi, halen devam ediyor.
Şimdi bir kalker ve dolomit ocağı kapasite artışı için Istranca Ormanları’nda 144 bin 871 ağacı kesmek istiyor.
Ne dünyada ne de Türkiye’de rezerv problemi olmayan madenler için bu kadar ağaç kesilirse ne olacak?
“Çin malı”, “Çin pazarı” denilince ucuz ama kalitesiz ürünler gelir çoğu kişinin aklına.
Koronavirüse karşı Türkiye’de uygulanacak “Çin aşısı” için de benzer bir hava dolaşıyor ortalıkta.
İlk başta koronavirüsün kaynağı olarak damgalanan yarasa çorbası nasıl Çin mutfağında yer almıyorsa, Çin malları konusunda da fena halde eksik bilgilerimiz.
Çin yönetimi son yıllarda dünyanın fason üretim üssü olma fikrinden vazgeçip, kendi global markalarını yaratma politikasını benimsedi.
Sonuçta dünyanın en değerli 500 markası listesi içerisindeki Çinli şirketlerin sayısı arttı.
Toplam 6 trilyon dolar değer biçilen bu 500 markalık listedeki Çin şirketlerinin değeri 1 trilyon doları aştı.
Bankacılık sektöründe en değerli markalar listesinde ilk 10’a girebilen iki marka da Çin markası.
Sigortacılıktan teknolojiye ve yazılım sektörüne kadar bir sürü alanda Çin global markalar yaratmayı başardı.
Kasımpaşa’da Oya Kayacık kim diye sorsanız herkes bilmez ama Oya Abla derseniz herkes tanır.
Oya Kayacık, Robert Kolej mezunu, konakta büyüyen, Suna Koç’un sınıf arkadaşı, yokluk nedir bilmeden büyümüş birisi.
Oya Abla, Kasımpaşa Çocuk Yuvası’na tüm hayatını, 60 yılını adamış, tiyatroya gittiği bir gece, bazı çocuklar patatesten zehirlenince, geceleri de yurtta kalmaya başlayacak kadar fedakâr bir kadın.
Oya Kayacık hiç evlenmedi, çocuğu yok.
"Ne Rahmaninov ne de Kızıl Ordu, tek bir plak bile bulamadım, her yerde İbrahim Tatlıses kasetleri var.”
1994 yılıydı, Bakü’de, Sovyet dönemine dair arayıp da bulamadıklarım için söyleniyordum durmadan.
Tek Türkiye kanalı TRT 1’de, Ferhunde Hanımlar’ı seyredip, Yakup Kadri’nin Yaban’ını okuyup, ardından uzun yürüyüşlere çıkarak geçiyordu günler.
İstanbul’a telefon açmak demek 6 saat beklemek demekti, musluktan akan suyu ancak kaynattıktan sonra içebiliyorduk.
Yürüyüşlerim, şehitliğin arkasında, Abşaron Yarımada’sını gören geniş taraçada bitiyordu genellikle.
Karanfil bırakılmış mezarların başında ağlayanların yanından geçip, manzara seyreden âşıkların olduğu yere varıyordum.
Ölüm acısı ve aşk birbirine bu nasıl bu kadar yakın durabilir diye bilmiş sorular üretiyordum.
O yolu 2003 yılında bir kez daha yürüdüm.
TRT’de yayınlanan Payitaht Abdülhamit dizisinde Çorum leblebisinin yer aldığı bir sahne ekrana geldi.
Uydurulmuş bir karakterle değil, Çorumlu Yedi Sekiz Hasan Paşa üzerinden yapıldı leblebinin reklamı.
Çorum Belediyesi, o sahne için 40 bin lira reklam parası ödemiş ya, bunu tartışıyoruz üç gündür.
TRT’de ekrana gelen ve izleyicisi olan bir dönem dizisinde, böyle bir sahneyi bu kadar düşük bütçeyle çektirmek başarı.
Çorum Belediye Başkanı, eleştirilere alınmakta haklı ama kurduğu cümlelerle haklı kalamamış.
Başkan diyor ki, “Bizi eleştirenler Abdülhamit’e Kızıl Sultan diyenlerin torunlarıdır.”
Klasik bir Türkiye refleksi bu.
Konu ne olursa olsun, ülkedeki kamplardan birine laf çakıp, kendi kampından “Bizim adamımız” diye destek bulma çabası.
"Avrupa Parlamentosu Türkiye’ye sert yaptırım kararı aldı.”
Bu Kasım 2020’nin haberi, her yerde çarşaf çarşaf yazıldı.
Avrupa Parlamentosu, 2019’da da Suriye operasyonları nedeniyle Türkiye’ye “Hedefli yaptırım” kararı almıştı.
Ülkesinde milletvekili adayı yapılmayanların yollandığı bu organı fazla ciddiye alıyoruz.
Avrupa Birliği’nde önemli kararları sadece devlet ve hükümet başkanları alır.
Aralık Zirvesi’nde Türkiye’ye yaptırım uygulanması için Fransa, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi ciddi baskı yapıyor.
Almanya “Ankara ile müzakere yorgunu” olduğunu ve yaptırım olabileceğini söylüyor ama o yaptırım ne?
Fransa’nın istediği Gümrük Birliği’ni askıya alma gibi yıkıcı yaptırımların çıkması imkânsız.
'Türkiye’nin Maldivleri' diye tanıtıyoruz Salda Gölü’nü.
NASA’nın dünyada tek dediği gölü, Maldivler üzerinden anlatmak başarısı (!) bize ait yani.
Dağıttığımız ödüller kıymet bulsun diye “Türkiye’nin Oscarları” diye duyuruyoruz ödül almaya hak kazananların listesini.
Berlin Film Festivali Altın Ayı dağıtır, Cannes Film Festivali Altın Palmiye, Antalya’nın Altın Portakal’ını “Türkiye’nin Oscarları” diye duyuran kafa ne sorunlu bir kafadır...
Bu arada bilim kategorisinde dağıtılan ödüller için hiç “Türkiye’nin Nobel’i” lafını kullanmamışız, ne güzel.
Bilişim Vadisi’ni, Türkiye’nin “Silikon Valley’i” diye takdim eden de biziz,
Yaşayan Afrikalı sayısının fazlalığından dolayı Gülbağ’ı Türkiye’nin Harlem’i olarak yazan medya kuruluşu gördüm.
ABD’de otomotiv sanayiinin merkezi Detroit olduğu için Bursa’ya “Türkiye’nin Detroit’i” diyenlerimiz var.
Adnan Menderes, Londra’da geçirdiği uçak kazasının ardından İstanbul’a gelir oradan trenle Ankara’ya geçer.
Ankara Garı’nda Menderes’i karşılayanlar arasında CHP Genel Başkanı İsmet İnönü ve Kasım Gülek de vardır.
Oradan Meclis’e geçilir, Demokrat Parti’nin önemli isimlerinden Samet Ağaoğlu ve Mükerrem Sarol, Başbakan’a yaşanan ortamdan yararlanarak, bahar havası yaratmak, ülkedeki gerilimi düşürmek için adım atmasını önerirler.
Adnan Menderes fikri değerlendirirken odaya Demokrat Parti Grup Başkanı Atıf Benderlioğlu gelir: