Bazı derslerimin ilk haftasında tahtaya geçmişten geleceğe yönelen uzun bir ok çizerim. Üzerine iletişim açısından önemli birkaç tarihin çentiklerini atarım.
Ana gelişim hatlarını ortaya koymadan insanları anlayamaz, imajları yönetemez, değişimin yansımalarını sağlıklı analiz edemeyiz.
İletişim dendiğinde akla hep “söz”ün, “ses”e dökülüşü, ağızdan çıkan hali gelir. Oysa iletişimde “öz”, “yazı”dır. Yazıyı çıkarırsanız geriye anlamlı bir gerçeklik neredeyse kalmaz. Yazılı bir metni, sözlü bir metinden daha değerli bulmamız, gazetelerin itibarda diğer iletişim araçlarından önde olması bundandır.
İnsanın zaman çizelgesinde yazı, bulunması, icat edilmesi, dönüştürülmesi en zor tekniktir. O kadar ki, mağara duvarına çizilen ilk resimlerle bugünkü haline benzer çizimler arasında geçen süre 37 bin yıl. Yanlış okumadınız, gelişimi en çok zaman alan tekniktir yazı. Ne kadar saygı hak eden bir birikim.
Zaman çizelgesine geri dönelim.
Yazıyla matbaanın bulunması arası 5 bin yıl, matbaayla Türkiye’de ilk gazetenin çıkması arasında ise 400 yıl bile yok. Değişim, zamansal mesafelerin arasını daraltıyor.
75 yıldır ülkemiz medyasının kılavuz gazetesi, “basında güven”in kalesi Milliyet, deneyimleriyle, tanıklıklarıyla, derin kökleriyle, enerjisiyle, kavrayışıyla ve kendini yenilemesiyle güçlenerek geleceğe yürüyor.
75 yılda, ortalama bir insan ömrü süresinde, dünya 75 bin kez değişti. Radyo denilen küçücük kutuya “o kadar insanı nasıl sığdırmışlar” şaşkınlığından, uzayla iletişim kurmamıza geçiş sadece bir insan ömrüne sığdı. İlk bilgisayar ekranını gören “baby boomers” kuşağı, şimdilerde yapay zekâyla iletişim de kuruyor.
Dünya haritası değişti, haber değişti, gazetecilik değişti ama Milliyet, 1950’de Bab-ı Âli’de hangi sorumlulukla çıkmaya başlamışsa bugün de aynı sorumlulukla okura ulaşmaya devam ediyor. Efsane Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi’nin çok sevdiği mavi arabasından Emlak Caddesi’ne akan kanıyla yazılan bir tarihin mirasını taşımak kolay değil.
Ülkemden öte, kişisel bağım bambaşka benim Milliyet’le. Ömrümün içeriğini belirleyen gazete. Babamın cebinde getirdiği Milliyet’in manşetlerinden öğrendim okumayı. İlk okulumdu Milliyet. Büyüklerin elini öpmek gibi bir gelenekti evimizde.
İlk çocuk bahçemdi Milliyet Çocuk. İlk hayat bilgilerim.
Abdi İpekçi’nin öldürüldüğünü öğrendiğimiz an, o üç kurşun evimizin orta yerinden geçmişti sanki. Buz kesmiştik.
Evimize sinen o keder, Ankara Üniversitesi Basın-Yayın Yüksek Okulu’nu kazanmama gerekçeydi. Sonra o okulda asistan olup, yine bir Abdi İpekçi sevdalısı Ahmet Taner Kışlalı’yla oda komşusu olmamın gururunu neyle değişebilirim ben?
Köşesinde yazdığım Milliyet’le ben, aynı ayda, mayısta doğmuşuz, ne güzel bir tesadüf. Ki ben tesadüflere inanmam.
Genel Yayın Yönetmeni Özay Şendir’in, “güvensizlik yüzyılı”nda Milliyet’in “güvenin adresi” olmasını öne çıkaran anlayışıyla tarihi misyonu sürdürmesi, genel okuma oranlarının düşmesine rağmen, Milliyet okuma oranlarının yükselmesini getiriyor.
Milliyet vazgeçmediği karakteri, milletiyle eşlediği kimliğiyle 75 yıldır olduğu gibi ufka doğru yürümeye devam ediyor. Nice yıllara…
AKLIMDA KALAN
Milliyet Çocuk Dergisi: Ülkü Tamer, Yalvaç Ural, Halit Kıvanç gibi dev ama mütevazı yazarlarıyla, “Yuki”, “Pıtırcık” karakterleriyle, çizgi romanlaştırılmış klasik eserleriyle (Dostoyevski’den Yaşar Kemal’e), “mektup arkadaşı” köşesiyle, genel kültür sayfalarıyla içinden hiç çıkmak istemeyeceğimiz bir okuldu, eğlenirken öğrendiğimiz bir çocuk bahçesiydi. Milliyet Çocuk’un yokluğu çocuklar için de ülkemiz için de büyük eksik.