<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Şampiyonlar Ligi'nde her puanın önemi var. Lig ve Avrupa kupalarında en çok deplasman maçı kazanan Lazio, bu geleneğini dün de sürdürdü.
Gerçekten çok kontrollü, rakibine boş alan bırakmayan, bütün depar kulvarlarını kapatan, orta sahayı da kalabalık tutup ayağa çabuk kısa paslarla hem rakibin, hem seyircinin ritmini bozan bir takım. Sonra da bir iki kaliteli oyuncusuyla sonuca gidiyor.
Beşiktaş'ın, Türkiye Ligi'nde deplasmanda oynayıp kazandığı maçlara çok benzeyen bir doksan dakika yaşadık. İlk 18 dakika Stankovic dört şut attı, bol pas sonrası. Arkadaki dörtlü savunma hücuma hiç katılmadı, ön libero gibi oynayan Albertini de fazla ofansif role soyunmadı. 28 dakika Conceiçao, İbrahim'in kanadında oynadı. Kaan Dobra fazla alan buldu. Bu kez antrenörleri Conceiçao'yu ters tarafa gönderdi. Bu kez İbrahim etkili oldu. Ama birbirine çok alışık olan Peruzzi, Couto, Stam üçlüsü tecrübeleriyle, pozisyon almalarıyla sadece bir kez açık verdiler. Ondan da Giunti yararlanamadı.
Pancu orta sahadaki ikilinin önünde başladı. Santrfora geçti. Daha sonra Giunti çıkınca ön libero gibi oyuna girdi. Pancu tam Beşiktaş tempoyu yakalayacakken, inanılmaz toplar
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Futbol matematik değil. Bulmaca da değil. Futbol basit bir oyun. İki tane kuralı var. Top sendeyken pas yapacaksın, gol kovalayacaksın. Kaybettiğin topları da kazanmak için uğraşacaksın. İşte dün gecenin özeti bu.
Fenerbahçe 65 dakika ikinci önemli kuralı unuttu. Maçı kaybediyordu. Tansiyonun artmasıyla yapması gerekenleri hatırladı, üç puanı kurtardı. İlk 65 dakikada, İstanbulspor maçı örneği gibi Fenerbahçe top oynamak istiyordu. Ancak top rakibe geçtiğinde arkadaki Gaziantep'in üçlü savunması Bouazizi, Johnson ve Mehmet Polat'ın rahat rahat pas yapmalarına imkan veriyor, hatta Mehmet Polat'ın ileri çıkışlarına göz yumuyordu. Rakip forvet ve orta saha oyuncuları da rahat rahat top alıyorlardı. İşte bu yüzden 65 dakika boyunca Gaziantep takımı karşısında Fenerbahçe hiçbir şey yapamadı. Yedikleri gol öncesi faulün verilmemesinden kaynaklanan tansiyon yükselmesi ile takım hırslandı. Ve bırakın Gaziantep savunmasının paslarını, komple Gaziantep takımını presle boğdular. Hatta bu pres sonucu iki gol buldular.
Fenerbahçe'nin ilk 65 dakikada bir pozisyonu vardı, o da Serhat'la. Son 25 dakikada yedi pozisyon yakaladılar. Derslik bir maçtı. Van Hooijdonk bir
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Zafer Biryol maçtan sonra şöyle dedi: Rakip 11, biz 20 kişi oynadık. Aslında maçın özeti buydu. Yine aslında Zafer, Galatasaray'a karşı saygılı bir üslupla konuştu.
Konyaspor belki 20 kişi oynadı ama Galatasaray da takım halinde çok kötüydü. Oyuna 3-4-1-2 gibi başladılar. İki orta saha Petre ve Ayhan'ın önünde oynayan Hasan Şaş santrfor gibi üçüncü forvet olunca orta saha rakibe geçti. Hemen hemen ilk yarı pozisyon bile bulamadılar. Oyun olarak Konyaspor üstünlük sağladı. Ev sahibi ekip bayağı açık oynayarak Zafer Biryol - Cenk ikilisinin yanına Ayhan'ı da soktu. İlk yarının son üç dakikasında Ömer - Hakan tartışmasından ise kırmızı kart çıktı.
İkinci yarı on kişi kalan rakibine karşı Fatih Terim dörtlü savunmaya dönüp, orta sahayı kalabalık tuttu. Ayrıca bütün forvetleri de oyuna soktu. Sol çizgide Hakan - Baliç ikilisi, sağ çizgide Prates ile Sabri ikilisi. Çift santrfora teorik olarak evet, ama pratiğe geçildiği zaman çizgide oynaması gereken oyuncular çok içeri girdiği için savunmanın göbeğinde bekleyen Konya'nın işi kolaylaştı. Teknik Direktör Hüsnü Özkara takımı on kişi kaldığı için forvetten Cenk'i çıkarıp Kayserispor'dan santrfor olarak alınan
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Takımın fizik gücü; çok iyi. Takımın oyun disiplini; iyi. Oyuncu değişiklikleri; çok iyi... Kazanma arzusu; çok iyi... Yardımlaşma; çok iyi. Eee bu kadar iyinin içerisinde de iki hafta üst üste geriye de düşseniz maçları kazanırsınız.
Fenerbahçe geçmiş yıllarda hani geriye düştüğü zaman havlu atardı ya, artık bu tedavülden kalktı. Oyun disiplini içinde maçın sonuna kadar kazanmaya çalışıyor. Tabii bunlar fizik gücüyle ve arzuyla olacak işler. Oyunun son bölümlerinde dahi Serhat, Tuncay ve Van Hooijdonk sıcağa rağmen rakip takımın savunmasını rahatsız ediyorlardı. Ne driplingle, ne de pasla ileri çıkmalarına izin verdiler.
İki takım da pozisyonlar yakalayarak maça başladı. Diyarbakır oyunu çirkinleştirmeden oynadı. Fenerbahçe adına ilk yarı üç, Diyarbakır adına iki pozisyon vardı.
İkinci yarının ilk dakikasında tartışmaya açık pozisyonda verilen penaltı Fenerbahçe'nin bu yılki artısını ortaya çıkardı. Aynı zamanda Daum'un da. Maçın son 44 dakikalık bölümünü çok yüksek tempoyla oynayarak bol pozisyon buldular. Önce Tuncay'ın golü, daha sonra Van Hooijdonk'un penaltısıyla (barajlı penaltı devri başladı) öne geçtiler. Ve Fenerbahçe üçte üç yaparak
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Beşiktaş'ı iki yıldır dikkatle izliyorum. Kazanırken düşündürdüğü ilk maç. Skor 3-0 iken 3-2 olmuş, ben o kısmına bakmıyorum. Konsantrasyon hatası, penaltının dışarıda oluşu, bunlar gerekçe. Ama asıl sorun, maçın tamamında en önemli özelliği olan oyun sisteminden uzak olmasıydı. Beşiktaş zaman zaman iyi oynamayan takımdır ama hep elinde bir kozu vardır. O da oyun disiplini ve top rakipteyken ligin en iyi takımı olmasıdır. Çok maç hatırlıyorum Cordoba'nın duş almadan evine gittiğini. Uzağa da gitmeyelim. Beş gün önceki Ankaragücü maçı canlı örnek. Kendi pozisyonu açısından yine klasik 6-7 pozisyon buldu. Üçünü de gol yaptı. Ama doksan dakikaya baktığımız zaman rakibin de pozisyonları var. Değerlendirebildiği iki gol... Tabii kazanırken ders almak, kaybederken ders almaktan daha güzel. Tahmin ediyorum Lucescu'nun en üzüldüğü galibiyetlerden birisi budur.
Maçın başında belli oldu ki, her iki takımın kanatlarından iş çözülecek. Denizli 4-5-1 oynadı. Orta sahayı kalabalık tutup futbolu didişmeye doğru götürmek istedi. Ama İbrahim ve Kaan Dobra ofansif yönde etkili oldu. Rakip açısından baktığımızda Denizlispor, Timuçin ile net pozisyonlar buldu. Hava çok sıcaktı.
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Kelebek gibi uçar, arı gibi sokarım'. Bu sözü Muhammed Ali söylemişti. Rakip ile 12 raunt maç yapar, etrafında dolaşır durur, rakip bir tane vuramazdı. Muhammed Ali de arada etkili üç dört yumruk atar, sıkıştırdı mı da çok kötü abondone ederdi. Beşiktaş da aynı. Bol bol top çevirdi. Belki on tane Cordoba'ya geri pas gitti. Topu rakibe bırakmadı. Seyirciyi de sıktı. Ama rakibine hiç pozisyon vermedi. Kendisi de maç boyunca altı tane pozisyon buldu. Etkili ataklardı. Üçünde de gol geldi. Maçı izlerken "ya böyle futbol mu olur" diyorsunuz akşam eve gidince futbolda en önemli iki unsuru Beşiktaş'ın yaptığını görüyorsunuz. Cordoba duş almamış, kendi hanesinde üç gol var. O zaman bu takım, iyi takım.
Lucescu, Ahmet Dursun'un arkasına Tümer ve Ahmed Hassan'ı serpiştirmiş. Tek forvet gözükseler de üç forvet oynuyorlar. Arkada Ahmet Yıldırım'ın yerine Emre ile başladı. Emre'yi de formda tutmak istiyor ve "uzun maratonda kafamda sen de varsın" mesajını veriyor. Belki yine Ahmet'e döner, belli olmaz. Kısacası Lucescu mevcut kadrosunu formdan düşürmeden yerine göre emzik dağıtıyor.
Maçın ilk 25 dakikası müthiş bir Ahmed Hassan izledik. Her yere koşu yapan, boş saha
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
İki boksör düşünün. Bir tanesi müthiş hazırlanmış, müthiş motive olmuş. Hem fizik olarak, hem konsantre olarak üst düzeyde. Sürekli hücum yapıyor, sürekli yumruk atmak istiyor. Diğeri ise yerinde duramayan rakibine karşı kollarını bile kaldırmıyor. Bırakın kollarını kaldırmayı, gardını almıyor. Bırakın gardını almayı, kafasını aşağıya bile eğmiyor. O maçın sonucu nakavt ile biter.
Fenerbahçe, Trabzon'dan moralli dönmüş, uzun süredir de Kadıköy'de kazanamamıştı. Bu yüzden ofansif oyunculardan kurulu kadro ile sahaya çıktı, sürekli hareket halinde oynayarak, özellikle golü yedikten sonra müthiş pres yaparak süper bir doksan dakika çıkardı. Oyuncular adeta Kızılderililer gibiydi. 20 tane pozisyon buldular, yedi tanesi gol oldu.
Elazığspor, Şükrü Saracoğlu Stadı'nda öne geçiyor ve pozisyonların çoğunu da rakibine dörde bir yakalanarak veriyordu. Bir kere İstanbul'a geldiğinde yenilebilirsin, farklı da kaybedebilirsin ama böyle bir savunma ile oynarsanız, rakibin orta sahadan gelen sürpriz koşularına kendi orta sahanız geriye gelmezse işte böyle çaresiz kalırsınız. Doğrudur, Elazığspor ciddi bir teknik hata yapmıştır. Düşünün takımın en iyisi kaleci. Bir
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Beşiktaş klasiği dün de devam etti. Geçen yıl üç puanları tek farklı skorlarla elde eden Siyah - Beyazlılar, yine tek farklı skorla galibiyet yakaladı.
Lucescu, lige başladığı on birle Bursaspor karşısına çıktı. Ahmed Hassan'ın iki gol atması, Sinan'ın iyi performans göstermesi, Lucescu'nun fikrini değiştirmemişti.
Yedeklerin listesine baktığınızda öyle bir kadroyu her antrenörün isteyeceğini düşünürsünüz. Her girebilecek oyuncu, maçın kaderini değiştirecek kapasitede.
Kafalarda hep Bursaspor'un savunma yapıp Ganea, Okan ve Sertan gibi çabuk oyuncularla, kontratağı düşüneceği vardı. Ama Hagi, dakika 1 golü düşündü, dakika 90 yine golü düşündü. 4 - 4 - 2 oynayıp, orta saha oyuncularını da ofansif kullandı. Erman'ın çabukluğuna güvenip, defansı orta sahaya kadar çıkardı. Kontratak riskini bile göze almıştı. Bunun avantajları ve dezavantajları vardı. Dezavantajları; kontr yemesi söz konusuydu. İlk yarıda bir, maçın son 20 dakikasında üç tehlike atlattı. Bu risklere karşılık kanatlarda ikişer oyuncu oynattığı için İbrahim ve Kaan Dobra'nın yanı sıra Ahmet Yıldırım ve Zago'nun da oyuna katılmasını engelledi. Maçın büyük bölümünde de Bursa üstündü. En az