<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Ben Türk futbolunda çok önemli bir oyuncuydum. Çocuk yaşlarda mahalle arasında bile yetenekli bir oyuncu olarak sırıtıyordum. 1978’de Nazilli Sümerspor’da Amatör Küme’de futbola başladım, iki sezon sonra yine amatör Muğlaspor’a gittim. 1980’de ise Boluspor’a profesyonel olarak transfer oldum. Yani ilk çim sahayla 18 yaşında tanıştım. İlk kez uçağa da Ümit Milli Takımı’nda bu yaşta bindim. Dönüp geriye baktığımda, hiç genç milli olmamışım. Yani beni 15 - 16 yaşlarında görmemişler. Benim jenerasyonumdan da birçok arkadaşım hemen hemen aynı durumdaydı.
Şimdi bakıyoruz, ulusal takımımız, kulüp takımlarımız Avrupa ve Dünya çapında. Eskiden Dünya Kupaları’nı izlerken takımlara hep gıptayla bakardık. Birçok oyuncunun altında Fransa, İngiltere, İspanya gibi liglerde oynadığı yazardı. Şimdi bizim de çoğu oyuncumuz Avrupa’nın liglerinde oynuyor. Uluslararası deneyimlerini çok küçük yaşlarda kazanıyorlar. Bu büyük avantaj. Ben ilk 10 milli maçımda kulüp takımımda iyi oynarken, uluslararası maçlarda iyi oynamıyordum. Milli olma sayım fazlalaştıkça daha iyi olmaya başladım.
Şimdi Tuncay, Emre,
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Uruguaylı hakem bitiş düdüğünü çaldığı anda bütün Fransız futbolcular ellerini kaldırarak inanılmaz bir sevinç gösterisinde bulundular. Ve bu maç kendi sahalarındaydı. Aslında maçın özeti de bu görüntüde yatıyordu.
Bizim klasik problemimiz bu maçta da tekrarladı. İlk yarıya yine kötü başladık. Zaten nedense bir türlü iyi başlayamıyoruz. Bu turnuvada bütün rakipler ciddi. Hepsi girdikleri pozisyonu gole çeviren takımlar. Hele Fransızlar ceza sahası içinde halı sahada oynar gibi pozisyon yaratan ve bunları değerlendiren oyunculardan kurulu.
Skoru 2-1'e getirdikten sonra üçüncüyü yememiz işleri bozmuştu. İkinci yarıda kontratak tehlikeleri bizi bekliyordu. Ancak bu olmadı. Bütün ikinci yarılarda olduğu gibi rakibimize yine üstünlüğümüzü gösterdik. Ve maça sahanın en iyi oyuncusu İbrahim'in ortasında Tuncay'ın attığı golle başladık. Oyunu bir anda Fransızlar'ın yarı sahasına yığdık, rakibimizi defansından çıkarmadık. Hatta bir iki tane çok cılız atakta acaba bizim kalede Barthez mi oynuyor diye düşündüm.
Milli Takımımız'ın en önemli artısı ilk kez oynayan da
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Tam tarih tekerrürden ibarettir derken son saniye golü herşeyi bozdu. Parreiralı Fenerbahçe yıllar önce Şenol Güneşli Trabzonspor'u 1-0 geriden gelerek 2-1 yenmişti. İki teknik adam dün gece yine karşı karşıya geldiler. Bu kez Parreira'nın takımı öne geçti, ancak Şenol Güneş'in takımı durumu 2-1'e getirdi. İşte o son saniye golü tarihi yok etti.
Üzülsek mi, sevinsek mi? Tabii ki hedef için beraberlik yeterliydi. Ancak yakalamışız Brezilyayı. Son 15 dakikada yakalamışız üç futbolcumuzla kaleci Dida'yı. Yap dörtlük, geç tarihe.
Şenol Güneş klasik antrenör tiplemesi ile takımı sahaya çıkardı. Hani bir puan yetiyor ya. Tek forvet Tuncay, arkasında Yıldıray, vs.. vs..
Eksik kadrosuna rağmen dar alanda zaten çok etkili Brezilya. Bu tür taktikle oynarsan defansını bir şekilde açarlar. Golü yedikten sonra yine normale, yani iki santrfora döndük. Dünyanın sayılı takımlarından biri olmamızı sağlayan sisteme geçtik. Yani yürekli oynadık. Ve karşılığını da aldık. Müthiş oynayarak ikinci yarıyı tamamladık. Şenol Güneş yine son dakikalarda bir defans oyuncusu aldı ve
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> İlk kez Deniz - Servet göbekte, İbrahim Toraman da sol tarafta oynadı. Orta sahamız Amerika maçının iyileri Selçuk, Ergün ve Volkan'dan kuruluydu. Forvet ise aynıydı. Bu kez karşımızda sahasında bekleyen Amerika değil, rakip sahada şok presle oyuna başlayan bir Kamerun bulduk. 30 - 35 dakika sahamızdan çıkamadık. İlk kez oynayan arkadaki oyuncular da topu olumlu kullanamadılar. O güvendiğimiz orta sahadaki üçlü de yedikleri şok presten dolayı çok top kaptırdılar. Topun rakipte kalmasını sağladılar. Bu 30 dakikada kısacası Kamerun bizi abondone etti. O bölümde gol yemedik, devreyi de berabere bitirdik.
İlk yarıda daha fazla efor sarfeden Kamerun'u bu kez biz kendi silahlarıyla vurduk. Rakip sahada biz prese başladık, Kamerun defansını hataya zorladık. Ve topu da çok çabuk kazandık. İkinci yarının hemen hemen tamamında roller değişmiş, oyunun hakimiyeti bize geçmişti. 2-3 tane net pozisyon bulduk. Pas yaptık, şut attık, topu kenarlara taşıdık. Oyunu tamamen inisiyatifimizde tuttuk. Ancak son dakikada herşeyin bir bedeli var diyoruz ya; Servet'in yaptığı gereksiz penaltı yenilgiyi getirdi. Servet'in topla fazla
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Fenerbahçe öncelikle sabırlı bir araştırmadan sonra ince eleyerek antrenörünü buldu. Bana göre de en doğru seçim yapıldı. Hani mevcut antrenörler arasında en iyisi Daum diyorlar ya bana göre Dünya'nın sayılı hocalarından biri.
Sorumluluk Daum'da
Önce Trabzonlu Aurelio alındı, şimdi yine sabırla Daum'un istediği oyuncuların peşindeler. Bildiğim kadarıyla Fenerbahçe 4-1-3-2 sistemi ile oynayacak. Bunlara uygun oyuncular aranıyor. Bütün sorumluluk da Daum'da. Dörtlü savunmanın sağında zaten problem yok. Fatih ve Ali Güneş var. Daum iki stoperi de Brezilyalı oyunculardan düşünüyormuş. Ama Ümit Özat da Daum'un tercihi olabilir. İsmail Güldüren de hazır olursa bu bölgede problem kalmaz. İsmail stoperde oynadığı için dörtlü savunmanın solunda da fayda sağlar. Orta sahada o bir oyuncu Johnson veya Kemal olabilir. İkisinin de artı eksileri var. Onların önündeki üçlü için Aurelio, kazanılırsa Yusuf, Ceyhun, Hakan Bayraktar zaman zaman Ali Güneş, hatta Kemal yeterli. Orta sahanın sol tarafında İsmail'in önünde Erhan Albayrak oynayabilir. Fenerbahçe'nin öncelikle iyi
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Artık geleceğimizden korkmuyoruz. Dünya Kupası'ndaki üçüncülükten sonra istikrarlı çizgimiz devam ediyor. Bu Mini Dünya Kupası'nın ilk maçında önümüzdeki yıllarda kullanabileceğimiz oyuncuları oynattık. Gördük ki, geleceğimiz emin ellerde.
Amerika Birleşik Devletleri takımı çok koşan, mücadele eden, ancak kalitesi bizim altımızda olan bir takım. Kaliteli oyuncularımızın farkı hemen ortaya çıktı. Hele bir de kadroda kendini ispat etmek isteyen ve bu formayı kaptırmama amacında olan genç oyuncular da herşeylerini ortaya koyunca işimiz fazla zorlaşmadı. Rakibin ilk tehlikeli atağında golü yiyip geriye düşmemize rağmen oyun disiplininden kopmadık. Önce penaltı ile beraberliği yakaladık. Ardından maça iyice ağırlımızı koyup, Tuncay - Volkan verkaçıyla ikinci golü de bulunca hakettiğimiz galibiyet geldi. Maç içindeki tek problemimiz iki kanat oyuncumuza fazla destek gelmemesi idi. Bu yüzden ilk yarıda sol taraftan, ikinci yarıda sağ taraftan tehlikeler yaşadık. Amerika takımı kalite farkını engellemek için arkası dönük kimi görse hemen ısırdı. Bu biraz bizi etkiledi, ancak sonucu engelleyemedi.
&nbs
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> 1988 - 89 sezonu... Şampiyon olduğumuz yıl... Sakarya deplasmanında tanıştım Hakan ile... Genç bir oyuncuydu... Maçın başında kafayla şahane bir gol atmış, bir kafa vuruşu da direkten dönmüştü. Karşılaşmadan sonra otobüste arkadaşlarla konuşurken, o maçla birlikte, biz de iz bırakan isim Hakan olmuştu... O gün, bugün hep attı Hakan... Hem yıllarca oynadığı ligimizde, hem de Avrupa maçlarında istikrarını hep korudu... Avrupa'da da tanınan birinci oyuncumuz oldu...
Ulusal maçlarda oynayacağımız rakiplerimizin antrenörlerinin ağzından hep şu sözü duyarız; "Kolay kolay Hakan Şükür olunmuyor... Önlem alınması zor bir oyuncu."
Uzun stoper koyarsın olmaz... Çabuk bir kısa koyarsın yine olmaz... Kapanırsan hiç olmaz...
Geniş alanda topu iyi kullanır. Rakip defansa hücumu filan unutturur...
Maç içersinde çok sıkışırsın, topu şişirirsin... Vurmasa da vurdurmaz.. Vücudunu kullanır, indirir, servis yapar. Makedonya maçındaki ikinci gol gibi. Üçüncü golde de koşusu, sol ayak içiyle bırakışı, iyi bir santrfor örneğidir.
&
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Milli Takımımız niye Dünya üçüncüsü oldu? Son yıllarda niye büyük çıkış yakaladı? Tabii ki, önce yetenekli oyuncuların bolluğundan. Ancak sadece yetenek bile başarı için yetmez. Rakiplerinizden ne kadar üstün olursanız olun, iyi konsantrasyonu sağlayamazsanız, zaferi yakalayamazsınız. Dün buna mükemmel bir örnek gördük.
Ekibimiz zaten topa sahip olduğumuz zaman çok etkili oyunculardan kurulu. Ama topu ele geçirmek için öncelikle rakipten fazla topla buluşmanız gerek. Bu da presle olur. Makedonya karşısında ilk yarıda hiç PRES yapmadık. Rakip rahat rahat hücuma çıktı. Topa sahip olma oranlarına baktığımızda, hemen hemen eşit olduğunu gördük. Top rakipteyken, pres yapamayınca kalemizde dört pozisyon yaşadık, ikisi de gol oldu.
İkinci yarıda ise rakip topla oynarken de, futbolun önemli olduğunu anladık ve koşarak, mücadele ederek Makedonya'nın çabuk hücum yapmasını engelledik. Bunu sağlayınca da, kalite farkı hemen ortaya çıktı. Maçın ilk yarısındaki görüntüyle, ikinci yarıdaki çok farklıydı. Burada ikinci yarıda oyuna sürülen başarıya aç oyuncuların da etkisi oldu. Hakan'ın etrafına