<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Kolay değildi... Trabzonspor deplasmanı, kadroda yer alan gençler ve Fenerbahçe'nin geleceği için büyük önem taşıyordu. Nedeni de Sarı - Lacivertli takımın diğer ekiplere göre farklı olmasıydı. Fenerbahçe 1 puan önde olsa ligi bırakmaz. Ama 5 - 6 puan geriye düştü zaman, felaket yaşar. Dış etkenler nedeniyle abondone olur, toparlanamaz. Oyuncular güvenini kaybeder, taraftarlar heyecanını yitirir. Rakipleri Galatasaray ve Beşiktaş, puan olarak gerilere düşse bile, yarışı bırakmaz.
İstanbulspor yenilgisinin ardından Fenerbahçe bunları düşünmüş olacak ki, Avni Aker Stadı'nda oyuna kontrollü başladı. Öncelikle 1 - 0'ı düşündü. Kadrolara bakıldığı zaman da bu zaten açıkca belli oluyordu.
Ev sahibi ise önemli üç oyuncusundan yoksun olmanın sıkıntını yaşadı. Orta sahadaki isimlerin yaratıcı olamayışı da dengeleri Fenerbahçe lehine çevirdi. Bordo - Mavililer, zor şartlarda bulduğu iki net pozisyonu da değerlendiremeyince hedefine ulaşamadı.
Sahada mücadele eden 22 futbolcu arasında en iyisi Van Hooijdonk'tu... Forvette tek başına mücadele eden Hooijdonk, sol çizgideki Tuncay ve sağ çizgideki Serhat ile oldukça uyumlu oynadı. Gol attı, faul yaptırdı, sürekli
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Galatasaray kulübü için Şampiyonlar Ligi'ne girmek her şeyden önemliydi. Kasasını ve stadını doldurmak için başka alternatifi yok gibiydi. Bu düşüncesini hayata geçirmek için oyuna tempoyla başladı Galatasaray. Ancak temposunun yanı sıra iki ayaklı bir maç olduğu için de kontrollü elden bırakmadı. Orta sahada Batista, Volkan, Ergün rakibin hızını kesti, onların tam önünde sağda Hasan, ilerde de Ümit Karan ile Hakan Şükür ikilisiyle gol arandı... İlk beş dakikada da, rakip henüz uyanmadan tur için yeterli skoru aldı. İkinci gol Galatasaray'ın çok daha kontrollü oynamasına yol açtı. Bu durum hazırlık maçlarında gördüğümüz kontratak sıkıntısını da ortadan kaldırdı. CSKA Sofya, bu akıllı taktik karşısında en büyük kozu olan kontratak futbolundan vazgeçmek durumunda kaldı. Arkada oynayan Prates, Bülent, De Boer, K.Hakan hiç yarı sahayı geçmedi, rakibe geniş alan bırakmadı. Her şeyden önemlisi de, maç boyunca CSKA'ya yarım pozisyon dahi vermedi.
Galatasaray, ikinci devrede rakip on kişi kalınca o kadar sabırla pas yaptı ki, Bulgarlar'ın adeta başı döndü. Seyirci farkın artması için mırıldanadursun, aslında Galatasaray doğruyu yapıyordu. Eksik kalan rakibi pasla
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Ne diyelim, nasıl başlayalım, nasıl bitirelim bilemiyorum. Dilim tutuldu. Afrika'da yaşayan birisini getirin, tribüne koyun, hangi takımın on katı para harcadığını sorun, size hemen İstanbulspor cevabını verir.
55 bin özlem dolu seyirciyi arkasına almış Fenerbahçe, oyunda tempo yakalamak istiyor, buna karşılık İstanbulspor çok sakin, sabırlı savunma yapıyordu. Çıkarken de, maçın başından sonuna kadar, kesinlikle dan - dun vurmuyor, ayağa paslarla önce tempoyu düşürüyor, sonra da Fenerbahçe savunmasının arkasına attığı toplarla da pozisyon üretiyordu. Aykut Kocaman maçın böyle başlayacağını biliyordu. Bütün düşündükleri oldu. Uygulaması da tuttu. Dört pozisyonda iki gol attı. Fenerbahçe ise dört pozisyonda sıfır çekti.
İkinci yarı futbol adına inanılmazdı. Erhan atıldıktan sonra İstanbulspor kendi kendine oynamaya başladı. Futbol da ne yaparsın? Pas yaparsın, yaptı. Şut atarsın, attı. Pozisyona girersin, girdi. Hem öyle bir iki tane değil, hesaplaman için hesap makinası lazım. 90 dakika sonunda 3 - 0'la yetindi. Biraz gayri ciddi vuruşlarla da tarihi farkı kaçırdı. Futbol sadece top sendeyken oynanmıyor. Top rakipteyken de iyi oynayacaksın. Oynamazsan
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Sezonun ilk maçında Galatasaray direkten döndü. 90 dakika boyunca rüzgârın kontrolü altında oynanan bir karşılaşma izledik. Rüzgâr ilk yarıda Diyarbakırspor'un lehineydi. Galatasaray bu olumsuz hava şartına karşın yerden, ayağa çabuk paslarla oyuna hükmetti.
Ancak ilk Diyarbakır atağında sol kanattan kalesindeki ilk tehlikeyi de gördü. Bu bir uyarıydı... Bir dakika sonra da golü yedi. Bu dakikadan sonra Galatasaray tecrübesine karşın büyük bir demoralizasyon yaşadı. Konuk takımın kontratakları vardı ve üç net tehlike kaçtı.
Sarı - Kırmızılılar abondone olmuştu. Hiçbir futbolcu sorumluluk almıyor, Hakan Şükür ve Frank de Boer gibi oyunculara karşın panik bitmiyordu. Teknik olarak yaşanan en büyük sorun Hasan Şaş ve Berkant'ın, Hakan Şükür'e çok yakın oynamasıydı.
Eminim ki, çalan ilk yarı düdüğü Fatih hocanın bugüne kadar duyduğu en güzel düdüklerden biriydi.
İkinci yarıda Arif - Bülent değişikliği şok bir operasyon olarak takıma tempo kazandırdı. Diyarbakır ilk yarıda çok efor sarf etti ve ikinci yarıda oyundan düştü. Hep söylüyorum; Hakan Şükür gibi santrforun olsun yeter. Fizik olarak çok iyi olmamasına rağmen koştu, çalıştı ve karambollere
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Klasik bir ifadeyle sezonun ilk maçları zordur denir. Nedense? Sıcağın - nemin dışında ilk maçlar motivasyon dışında iyidir, heyecanlıdır. Bu heyecan Samsunspor'da vardı, Beşiktaş'ta yoktu.
Haa Tümer'e haksızlık yapmayın. 70 dakika Samsunspor ile tek başına maç yaptı. Bir türlü öne geçemedi çocuk. Beşiktaş takım halinde iyi oynamazken, bir tek Tümer ofansif yönde bir şeyler yapmak istedi. Sergen ve İlhan gibi oyuncular dönünce formayı alamama ihtimali olmasına rağmen müthiş rahat ve etkili oynadı.
Samsunspor 1 - 0 öndeyken, Beşiktaş'ın şuursuz ataklarına karşılık, ev sahibi iki kez yüzde 100 pozisyon buldu. Bunları değerlendiremeyince Mircea Lucescu geç olsa da oyuncu değişikliklerini hatırladı. Hadi maça Ahmed Hassan ile başlamadın, bari golü yer yemez alsaydın ya oyuna...
1 - 0 geridesin, topu rakip cezaalanına kadar getiriyorsun, gelen ortalarda ve yaşanan karambollerde son vuruşu en iyi yapabilen, markajdan kurtarabilen Ahmed Hassan gibi bir silahı neden kullanmıyorsun? Zaten oyuna girdi ilk buluştuğu topu ağlara yolladı. Çok iyi pozisyon aldı. Son saniyelerde de Samsun'un kullandığı kornerde Ahmed Hassan, Cordoba'ya yumrukla diye işaret etti.
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Başarıyı sahiplenen çok olur. İşler iyi gittiğinde çok kahraman bulursunuz. Biraz başarısız oldunuz mu, herkes kaybolur. Milli Takımımız'ın, Türk futbolunun, Avrupa ve Dünya'daki başarılarını da sahiplenen çok olmuştur. Bu sahiplenenlerin arasında pek Gündüz Tekin Onay'ı görememiştik. Ama gerçek devrimi yaratan kuşkusuz odur. Yıllardır inanılmaz bir özveriyle çalışarak "Oğlumun elinden tutan olsaydı futbolcu olurdu" atasözünü de ortadan kaldırdı. Sadece Türkiye'nin değil, dünyanın neresinden olursan ol, yetenekli oyuncuyu mutlaka buluyorlar. Beylerbeyi'ne hocayla görüşmeye gittim, Saat 09.30'da yanındaydım. Telefonla konuşuyordu. Karşısında da Avustralya'da antrenörlük yapan Yasin Özdenak var. Yasin hocaya soruyor: "Oralarda 1986, 87, 88 doğumlu yetenekli oyuncular var mı?" Beylerbeyi nere, Avustralya nere? Bugün milli takımda oynayan futbolcuların içinde Gündüz hocanın emeğinin geçmediği birinin olduğunu sanmıyorum. Bu yüzden de geleceğin milli takımından da çok ümitliyim.
Hoca telefonu kapatınca söyleşiye başladık:
- Yetenek futbolda ne kadar önemlidir?
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Futbolculuk yıllarımda gelecek sezonu dört gözle beklerdim. Kısa da olsa dinlenip tatilin keyfini çıkarmak için. Şimdilerde ise uzun uzun tatil yapma şansımız doğdu. Yorumculuk, gazetecilik fazla rahatmış. Geçenlerde sabah simitimi ve eski kaşarımı alıp Ortaköy'e gittim. Uzun zamandır görmediğim, futbol görüşüne çok inandığım (hiç futbol oynamamış da olsa) Arnavutköylü arkadaşım Kenan ile karşılaştım. Başladık sohbete. Konu Türk futbolu. Gündeme kulüplerin Avrupa'daki başarısı geldi.
"Galatasaray'ın UEFA Kupası'nı kazanmasının dışında hiçbir başarımız yok" dedi bana. "Olur mu, Beşiktaş çeyrek finale çıktı, Galatasaray yarı final oynadı" dedim. "Kimleri elediler ki" karşılığını verdi. Tek tek saydı. "Beşiktaş çeyrek finale çıkarken Bosna - Hersek takımını, daha sonra küme düşen İspanyol Alaves'i, futbolu geriye giden Dinamo Kiev'i ve Slavia Prag'ı geçti. Bu takımların bütçesine baktığımız zaman Beşiktaş'ın veya herhangi bir kulübün dörtte biri değiller. Nitekim Lazio çıktı, elendiler. Biraz daha geriye gidelim. Galatasaray Rapid Wien, Neuchatel Xamax ve Manoco'yu eleyerek yarı finale geldi. Steaua Bükreş'e de elendi.
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> 2002 Dünya Şampiyonası’nda üçüncü olduk. Konfederasyon Kupası’nda yine üçüncü olduk. Bir yıl arayla yarı finalde mücadele eden iki takımın kadroları arasında benzerlik yok. 11 farklı adam.
Kolombiya karşısına çıkan ilk on birde Ömer haricinde geçen yıl Kore - Japonya’ya giden oyuncu bulunmuyordu. Yaş ortalamamız da çok düşük. Bence yakaladığımız dereceden çok önümüzü görmemiz açısından oynadığımız futbol çok önemliydi. Biz hep Uzakdoğu veya Güney Amerika takımları ile oynayalım. Hem Dünya Kupası’nda, hem de burada toplam 12 maç oynadık. Bir tek Avrupa takımı ile karşılaştık, kaybettik. Ancak iyi bir maç çıkardık. Ben şu iyi oynadı, bu iyi oynadı gibi yorumlara girmekten çok şunu belirtmek istiyorum. Sahadaki 14 oyuncudan sadece Ergün’ün, Japonya ve Kore’de oynadığını düşündüğüm anda, 2004 ve 2006’da bizi favori göstereceklerine kesinlikle eminim.