<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Christoph Daum'un antrenörlük kariyerine baktığımızda başarılarla dolu. Kendisiyle Beşiktaş'ı çalıştırdığı dönemlerde çok sık bir araya gelmiştik. Kafası tamamen futbolla dolu. İşi kazanmak üzere kurulu. Antrenman bilgisi, taktik bilgisi, heyecanı bana göre mükemmel. Fenerbahçe gündemdeki antrenörler arasından en iyisini seçti demek aslında yanlış. Sadece gündemin değil, futbol dünyasının en önemli hocalarından biri geldi. Fenerbahçe'yi iyi tanıyan birisi olarak zaten çok heyacanlı olan tribünlere, heyecanlı bir antrenör gerekirdi. Bu adres de Daum'a çıkmaktaydı.
Daum ile tabii ki oyuncu olarak veya aynı çatı altında çalışmadım. Ancak sohbetler sırasında, onun döneminde oynayan oyunculardan, hatta bir dönem yardımcılığını yapan Rıza'dan çok önemli şeyler öğrendim. Bazı detayları sizlere aktarmak istiyorum. Örneğin Gökhan Keskin'in şu cümlesi çok enteresan; "Çökük durumdaki, beklentilerin sıfıra indiği takımlar için ideal bir antrenör. Yavaş yavaş değil. Çok çabuk damgasını vurarak bir anda çok şeyi değiştirebilir." Bu sözlerin altını çizmek gerek. Fenerbahçe şu an o durumda.
Rıza
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Şenol Güneş ve ekibi milli takımda göreve başladıklarında çok kişi tarafından bombardımana tutuldu. Oysaki Şenol Güneş'in futbol bilgisi ve kültürü, kişiliği bu eleştirileri haketmiyordu. Zaten zaman içerisinde de bu işi becerebileceğini gösterdi. Şenol hoca çok çalışkan bir insandır. Sporculuk yıllarında da belinden ciddi şekilde sakat olmasına rağmen özel maçlar dahil bırakın puan maçını çift kalelerde bile formasını kimseye vermezdi. Ancak önümüzdeki günlerde oynayacağımız maçlara çağıracağı kadroyu neden bu kadar başı boş bıraktığını anlamakta güçlük çekiyorum.
İngiltere maçında ciddi bir düşüş içindeydik. Tabii ki İngiltere'ye mağlup olmak doğaldır. Ancak bu maçta Rüştü'nün sahanın yıldızı seçilmesi düşündürücüdür. İki tane gol yiyen Rüştü demek oynamasaydı daha önceki İngiltere maçlarının skorlarını egale edecekmişiz. İngiltere maçına çok kötü hazırlanmıştık, bunun faturasını ödedik. Şimdi aynı hatayı Slovakya maçı için de tekrarlıyoruz. Hemen gözüme çarpanları yazayım;
Milli Takım'ın önemli dört tane forveti var. Hakan Şükür; Futbola uzun süre ara verdi. Blackburn'e gitti, orada
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Beşiktaş'ı tebrik ediyoruz. Beş puan önde girdiği son iki haftada, tek rakibi Galatasaray'ı İnönü Stadı'nda ağırladı ve avantajını iyi kullandı. Oyunun tamamında tedbiri elden bırakmadı. Böyle oynarken de aut ve korner atışlarında bile en az 30 saniye, 1 dakika maçtan çaldı, hem rakibini, hem de zamanı kontrol etti. Galatasaray takımının hücum başlangıçlarındaki top kayıplarını da çok iyi değerlendirip, üç - dört tane net pozisyon buldu.
Galatasaray takımı 4-2-2-2 düzeni ile sahaya çıktı. Orta sahayı kalabalık tutup, oyunu uzun süre yönlendirmeye çalıştı. Plan belliydi. Fatih Terim 0-0 giden maçı son 25 - 30 dakikadaki değişikliklerle lehine çevirmek istiyordu. Aslında Terim'in hesapları iyi gitti. İkinci yarının başlamasından sonra orta sahadan Ayhan'ı çıkardı, Arif'i aldı. Daha sonra da Lukunku'yu. Maçın en kritik anları aslında bu dakikalardı. Beşiktaş ve Galatasaray derbisi kısaca son 30 dakika başladı. İlk 60 dakika Galatasaray orta sahada daha fazla pas yaparak oyunu soğuttu. Son yarım saat kazanırsam, kazanırım dedi. O da olmadı.
Revivo'nun ortasında Ümit Karan'ın vuruşu
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Önümüzdeki yıl Fenerbahçe için çok önemli. "Ak akçe, kara gün içindir" bir atasözü. Şimdilerde "Ne olacak Fenerbahçe'nin hali" de bir atasözü oldu. Fenerbahçeli mutsuz ve üzgün. Mutlak surette başarı istiyor. Bunu da hakediyor. Kupa yok, lig yok ama baktığımızda seyirci rekoru yine Fenerbahçe'de. Şimdi herkes antrenör kim olacak diye merak içinde. Daum mu, Fernandez mi, Ersun Yanal mı yoksa gizledikleri başka bir isim mi? İşte tehlike burada başlıyor. Fenerbahçe yönetim kurulu ve başkanı masaya yumruğunu vuracak, daha ilk gün "Fenerbahçe'yi x hoca çalıştıracak" diyecekti. Ancak yıllardır yaptıkları hatayı bu sene de tekrarladılar. Rıdvan Dilmen mi, Mustafa Denizli mi olsun? Lorant mı, Oğuz mu? Lorant gittikten sonra Oğuz mu, başka birisi mi? Şimdi de gündemdeki isimler tartışılıyor. Bu tartışmalar en az bir ay sürüyor. Bu bir ay içinde Rıdvan'ı isteyenler, Denizli'yi isteyenler veya Daum'u isteyenler, ya da istemeyenler başlıyor yorumlara. Bu yorumların neticesinde farzedelim Daum geldi. İşte bir aydır söylenenler ortada, yazılanlar da. İstemeyenler daha sonra Fenerbahçe'nin maçlarına biz demedik mi diyebilmek için gidiyorlar. Bence en büyük hata
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Klasik Beşiktaş, klasik Gençlerbirliği. Maça gelmeyen, televizyon izlemeyen ama daha önce bu iki takımı seyreden insanlar için doksan dakikanın nasıl geçtiğini tahmin edebilmek hiç de zor olmamalı.
Beşiktaş yine kontrollü oyun, iyi savunma, oyun disiplinine sadık orta saha, Sergen - İlhan ikilisine Pancu takviyesi ile pozisyon arayan takım. Gençlerbirliği yine skor ne olursa olsun ofansif düşünceden asla vazgeçmeyen takım.
Gençlerbirliği'nde Ümit'in olmaması, Thomas'ı arkaya attı ve orta sahadaki pas yüzdesi düştü. Çünkü orta sahada oynayan Thomas takımı çabuk hücuma çıkaran bir oyuncuydu. Bu mecburi değişiklik tabii ki Gençlerbirliği'nin oyun düzenini çok az da olsa etkiledi. Ama o az, öyle bir problem çıkardı ki, bir hamle hatası ile Thomas ikinci sarıyı gördü ve atıldı. Bu da maçın Beşiktaş lehine tamamen dönmesini sağladı. Önce Kaan Dobra'nın frikiği, daha sonra Kaan Dobra'nın ikinci golü, (Bu golde enteransan olan kafayla asisti yapan libero Ronaldo, golü atan orta sahanın sağındaki Kaan Dobra), derken klasik Ahmet Hassan golü, ilk yarının ve maçın sonucunu belirledi.
&
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> 15.08.1962'de Nazilli'de doğdum. İlk ve orta okulları Nazilli'de bitirdim. Lise 3'e kadar yine Nazilli'deydim. Son sınıfı ise Muğla'da okudum. Keşke üniversite bitirseydim, ama futbolu tercih ettim... Çok iyi bir ailenin çocuğuyum ve iyi yetiştirildiğime inanıyorum.
Futbola, 1978'de Nazilli Sümerspor'da amatör olarak başladım. 1980 - 81'de yine amatör olarak Muğlaspor'da oynadım. 1981'de 1. Lig'e Boluspor'a profesyonel imza attım... Sırayla Boluspor (2 yıl), Sarıyer (4 yıl) ve Fenerbahçe'de (8 yıl) oynadım.
Çok kez milli olup, çok kez de ameliyat oldum. Erken denilebilecek bir yaşta da futbola veda ettim. Sakatlıklardan dolayı istikrar sağlayamadım, ama çok iyi bir oyuncuydum. Futbolu bıraktıktan sonra, ticarete teşebbüs ettim, yapamadım. Futbol adamının, futbolun içinde kalmasını düşünerek döndüm. Sağolsun Şansal Büyüka (Babam gibidir) "Gel" dedi... O zamanki Süper Stadyum adı altındaki programa yorumcu olarak katıldım. 3 - 5 ay sonra Vanspor transfer teklifi yaptı ve Van'a gittim. Bir anlamda antrenörlük dönemim başladı. Vanspor, Fenerbahçe derken, birkaç kulüpte çalıştım. Daha sonra
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Maçta 15 - 20 yıl önceye döndüm. İki puanlık sistemdeki kritik derbi maçı gibiydi. İki takım da kaybetmek istemiyor, hatta beraberliğe bile üzülecek pozisyondaydılar. Çünkü ikisine de yaramıyordu. Bunlar bilindiği halde oyun içerisinde iki taraf da riske fazla girmedi.
Gençlerbirliği klasik olarak ilk 20 dakika savunma güvenliğini fazla elde tutmadan oynadı. 1-0 öndeyken bile eksik adamla yakalanıp beraberlik golünü yediler. Tüm Beşiktaşlılar, yönetici ve futbolcular da dahil her ne kadar "Biz kazanalım, rakiplerimizin maçları önemli değil" deseler de son 15 dakika sanırım onlar için de bitmek bilmedi. Sonuçta Galatasaray büyük avantaj kaybetti, işini mucizelere bıraktı.
Aslında Galatasaray iyi futbol oynayarak geldi Trabzon'dan. Maça da iyi başladılar. Karşılaşmanın en kritik anları 1. dakikada yardımcı hakemin Ümit Karan için kaldırdığı ofsayt bayrağı ve Balic'in sakatlığıydı. Çünkü Balic, Ümit Karan ve Arif üçlüsü, Gençlerbirliği savunmasına çok ters gelebilecek oyuncular. Bunu Trabzon'da gördük. Terim doğru bir tercihle yine aynı forvetle oyuna başladı. Ve Galatasaray bol pas
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Beşiktaş için çok kritik bir deplasmandı Adana. Son bir ayın en formda takımı karşısında gölgede 40 dereceye varan bir havada mutlak surette üç puan almak zorundaydılar. Nitekim maça da Beşiktaş fazlasıyla kontrollü başladı, ekonomik oynamak zorunda olduğunu biliyordu. Adanaspor sahaya 4-2-2-2 ile çıktı. Buna karşılık Beşiktaş 3-4-1-2 düzeninde oynadı. Lucescu, Sergen'i ileride İlhan Mansız'ın yanına koyup arkalarına da Pancu'yu dikmişti. Böylece forvetin arkasında Pancu, Yasin ve Giunti'den oluşan dirençli bir blok oluşturdu. Beşiktaş'ın ilk 30 dakikadaki rölanti oyunu ve Adanasapor'un daha çok hücum yapması ve en net pozisyonu Ercan'ın kaçırması Beşiktaş'ı uykudan uyandırdı. Zor bir deplasman oynadığını hatırlattı. 30. dakikadan sonra daha fazla hücumu düşündüler. Sergen'in İlhan'ın önüne bıraktığı topa Serkan müdahale etmek isterken penaltı yaptı. Sergen ile öne geçen Beşiktaş hemen ardından Ercan'ın gereksiz yaptığı ikinci penaltıyı kaçırınca Adanaspor son dakikaya kadar maça ortak oldu.
İkinci yarı daha pozitif bir Adanaspor beklerken, Giunti ve Yasin'in daha iyi pres yapmasıyla Beşiktaş ilk yarım saatte çok