Hrant Dink davası ve AİHM (2)

23 Ağustos 2010

Hrant Dink’in öldürülmesi ve onu izleyen gelişmeler Türk toplumunun boğazına takılmış bir yumruk gibi. AİHM’de yapılan savunmadan duyulan toplumsal rahatsızlığın temelinde de bu var.
Hükümetin savunma yapmaması ya da yaptığı savunmayı geri çekmesi olanağı her zaman var. Ama, bu pratikte hiçbir sonuç doğurmaz. Dava görülmeye devam eder ve karara bağlanır. Kararda, sadece davacının görüşleri esas alınır.
Bu nedenle, savunmanın geri çekilip çekilemeyeceği yanlış bir tartışma. Hükümet savunmadan rahatsız ise tek yanlı bir beyanla Sözleşme’yi ihlal ettiğini kabul ederek davayı sona erdirebilir.
Hrant Dink ile ilgili olarak AİHM’de iki başvuru var.
Biri Hrant Dink’in ölümünden önce yaptığı, TCK 301’den mahkûmiyetine ilişkin düşünce özgürlüğü başvurusu. Öteki, Hrant Dink’in ölümünden sonra yakınları tarafından yapılan yaşam hakkı başvurusu.
AİHM bu iki başvuruyu birleştirmiş.
Başvurularla ilgili olarak hükümetin verdiği görüşlere baktığımızda, ilk göze çarpan ön itirazlara (davacıların ‘mağdur’ niteliği taşımadığı, her iki davada da iç yargı yolunun tüketilmediği gibi) çok ağırlık verildiği, bu yoldan davaların reddinin sağlanmaya çalışıldığı.

Yazının Devamı

Hrant Dink davası ve AİHM (1)

20 Ağustos 2010

Hrant Dink ailesinin AİHM’de açtığı iki dava ile ilgili olarak hükümetin yaptığı savunma kamuoyunda çok eleştirildi. Savunmanın kamuoyuna yansıması birkaç yönden yararlı oldu. Bir kere Türkiye’nin AİHM’de yaptığı savunmalardaki yapısal bozuklukları ortaya çıkardı. İkincisi, Hrant Dink davalarındaki sorunlara dikkati çekti.
Türkiye AiHM’de en çok davası olan üç devletten biri. Yaklaşık 10 bin bekleyen davası var. Bunlara her yıl yüzlerce yeni dava ekleniyor. Buna karşılık, bu dava yükünü taşıyacak bir örgütlenmesi yok. Dışişleri Bakanlığı bünyesindeki insan hakları uzmanı hukukçular, kendilerine kadro, makul bir ücret, yükselme olanağı verilmediği için birer birer ayrıldılar. Savunmalar, genel hukuk işlerine bakan hukukçulara kaldı. Onların AİHM konusunda uzmanlaşmaları zaman alacak.
Bunun dışında genç hukukçuların yazdığı görüşleri teknik açıdan denetleyen bir makam yok. Yazılanlar hukuksal bir süzgeçten geçmeden AİHM’ye gönderilmekte. Hukukçu elbette tek başına görüş oluşturmuyor. Adalet Bakanlığı ve diğer ilgili makamlardan görüş aldıktan sonra savunmayı yazıyor. Ama bu yeterli değil.
Devletin mahkûm olacağı belli olan birçok dava dostane çözümle sonuçlandırılabilir. Buna

Yazının Devamı

Anayasa değişikliği - 4

16 Ağustos 2010

Iyonya’lı filozof Herakleitos “Gözler daha şaşmaz tanıklardır kulaklardan” diyor. Son anayasa değişikliklerini de duyduklarımızla değil, okuyarak değerlendirmeliyiz.
Sayın Başbakan’ın geçenlerde de belirttiği gibi, Hükümet yargıya kızgın. Bazı kararları Hükümet’i “çıldırtıyor”. O nedenle, Hükümet yargıyı denetimi altına almak istiyor. Referandumun gerçek konusu bu. Ancak referandumda “yargı bağımsız mı olsun, bağımlı mı olsun” diye bir soru sorulamayacağından, bu soru üstü örtülerle örtülerek referanduma sunulmakta.
Sorunun üstünde iki türlü örtü var: Birinci örtü yargıya ilişkin maddelerin içinde. Örneğin, HSYK ile ilgili temel sorun Adalet Bakanı’nın başkanlığı ve müsteşarın üyeliği. Bakan ve müsteşar öyle yetkilerle donatılmış ki, HSYK’nın Adalet Bakanı’nın istemediği bir karar alması olanaksız. Anayasa değişiklikleri ile bu durum pekiştiriliyor. Maddede olumlu öğeler de var. Örneğin üye sayısı 22’ye çıkarılıyor. Adalet Bakanı’nın dairelerin toplantılarına katılmaması öngörülüyor v.b. Ama bunların hiçbiri Bakan’ın HSYK üzerinde sahip olduğu yetkilerle ilgili değil.
Anayasa Mahkemesi için de böyle. Örneğin, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının tanınmasi olumlu bir

Yazının Devamı

Öteki maddeler-Anayasa değişikliği (3)

13 Ağustos 2010

Hükümet’in anayasa değişikliklerinin temel amacı yargı olunca, değişiklik maddeleri arasında, yargıya ilişkin olanlar ve ötekiler biçiminde bir hiyerarşi ortaya çıkıyor. Bu yazıda öteki maddelerin bazıları ele alınacak.
1. Anayasa’nın 10 maddesine getirilen değişiklikte, kadın-erkek eşitliğinde pozitif ayrımcılık kapının açılması; çocukların, yaşlıların, özürlülerin de bu kapsamda ele alınması olumlu bir gelişme. Ancak Sn. Başbakan’ın kadın-erkek eşitliğine inanmadığı yolundaki sözleri, eşitlik ilkesinin içinin nasıl doldurulacağı hakkında bir fikir veriyor.
Hükümet eşitlik konusunda ne denli duyarlı olduğunu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 12 no.lu ek protokolüne taraf olmakla gösterebilir. Böylelikle, Türkiye’nin ulusal yasaları eşitlik bakımından AİHM’nin denetimine açılır.
2. 20. maddeye eklenen kişisel verilerin korunmasıyla ilgili paragraf da olumlu bir değişiklik. Tutarlı olmak bakımından, bundan sonra atılması gereken adım Kişisel Verilerin Korunmasına İlişkin 1981 Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ne katılmak olmalı. Sözleşmeye ek protokolde, taraf devletlerin, kişisel verilerin korunmasını denetlemek amacıyla bağımsız bir kurul kurmaları isteniyor. Türkiye’nin tüm

Yazının Devamı

Yargının ipleri ya da anayasa değişikliği (2)

9 Ağustos 2010

Hükümetin hazırladığı Anayasa paketinin en çok eleştirilen yanı Anayasa Mahkemesi’nin ve HSYK’nın yapısına getirilen değişiklikler.
Değişiklik paketinde Anayasa Mahkemesi üyelikleri 11’den 17’e çıkarılıyor. Ancak, üyelik sayısı artırılırken iktidarın egemen olduğu kurumlara daha fazla üyelik verilmesine özen gösteriliyor. Getirilen yeni düzenleme ile Anayasa Mahkemesi’nde iktidar çoğunluğa sahip oluyor.
17 üyenin 14’ü cumhurbaşkanı tarafından atanıyor. 3 üye TBMM tarafından seçiliyor. TBMM’nin Anayasa Mahkemesi’nin oluşumunda rol oynaması olumlu bir gelişme. Olumsuz yanı, seçimin salt çoğunlukla yapılması, Meclis’te çoğunluğa sahip siyasal partinin üç üyeyi belirlemesi. Oysa parlamentoların anayasa mahkemelerine üye seçtiği pek çok Avrupa ülkesinde üçte iki çoğunluk aranıyor. Böyle bir nitelikli çoğunluk iktidarın ve muhalefetin uzlaşmalarını gerektiriyor.
Üç üyeden ikisi Sayıştay’ın gösterdiği adaylar arasından seçilecek. Şimdiki Anayasa Mahkemesi’nde ise Sayıştay’dan bir üye var. Bunun ikiye çıkarılmasını açıklamak güç. Sayıştay üyeleri zaten TBMM’deki çoğunluk tarafından seçiliyor. Sayıştay üyelerinin sayısının artırılmasının iktidara yakın üyelerin sayısını artırmaktan

Yazının Devamı

12 Eylüller ya da Anayasa değişikliği (1)

7 Ağustos 2010

12 Eylül referandumunun ana teması ne? İktidar bu soruya “12 Eylül Anayasa’sından kurtulmak” yanıtını veriyor. Referandumu bu eksene oturtuyor.
Oysa, 12 Eylül referandumu ile 12 Eylül Anayasa’sı arasındaki ilişki tarih benzerliği ile sinirli. Anayasa değişiklik paketinin 12 Eylül rejimi ile tek ilgisi, 12 Eylül yönetiminde görev almış kişilerin yargılanmasını yasaklayan maddenin iptali. Böyle bir yasağın anayasada bulunması hukuk devletiyle bağdaşmıyordu. Kaldırılması da doğru. Ancak zaman aşımı nedeniyle 12 Eylül döneminde görev yapanların yargılanması olanaksız. O nedenle, bu değişiklik kabul edilse bile, uygulamada bir şey değiştirmeyecek. Kâğıt üzerinde kalmaya mahkûm bu değişiklik, referandumu 12 Eylül eksenine oturtmaya yetmiyor.
12 Eylül’den bu yana, anayasa yaklaşık 20 kez değiştirildi. Anayasa’da yapılan değişiklikler 12 Eylül Anayasası’nı ortadan kaldırmaya hizmet etseydi, bu amaç çoktan gerçekleşmiş olurdu. Demek ki, bölük pörçük değişikliklerle 12 Anayasası ortadan kalkmıyor.
Kaldı ki, iktidarın amacı 12 Eylül Anayasası’nın getirdiği sınırlamaları kaldırmak olsaydı, buna yönelik değişiklikler yapardı. Örneğin, YÖK ile ya da zorunlu din dersi ile ilgili

Yazının Devamı

Özgürlük ve hukuk

2 Ağustos 2010

İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nin Balyoz davası bağlamında 102 birey için çıkardığı yakalama emri, duruşma tarihinin dört buçuk ay sonraya bırakılması, emekli Orgeneral Çetin Doğan’a yapılan gereksiz hoyratlıklar her şeyi olağan karşılamaya alışmış toplumumuzun vicdanında rahatsızlık yarattı.
Demokratik toplumlarda, mahkûm olana dek masum sayılması gereken insanların özgürlüklerinden yoksun bırakılmaları ciddi bir konu. O nedenle bireylerin özgürlükleri ve fiziksel güvenlikleri keyfi sınırlamalara karşı sıkı güvencelere bağlanıyor. AİHM’ye göre, bireyin özgürlüğünden yoksun bırakılması öylesine ciddi bir konudur ki, başka bütün önlemler incelenip yetersiz bulunduktan sonra en son bu önleme başvurulmalıdır. (Varbanov/Bulgaristan 2000)
Özgürlükten yoksun bırakmanın keyfi olmamasına karşı ilk ve en büyük güvence, yakalama, gözaltına alma, tutuklama kararlarının hukuka uygun olması. AİHM bu konu ile ilgili başvurularda önce bunu inceliyor. Hukuka uygunluk incelemesinde AİHM şu öğeleri göz önünde bulunduruyor: Özgürlükten yoksun bırakma kararı ulusal yasaya uygun mu? Ulusal yasanın uygulanması Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uygun mu? Ulusal yasa Sözleşme’nin standartlarını

Yazının Devamı

Demokrasiye baraj

16 Temmuz 2010

Demokrasi kurallarına uygun bir seçim için, seçimin dürüst yapılması yeterli değil. Aynı zamanda seçmenin iradesinin yasama organına yansıması gerekir. Bunu sağlayacak olan seçim sistemi.
Türkiye’de seçimleri düzenleyen 2839 sayılı yasada 1987’de yapılan bir değişiklikle, siyasal partilerin TBMM’de temsil edilmeleri %10’un üstünde oy almaları koşuluna bağlandı.
Avrupa Konseyi’ne üye 47 devlet arasında Türkiye dışında % 10 baraj uygulayan başka bir devlet yok. En yakin Lichtenstein % 8 baraj uyguluyor. Ondan sonra % 7 ile Rusya ve Gürcistan geliyor. Üye devletlerin üçte birinde baraj %5. 13 devlette baraj % 5’in altında. 7 devlette ise hiç baraj yok.
Türkiye’de % 10 baraj, gerçek seçmen iradesinin Meclis’e yansımaması sonucunu doğuruyor. 2002 seçimlerinde AKP, oyların % 34’ünü alarak TBMM’de % 66’lık bir çoğunluğa sahip oldu (363 milletvekili). CHP %19 oyla Meclis’te % 33 oranında temsil edildi (178 milletvekili). DYP, MHP, Genç Parti, DEHAP barajı geçemediler.
2002 seçimlerinde Meclis’e yansımayan oyların oranı %45. Neredeyse verilen her iki oydan biri boşa gitmiş.
2007 seçimlerinde, AKP oyların %46.5’ini alarak Meclis’te % 62’lik bir çoğunluk elde etti (341 milletvekili).

Yazının Devamı