Mısır’da Mursi yönetimini deviren ordu ve onu destekleyen muhalifler, olay için bir türlü “darbe” diyemiyor, yapılan askeri müdahaleyi “ikinci devrim” olarak nitelendiriyor.
Mursi’yi alaşağı edenler istedikleri kadar “darbe” sözcüğüne karşı tepki göstersinler, yaptıkları şey düpedüz darbedir.
Askerlerin bizzat yönetimi devralmamaları ve sivil bir hükümet kurmaları bu gerçeği değiştirmez. Değil mi ki ordu, seçim yolu ile iktidara gelen bir cumhurbaşkanını ve onun yönetimini silah zoru ile devirdi, bunun -her dilde- adı “askeri darbe”dir.
Bunun alışılagelen darbelerden farklı bir müdahale olduğu, ordunun Mısır’ı yönetmek gibi bir niyet taşımadığı, ülkedeki bölünmeyi ve iç çatışma tehlikesini bertaraf etmeyi amaçladığı öne sürülebilir. Aynı şekilde milyonlarca insanın sokaklara dökülüp Mursi’nin çekilmesini istemesinin de, yönetimin meşruiyetinin artık kalmadığını gösterdiği de iddia edilebilir...
Ama bunların hiçbiri de ordunun ülke tarihinde ilk kez özgür seçimlerle iş başına gelen bir cumhurbaşkanını devirmesini haklı çıkarmaz.
Sonuçta bu darbe sadece bir lideri ve yönetimini alaşağı etmekle kalmıyor, henüz emekleme çağında bulunan Mısır demokrasisini de askıya alıyor.
Hırvatistan’ın Avrupa Birliği’ne üye olması münasebetiyle Zagreb’deki törene giden AB Bakanı Egemen Bağış, olayı kutlarken, “darısı başımıza” temennisinde bulundu.
Bakanın bu dileğine katılmamak mümkün değil tabii. Ne var ki, 2007’de Bulgaristan ve Romanya AB üyesi olduklarında da aynı temenni dile getirilmişti.
Hırvatistan ile AB arasındaki katılım müzakereleri 2005’te Türkiye ile birlikte başladı. Hırvatlar şimdi AB üyesi. Türkiye ise 35 müzakere başlığının ancak 13’ünü ele alabildi. Yeni bir fasılın açılması için geçen hafta soğuk terler döküldü...
Oysa Türkiye’nin AB üyeliği ile ilgili vizyonu ve girişimleri 1960’lara (AB’nin AET adını taşıdığı döneme) kadar gider. O zamanlar Hırvatistan diye bağımsız bir devlet bile yoktu! (Yugoslavya’nın bir parçasıydı)...
***
Hırvatistan Avrupa kulübünde (Bulgaristan gibi) ekonomisi en zayıf ülkeler arasında yer alıyor. Fert başına milli gelir 10 bin dolar, işsizlik yüzde 20, dış yardıma muhtaç... Ama Hırvatlar siyasi alanda AB müktesebatına uymak için ne gerekiyorsa yapmış.
Aslında Hırvatistan’ın AB’de kolayca kabul görmesinin önemli bir nedeni 4.4 milyon nüfuslu ufak -yani “sindirilmesi” kolay- bir ülke olmasıdır. Avrupa
Kahire başta olmak üzere Mısır’ın çeşitli kentlerinde milyonlarca insan sokaklarda. Kimileri Mursi karşıtı, kimileri de Mursi yanlısı...
Bu tablo Mısır halkının ne kadar kutuplaştığını ve bölündüğünü gösteriyor.
Ülkede artık siyaset sokaklarda ve meydanlarda yürütülüyor. Diğer bir deyişle, Mısır’ın siyasi geleceğini sokaklar belirliyor.
Demokratik kurallar ve kurumlar işlemeyince, olacağı budur...
Bunda tehlike, sokakların iki rakip cephe arasında şiddete, kanlı çatışmalara sahne olması. Her iki tarafın bunu göze almış görünmesi endişe verici.
Bugün, Mısır için kritik bir gün. Muhaliflerin Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin istifa etmesi için verdiği mühlet bugün doluyor. Eğer karşılıklı inatlaşma devam ederse, Mursi karşıtı kitlenin Cumhurbaşkanlığı sarayına yürümesi ihtimali var ki, bunun nereye varacağını kestirmek zor.
Gezi Parkı eylemi ve onu izleyen olayların oluşturduğu yoğun gündem, yanı başımızdaki Suriye’de olup bitenleri çok geri plana itti. Açıkçası son 3-4 haftadır, Türk kamuoyu Suriye krizi ile pek ilgilenmiyor, Türk basınında da, bu konuda doğru dürüst bir haber çıkmıyor.
Aslında Suriye sorunu dünyanın gündeminin başında yer almaya devam ediyor. Her şeye rağmen askeri cephede de, diplomasi platformunda da kayda değer bir şeyler oluyor.
Son duruma bir göz atalım:
- Askeri alanda, Esad yönetimine bağlı kuvvetler, kendi saflarında savaşa fiilen katılan Hizbullah birliklerinin de katkısıyla, birtakım başarılar elde etmiş bulunuyorlar. Kuseyr kentini harabeye çevirdikten sonra kontrolü altına alan Suriye ordusu Halep dahil, diğer bölgelerde de gücünü pekiştirdi. Özgür Suriye Ordusu ise daha önce ele geçirdiği yerlerde tutunmak için zorlanıyor.
- Siyasi alanda, en önemli gelişme, ABD’nin daha aktif olarak devreye girmesi, Suriyeli savaşçılara destek olmaya karar vermesidir. Bu Batı’nın direnişçilere ihtiyaç duydukları silahları vermenin yolunu açıyor.
- Diplomatik alanda, yeni bir Cenevre Konferansı’nın düzenlenmesine yönelik çabalar sürüyor. Bu diplomatik girişimlerin başını
Avrupa Birliği’nde tartışılan Türkiye ile ilgili konularda genelde bir orta yol bulunur ve sonuçta herkes “bardağın dolu tarafı”na bakarak sevinir.
Türkiye ile katılım müzakerelerinde -üç yıllık bir aradan sonra- yeni bir faslın açılmasına ilişkin karar konusunda da öyle oldu: 22 sayılı fasıl nihayet açılacak... Ama hemen değil. İlerleme Raporu’nun yayınlanacağı tarihten, yani 4 ay sonra...
Eğer Gezi Parkı olayları cereyan etmeseydi, herhalde AB ilişkilerindeki son kriz de yaşanmayacaktı. O takdirde 22. faslın hemen müzakereye açılmasına karar verilebilecekti.
Ama Gezi Parkı olaylarının aldığı boyutlar ve hükümetin takındığı tavır, AB’de havayı bozdu. Almanya’nın giriştiği engellemenin, bırakın bu fasılın müzakereye açılmasını, Türkiye ile AB arasındaki bağların kopması sonucunu yaratabileceğinden korkuldu.
Neyse ki her zamanki gibi diplomasi sayesinde bir orta yol bulundu ve en azından sürecin canlı tutulması sağlanabildi. Şimdi Ankara memnun, Brüksel de, Berlin dahil diğer başkentler de...
Vazgeçmek yok
“Sokakların sesini dinlemeyi öğrenmeliyiz. Bu sinyalleri tevazu ile anlamaya çalışmalıyız... Hükümet demokrasinin sesine kulak veriyor”...
Bu sözleri söyleyen, Brezilya Cumhurbaşkanı Dilma Rousseff.
Ülkenin çeşitli kentlerinde iki hafta önce başlayan sokak gösterilerine Brezilya liderinin ilk resmi tepkisi böyle...
Kadın Başkan bu konuşmayı, ülkenin eyalet valileri ve belediye başkanları ile düzenlediği bir toplantıda yaptı. Ondan önce de protestolara katılanların temsilcileri ile bir araya geldi. Onlar hakkında da “protestocuların enerjisine, becerisine ve katkılarına ihtiyaç duyuyorum” diye konuştu...
Ve ondan sonra, hükümetinin önemli kararını açıkladı. Bu karar, göstericilerin talep ve beklentilerini karşılamak üzere hazırlanan 5 maddelik bir reform programı ile ilgili.
Bu reform paketi siyasal, ekonomik ve sosyal yenilikler içeriyor. En önemli maddelerden biri, halkın direkt siyasi katılımını sağlayacak olan bir kurucu meclisin oluşturulmasını ve bunun da referanduma sunulmasını öngörüyor.
Enflasyonu frenlemeyi amaçlayan mali reformların yanı sıra, sağlık ve eğitim alanındaki yetersizliklerin giderilmesine ilişkin tedbirler öngörülüyor. Örneğin petrol
Kahire’de Tahrir Meydanı’ndaki gösterilerle başlayan halk hareketi sonucunda Şubat 2011’de Mübarek rejiminin devrilmesi üzerine Mısır ordusu iktidara el koymuştu.
Bunda şaşılacak bir şey yoktu. Zira Mısır’da ordu kraliyeti devirdiği 1952’den sonra, yıllar boyunca hep siyasete hâkim olmuştur.
Eski bir komutan olan Hüsnü Mübarek’in alaşağı edilmesinden sonra dizginleri ele alan Mareşal Muhammed Hüseyin Tantawi, ülkeyi seçimlere götürüp demokrasiye kavuşturacağını vaat etmişti.
Nitekim Mareşal 16 ay sonra sözünü tuttu. Sandıktan kısa zamanda güçlü bir varlık gösteren Müslüman Kardeşler galip çıktı. Ardından Cumhurbaşkanı seçimlerini de Muhammed Mursi kazandı.
Yeni bir anayasa ile devlet kurumlarına kendi ideolojisine uygun bir düzen getirirken Mursi, orduyu siyasetin tamamen dışında tutmak için silahlı kuvvetlerin başındakileri ve bu arada Mareşal Tantawi’yi emekliye sevk etti.
Yeni Genelkurmay Başkanı ve Savunma Bakanı General Abdül Fettah El Sisi, siyasetin dışında kalmaya özen gösterdi. Ta ki bu hafta, bir müdahale sinyalini verinceye kadar...
Karşı çıktıkları veya istedikleri şeyler farklı olabilir; ama yarattıkları hareket pek çok ortak özellik taşıyor.
İstanbul’dan Rio de Janeiro’ya, Kahire’den New York’a, Atina’dan Madrid’e kadar son zamanlarda dünyanın çeşitli yerlerinde sokaklara dökülenler, tarihi bir olaya imza atmış bulunuyorlar.
Bu küresel çaptaki gelişmeyi kısaca “sokağın gücü” diye nitelendirebiliriz.
Çoğu eğitimli, apolitik gençlerin oluşturduğu geniş kalabalıklar seslerini duyurmak için meydan ve sokakları dolduruyorlar. Neden mi? Çoğu zaman, mevcut sistemden, hükümetten, parlamentodan, siyasi partilerden, hatta medyadan umutlarını yitirdikleri ve tek çareyi “sokağın gücü”nü göstermekte buldukları için...
Amaçları farklı olabilir:
-İstanbul’da bu hareket hükümetin Gezi Parkı ile ilgili aldığı kararı protesto etmekle başladı. Ama asıl amacın iktidarın birtakım otoriter davranışlarına ve ifade özgürlüğü kısıtlamalarına karşı çıkmak olduğu ortaya çıktı...
- Brezilya’da gösteriler otobüs ücretlerine yapılan zammı protesto etmekle başladı; fakat asıl hedefin eğitim, sağlık gibi kamu hizmetlerindeki yetersizlikleri ve yolsuzlukları gündeme getirmek olduğu anlaşıldı...