Sınırda AB kalkanı

5 Kasım 2010

TÜRK- Yunan sınırında şu sırada ilk kez bir AB güvenlik gücü görev yapıyor. AB’nin sınır güvenliğinden sorumlu “Frontex”e bağlı 24 ülkeye mensup 175 kişilik bir birlik geçen salı gününden itibaren, Yunanistan’ın Meriç Nehri bölgesinde konuşlanmaya başladı.
Modern teçhizatla donatılmış olan bu “müdahale gücü”nün görevi Türkiye’den Yunanistan’a girmeye çalışan kaçak yabancı göçmenlere karşı bir nevi “kalkan” kurmaktır.
AB kaynaklarına göre, çoğu Afganistan, Pakistan, Irak ve diğer Ortadoğu ülkelerinden Türkiye yolu ile Yunanistan’a kaçak girmeye çalışan göçmenlerin sayısı 40 bini buluyor. Bunların büyük kısmı Türkiye’yi bir transit ülkesi olarak kullanıyor. Yani amaçları Yunanistan’a geçmek, oradan da Avrupa ülkelerinin birine gidip yerleşmektir.
Bunun için göçmenler, kaçakçı şebekelerinin organize ettiği yollardan, önce Türkiye’ye gelmekte, sonra karadan veya denizden Yunanistan’a geçmektedir. Derme çatma teknelerle yapılan deniz yolculuğu çok kez dramla sonuçlanmaktadır. Son zamanlarda büyük kaçak göçmen akını, Meriç bölgesinden gerçekleşmektedir. Yetkililer bu yoldan Yunanistan’a günde 200-300 kişinin geçmekte olduğunu söylüyorlar...

Caydırıcı güç
Bu göçmenlerden

Yazının Devamı

Yeni Kongre ile işler zorlaşacak

3 Kasım 2010

Bu yazıyı yazarken, ABD’deki ara seçimlerin sonuçları henüz kesinleşmiş değil; ama bütün işaretler Demokratların 475 sandalyeli Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu Cumhuriyetçilere kaptırdıkları, Senato ve eyalet meclislerinde de bir hayli kan kaybettikleri yönünde.
Bu Başkan Barack Obama ve başında bulunduğu Demokrat Parti için ciddi bir darbe. Diğer bir deyişle bu ara seçimdeki trend halkın geniş bir kesiminin Obama’ya artık eskisi gibi güvenmediğini ve destek vermediğini gösteriyor.
İki yıl önce Obama’nın “Değişim” sloganıyla iktidara gelmesi, ABD’de ve bütün dünyada büyük umutlar, yüksek beklentiler yaratmıştı. Ara seçimlerin sonucu Başkan’ın ekonomide, sosyal alanda ve dış politikada attığı adımların toplumun muhafazakâr kesimindeki Cumhuriyetçileri olduğu kadar, kendisine destek vermiş olan daha liberal kesimleri de düş kırıklığına uğrattığını gösteriyor.
* * *
Obama yönetiminin eski popülaritesini kaybetmesinin başlıca nedeni kuşkusuz, ekonomik krizin -alınan tüm tedbirlere rağmen- yarattığı büyük tahribattır. Obama’nın küresel kriz döneminde işbaşına gelmesi, belki de onun talihsizliği...
Obama dış politikada da yeni fikirlerle işe başladığı halde (Ortadoğu’da olduğu

Yazının Devamı

Brezilya’nın yeni profili

2 Kasım 2010

Türkiye’den binlerce kilometre uzakta olduğu halde, Brezilya öteden beri Türk kamuoyunun yakın ilgi gösterdiği bir ülkedir.
Türk halkı Brezilya’yı daha çok futbolcu, Rio Karnavalı ve TV dizileri ile tanır.
Ancak son zamanlarda Brezilya’nın “ekonomik mucizesi” de merak konusu olmaya başladı Türkiye’de.
Ve bu merak geçen mayısta İran’la ilgili Türk-Brezilya ortak diplomatik girişimi ile büsbütün arttı. O kadar ki, bu uzak diyarda yapılan başkanlık seçimleri, bizde de ilgiyle izlendi.
Kuşkusuz bu merak ve ilginin bir nedeni, Türkiye ile Brezilya arasında keşfedilen benzerliklerdir. Büyük coğrafi mesafeye rağmen, gerçekten iki ulusun ekonomik ve siyasal durumlarında bazı ortak noktalar var.
Brezilya’daki seçimler, bu açıdan da uzaktaki bu ülkeye daha yakın bir gözle bakma fırsatını veriyor.

Yazının Devamı

Davutoğlu’ndan Uygur güvencesi

29 Ekim 2010

Türkiye ile Çin arasında gelişen ilişkiler çerçevesinde karşılıklı üst düzey ziyaretler giderek sıklaşıyor. Daha bu ayın başlarında Çin Başbakanı Ven Ciabao Ankara’daydı ve bu ziyaret iki ülke arasında “stratejik işbirliği” döneminin bir başlangıcı olarak nitelendirilmişti.
Şu anda Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu 5 günlük bir gezi için Çin’de. Bu ziyaretin bir özelliği de ülkenin kuzey batısındaki Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ni içermesidir. Seyahatine tarihi Kaşgar şehrinden başlayan Bakan bugün “Doğu Türkistan” olarak da bilinen eyaletin başkenti Urumçi’yi ziyaret edecek.
Böyle bir gezide Uygur Türklerinin yaşadığı ve uzun geçmişe dayanan ortak kültürel ve tarihi eserlerin bulunduğu bir bölgenin programa dahil edilmesi gerçekten önemli.
Geçen yılın temmuz ayında Sincan’da cereyan eden kanlı olaylardan sonra Ankara ile Beijing arasındaki gerginliğe rağmen, Davutoğlu’nun bu bölgedeki temaslarına 2 gün ayrılması, özel bir anlam taşıyor.
Bu iki tarafın da artık Uygur Türklerinin konumunu, Türk-Çin ilişkilerinde “zedeleyici” bir faktör olarak görmediğini ve hatta bu konuyu karşılıklı güven içinde konuşabileceğini ortaya koyuyor.

Çifte mesaj

Yazının Devamı

Yunanistan’la anlaşıyor muyuz?

27 Ekim 2010

Günlerden beri Yunan basını Türkiye ile Yunanistan’ın Ege sorunları üzerinde anlaşmaya çok yaklaştıklarını bildiriyor.
Atina’nın önde gelen gazetelerine bakılırsa, son yapılan görüşmelerde Ege ile ilişkin tüm konuları kapsayan bir “paket çözüm” üzerinde bir hayli ilerleme kaydedilmiş. Örneğin karasuları konusunda bir uzlaşıcı formül bulunmuş. Buna göre Türkiye’ye yakın Yunan adalarının karasuları (Atina’nın başta istediği gibi 12 mile çıkartılması yerine) duruma göre 6 ila 10 mil arasında genişletilmesi düşünülüyormuş.
Bunlar herhangi bir resmi açıklamaya değil, sızan veya sızdırılan bilgilere dayanan haberler.
Türk tarafı bu konuda daha ketum. Ancak Türk yetkililer son yapılan üst düzey temaslarda ve teknik düzeydeki “istakşafi” müzakerelerde önemli ilerlemeler kaydedildiğini ve en önemlisi iki tarafın anlaşmaya varmak için “ortak istek ve irade” gösterdiklerini belirtiyorlar.
Öyle anlaşılıyor ki, iki taraf Ege ve diğer anlaşmazlıklar üzerindeki müzakerelerde prensipleri ve parametreleri ortaya koymanın ötesinde, meselelerin özüne girmeye ve pazarlıklarını ayrıntılar zemininde yürütmeye başlamış bulunuyor.
Türk-Yunan ilişkilerinde “güven artırıcı” adımlardan ve diyalogda

Yazının Devamı

AB ile ilişkilerde aynı nakarat

26 Ekim 2010

Boğaziçi Konferansı, Türkiye AB-ilişkilerini görüşmek amacıyla iki tarafın üst düzey yetkililerini, diplomatlarını, akademisyenlerini ve yazarlarını bir araya getiren kurumlaşmış bir forumdur. British Council, AB Türkiye delegasyonu ve TESEV’in ortaklaşa düzenlediği bu yılki 7. konferansa Türkiye’den Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, AB İşlerinden Sorumlu Bakan Egemen Bağış, AB tarafından da dönem başkanı Belçika Dışişleri Bakanı Steven Vanacker, İngiltere Dışişleri Bakanı David Lidington ve AB Komiseri Stefan Fülle başta olmak üzere birçok önemli isim katıldı.
Daha önceki Boğaziçi Konferanslarına katılmış birisi olarak, bu yılki toplantıda Türkiye’nin üyelik perspektifi ile ilgili söylenenlerin, daha önceki toplantılarda dinlediklerimizden pek farklı olmadığını söyleyebiliriz.
Örneğin İngiliz ve Belçika Dışişleri Bakanları Türkiye’ye sabırlı ve kararlı olmalarını tavsiye etti, AB Komiseri, Türkiye’yi “geleceğin anahtarını açıp yürümeğe “davet etti.
Türk tarafının bu sözlere verdiği karşılık, iki tarafın pozisyonları arasındaki uçurumu gözlerin önüne serdi. Örneğin sabır ve kararlılık konusunda Bağış, Türkiye’nin “45 yıldır beklediğini” hatırlattı, ancak yola aynı kararlılıkla

Yazının Devamı

Tehdit sadece askeri mi?

22 Ekim 2010

Günlerden beri İran’ın bölge ve Batı için tehdit sayılıp sayılmayacağı tartışılıyor. Batı’da bu konuda yaygın olan tehdit algılaması, “NATO füze kalkanı” projesinin temelini oluşturuyor.
İran’ın son zamanlarda askeri gücünü hızla arttırdığı, orta menzilli füzeler dahil yüksek teknolojiye dayalı silahlar geliştirdiği ve nükleer programını da bir hayli ileriye götürdüğü bir gerçek.
Aslında bu askeri yetenek Batı’yı olduğu kadar, bölge ülkelerini de kaygılandırıyor. Özellikle Körfez ülkeleri, Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün endişelerini gizlemiyorlar. Bu korkunun nedeni, İran’ın sadece askeri alanda değil, siyasi alanda da kendileri ve bölge için bir tehdit potansiyeli oluşturmasıdır.
Askeri alanda Arap dünyasındaki kaygı, bir cepheleşmeye ve silah yarışına yol açıyor. Suudi Arabistan’ın son olarak hava gücünü modernleştirmek için 60 milyar dolarlık silah siparişi vermesi, bunun göstergesi.
Ancak bu ülkeleri ve de Batı’yı kaygılandıran diğer bir husus, İran’ın bölgedeki siyasi nüfuzunu yaymakta gösterdiği çabadır. Tahran yönetimi bunu bir yandan sağladığı maddi manevi destekle, diğer yandan da dini etkisiyle gerçekleştirmeye çalışıyor. İran’ın bölgede nüfuzunu yayma

Yazının Devamı

‘Evet’ ile ‘Hayır’ arasında

20 Ekim 2010

ABD’nin ortaya attığı “NATO Füze Kalkanı” projesi, Türkiye’yi “evet” ile “hayır” arasında zor bir seçim yapmak durumuna getirdi.
Türk diplomasisi için bir “test” sayılan bu konunun bu kadar sıkıntı yaratmasının sebebi Türkiye’nin de planın içinde yer alması, yani kurulacak olan savunma sisteminin bir parçasının (radar bölümünün) Türk topraklarında konuşlanmasının öngörülmesidir.
Diğer bir sıkıntı da, bu sistemin kurulmasının gerekçesi olarak “İran tehdidi”nin açıkça gösterilmesidir.
NATO’nun orta ve uzun vadeli stratejik planlaması çerçevesinde, olası tehditlere karşı gereken önlemleri alması doğal. Prensip olarak Ankara’nın da buna itirazı yok.
Ancak Türkiye’yi zora sokan husus, Ankara ile Batılı müttefikler arasında İran bağlamında “tehdit algılaması”nda derin görüş ayrılıklarının bulunmasıdır. Yani, dünkü yazımızda da belirttiğimiz gibi, Türk Hükümeti İran’ı ne Türkiye, ne de NATO ülkeleri için bir ”tehdit” olarak görmüyor.

Uzlaşma umuduDışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Brüksel’deki demecinde dile getirdiği bu tespit esas alınırsa, Ankara’nın füze kalkanı fikrine hiç sıcak bakmadığı, bunu gerekli görmediği ve özellikle Türkiye’nin buna dahil edilmesini arzulamadığı sonucu

Yazının Devamı