Tehdidi nasıl görüyorlar?

19 Ekim 2010

NATO çerçevesinde bir anti-balistik füze kalkanı oluşturulmasına ilişkin tartışmalar, Türkiye ile Batılı müttefikleri arasında “tehdit algılaması” konusunda derin görüş ayrılıklarının bulunduğunu ortaya koydu.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun geçen hafta sonu Brüksel’deki bir demecinde söylediği şu sözler, Ankara’nın “tehdit” faktörüne nasıl baktığına açıklık getirdi: “Biz çevremizdeki hiçbir komşumuzdan bir tehdit algılaması içinde değiliz. NATO’ya dönük de bir tehdit algılaması veya tehdit oluşturduğu kanaatinde değiliz.”
Bu ifade son zamanlarda ABD ve NATO yetkililerinin İran’ı açıkça zikrederek dile getirdikleri tehdit algılamasıyla tamamen çelişiyor. Batılı müttefiklerin gözünde öyle bir tehdit var ve buna karşı bir savunma sistemi kurmak gerekli.
Batılılar neye dayanarak İran’ı bir tehdit olarak görüyorlar?
Bu konuyu bir konferans için İstanbul’a gelen bir Amerikalı uzmanla görüştük. Mark Fitzpatrick uzun yıllar ABD Dışişleri Bakanlığı’nda İran’ın nükleer programı üzerinde çalışan eski bir diplomat. Şimdi de Londra’daki Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’nde aynı alanda çalışmalarını sürdürüyor.

Yetenek olunca...

Yazının Devamı

Şili’den dersler

15 Ekim 2010

Şili’de geçen 27 Şubat’ta meydana gelen 8.8 şiddetindeki deprem felaketi üzerine yazdığımız “Şili’den Öğrenebileceklerimiz” başlıklı yazıda, bu ülkenin öylesine büyük bir afeti nasıl az kayıplarla atlatabildiğini anlatmıştık. Türkiye gibi deprem bölgesinde bulunan bir ülkenin gerçekten bu konuda Şili deneyiminden alabileceği dersler var.
Bu kez Şili’deki maden kazasından sonra 69 gün yeraltında mahsur kalan 33 madencinin kurtarılması gene hepimize bir şeyler öğretiyor. Türkiye gibi sıkça maden kazaları geçiren ülkelerin bu olaydan da ibret alacağı hususlar var.
San Jose madenindeki operasyonun en önemli özelliği, yerin 700 metre derinliğinde en uzun kalma rekorunu kıran işçilerin sapasağlam tekrar hayata kavuşturulmasıdır. Diğer önemli bir özellik de, bu kurtarma operasyonunun günümüzün iletişim olanakları sayesinde bütün dünya tarafından dakikası dakikasına izlenebilmesidir. Bu da olaydan gereken sonuçların rahatça çıkarılmasını mümkün kılıyor.
Kader değişebilirBu sonuçları şöyle özetleyebiliriz:
1) Maden kazası meydana geldikten sonra bir süre 33 madenciden haber alınamayınca, umutlar kesilmişti. Ancak Şili Devlet Başkanı Sebastian Pinera, işçilerin yaşayabileceğine

Yazının Devamı

Bu başka AB...

13 Ekim 2010

BİZ AB konusunda yeni, umut verici sinyaller beklerken, Ankara’yı ziyaret eden Fransa Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner’den başka bir AB ile ilgili farklı bir mesaj geldi.
Konuk Bakan’ın sözünü ettiği AB, Avrupa Birliği değil, Akdeniz Birliği’dir.
Fransızca “Union pour la Mediterranee” adıyla iki yıl önce kurulan bu topluluğu nerdeyse unutmuştuk. Kouchner’in Ankara ziyareti, onun varlığını hatırlatmış oldu!
Fransız diplomasisinin başı, daha gelmeden, “Hürriyet”e verdiği demeçte, Türkiye’nin Akdeniz Birliği’nde (veya daha doğru çevirisiyle “Akdeniz İçin Birlik”te) daha aktif bir rol oynaması çağrısında bulundu.
Türkiye bu toplulukta daha faal olmayı ne kadar ister bilemiyoruz; ama Fransa’nın “ismi var, cismi yok” diyebileceğimiz bu topluluğu canlı tutmayı çok arzu ettiği açık.
Çünkü bu “Öteki AB”, bir “Fransız kreasyonu”dur!
AB üyesi olsun veya olmasın, Akdeniz’de kıyısı bulunan ülkeleri bir araya getirme fikri, Nicolas Sarkozy’ye ait. Kendisi daha Cumhurbaşkanı olmadan böyle bir proje ortaya atmıştı. Elysee Sarayı’na oturduktan sonra, ilk yaptığı işlerden biri de bu düşüncesini AB ortaklarıyla paylaşmak ve AB üyesi olmayan ülkeleri (başta Türkiye) buna katılmaya davet

Yazının Devamı

Çin’in öbür yüzü

12 Ekim 2010

Norveç Nobel Komitesi 2010 Barış Ödülü’nü Çinli aktivist Liu Şiaobo’ya verdiğini geçen cuma günü ilan ettiği zaman, haber Çin dışında bütün dünyaya anında yayıldı. Beijing’de İngilizce çıkan bir gazetenin dışında hükümet kontrolündeki yazılı basın ve televizyon, bu önemli haberi görmezlikten geldi. Sansür mekanizması, haberin internete, hatta SMS’e yansımasını engelledi.
İngilizce “Global Times” gazetesinin okuyucuları, hapiste 11 yıllık bir mahkûmiyet çekmekte olan Liu Şiaobo’nun Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldüğünü, Nobel komitesine ateş püsküren bir makaleden öğrenebildi. Yazı şöyle diyordu: “Nobel komitesi Çin’de barış ve birlik yerine, ülkenin bölünmesini ve Sovyetler Birliği gibi çökmesini görmek istiyor...”
Çin medyasının bu olayı geçiştirmesi sonucunda halen 1.3 milyar Çinlinin herhalde geniş bir kesimi hâlâ bu olaydan habersiz.
Bu dahi, Çin’de hâkim olan siyasi düzen hakkında bir fikir veriyor.
Siyasal zaaf
Çin hükümetinin bu olaydan büyük huzursuzluk ve kızgınlık duyduğu ortada.
Beijing bunu önlemek için de çok uğraştı. Örneğin geçen hafta bir bakan yardımcısı Oslo’ya giderek komitenin böyle bir karar alması halinde, iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin

Yazının Devamı

Bu ne trafik!

9 Ekim 2010

İstanbul’un insanı bezdiren yol trafiğinden bahsetmiyoruz. Son günlerde gerçekten bu trafik tahammül edilmez boyutlar aldı, günlük yaşamı felç etti. İstanbul, bütün güzelliklerine karşın, bu trafik perişanlığı yüzünden, yaşanmaz bir kent haline geldi. Ve en kötüsü, sorunun çözümüne ilişkin “tünelin ucunda bir ışık” görünmediği için, herkes umutsuz ve gergin.
Bizim bugün ele almak istediğimiz konu, Ankara’daki diplomatik trafiktir. Son günlerde başkentteki bu trafikte de, olağanüstü bir yoğunluk görülüyor.
Ankara’ya birkaç gün içinde peş peşe gelen yabancı devlet adamları arasında NATO Genel Sekreteri Ansers Fogh Rasmussen’den Avusturya Dışişleri Bakanı Michael Spindelleger’e, Polonya Dışişleri Bakanı Radek Sirkosky’den, Çin Başbakanı Ven Ciatgo’ya kadar, birçok önemli şahsiyeti sayabiliriz.
Bu trafik, Türkiye’nin aktif dış politikasının bir sonucu ve uluslararası camianın Türkiye’ye verdiği önemin göstergesi.

Sorunlara rağmen...
Ankara’ya yapılan bütün bu ziyaretlerin ışığında, Türk dış politikasındaki gelişmelerle ilgili bazı sonuçlar çıkarabiliriz.

Yazının Devamı

İki Dimitri arasında...

8 Ekim 2010

Kıbrıs Rum lideri Dimitris Hristofyas’a göre, Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev’in adayı ziyareti, “tarihi bir olay.”
Bunun nedeni, bir Rus devlet başkanının ilk kez Kıbrıs’ı ziyaret etmesi. Olayın önemi de, bu ziyaretçinin Kıbrıs’la yakından ilgilenen Rusya gibi bir dünya devletini temsil etmesi...
Rus konuk Dimitri’yi ağırlayan Rum ev sahibi Dimitris, eski bir komünist olarak, Ruslara büyük sempati ve hayranlık duyan bir politikacı.
Gerçi iki Dimitri’nin de başında bulundukları kendi ülkelerinde artık komünist değil, liberal ekonomik ve siyasal bir düzen hâkim. Ama Moskova, Sovyetler Birliği zamanında Kıbrıs’a karşı başlayan özel ilgi ve desteğini bugün de sürdürüyor.
Hristofyas’ın Rus Ajansı TASS’a demecinde belirttiği gibi, iki ülke arasında geleneksel bir ortaklık var. Rusya Kıbrıs için (tabii Rumlar açısından) “denenmiş, kimsenin yerini tutamayacağı bir müttefik.”
Bu bakımdan, Kıbrıs Rum yönetiminin Medvedev’in ziyaretine bu kadar önem vermesi ve bundan cesaret alması doğal.
Stratejik bağlar

Yazının Devamı

Bosna’da birlik mi bölünme mi?

6 Ekim 2010

Bazı seçimler vardır, sadece bir partinin veya iktidarın değil, aynı zamanda bir ülkenin geleceğini belirler.
Bosna-Hersek’te pazar günü yapılan seçimlere işte böyle “kader belirleyici” bir özellik atfedildi. Yani seçim sonucunun, bu Balkan ülkesinin “birlik” ile “bölünme” arasındaki tercihini ortaya çıkaracağı öne sürüldü.
Ancak açıkçası bu seçimler “belirleyici” olmaktan çok, “belirsizlik” getiren bir sonuç vermiş görünüyor.
Yeni yönetim “ayrılıkçılar” ile “birlikçiler” arasında eskisi gibi cepheleşmiş olarak kalıyor.
Umut veren tek değişiklik, bu kez ılımlı ve uzlaşıcı görüşleriyle tanınan Bekir İzzetbegoviç’in, üçlü Devlet Başkanlık Konseyi’ne girmesidir.
İç savaş döneminin Devlet Başkanı Aliya İzzetbegoviç’in oğlu olan Bekir, ayrılıkçı güçlere karşı etkin bir mücadele verebilecek ve ülkenin bölünmesini önleyebilecek mi?
İşte belirsizlik burada.

Yazının Devamı

Norveç gibi yapabilmek

5 Ekim 2010

AB ile üyelik müzakerelerinin yerinde saymasının yarattığı derin düş kırıklığı ve bıkkınlık, zaman zaman Türk liderlerini “Norveç modeli”ne atıfta bulunmaya sevk ediyor.
“Norveç modeli”nden kastedilen nedir?
Aslında -basında tırnak içinde yer alan terimiyle - böyle bir model yok. Olsa olsa bir “Norveç örneği”nden söz edilebilir.
Geçen yıl, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül bir konuşmasında, Türkiye’nin gelişmesi ve AB standartlarına ulaşması halinde, Norveç’in yaptığı gibi bir halk oylaması ile AB üyeliğine “hayır” demesinin mümkün olabileceğini söylemişti.
Daha sonra Başbakan Erdoğan da bir demecinde benzer bir şekilde Norveç’i örnek gösterdi. Son olarak geçen hafta AB işlerinden sorumlu Devlet Bakanı Egemen Bağış, Brüksel’deki bir basın toplantısında, “müzakerelerin tamamlanmasından sonra, Türkiye’nin bir referanduma gidebileceğini ve Türk halkının AB üyeliğine -Norveçliler gibi- hayır diyebileceğini” söyledi.
Ne var ki, bugün için Norveç’i Türkiye-AB katılım müzakereleri bağlamında, bir model veya örnek olarak göstermek zamansız ve yersizdir.

Yazının Devamı