Hafta sonu Kuzey Kıbrıs'ta 28 belediye başkanı ve 234 belediye meclisi üyesi için yapılan seçimler, taşıdığı siyasal anlam ve verdiği mesajlar nedeniyle, "yerel" ilgi sınırlarını aşmıştır.Aslında seçim sonuçları, KKTC'yi yerinden oynatacak bir nitelik taşımıyor. Evet, başkent Lefkoşa'nın belediye başkanlığının iktidardaki CTP'den koalisyon ortağı DP'nin eline geçmesi ilginç bir gelişme. Muhalefetteki UBP'nin de bu seçimlerden gene birinci olarak çıkması da anlamlı. Ama genelde "yerel" düzeyde, tablo köklü bir değişikliğe uğramış değil. 28 belediye başkanlığının 10'u UBP'de, 8'i CTP'de, 7'si DP'de. Geriye kalan 3'ü de bağımsızlarda...Bu nedenle bütün bu partiler, belirli bir açıdan kendilerini "kazançlı" ilan ediyorlar.Yerel seçimlerle birlikte Meclis'in boş iki sandalyesi için yapılan ara seçimlerin galibi ise, CTP. Bu sonuç, Meclis'teki dengelerde bir değişikliğe yol açmış bulunuyor. Şimdi 50 sandalyenin 25'i, yani tam yarısı CTP'nin elinde. Hükümet ortağı DP'nin 6, UBP'nin 18, BDH'nin ise 1 sandalyesi var.Bu, bir hükümet değişikliğine yol açar mı? Her ne kadar bazı spekülasyonlar öne sürülüyorsa da Lefkoşa'daki gözlemciler bunu gerektiren bir neden görmüyorlar. GENELDE yerel
Gerçekten bu görüşmeler uzlaşma yönünde bir sinyale ihtiyaç duyulduğu bir zamanda, "5+1" grubunun İran'a çözüm paketi sunmasının ardından ve "G-8" grubunun toplantısı öncesinde gerçekleşmiş bulunuyor."5+1", yani beş büyükler, ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin ile Almanya'nın oluşturduğu gruba verilen isim. Bu ayın başlarında grubun hazırladığı öneri paketi -ayrıntıları gizli tutulmakla beraber- İran'a nükleer programı için uranyumu zenginleştirme işleminden vazgeçmesini istiyor, karşılığında da ona bazı teknolojik ve ekonomik destek öngörüyor.Tahran bu öneriye ilke olarak olumlu baktı. Veya en azından bunu elinin tersiyle reddetmedi. İran yönetimi cevabını aceleye getirmek istemediğini de bildirdi. Hatta öneriye yanıt için 22 Ağustos gibi uzak bir tarih ortaya attı...Oysa teklifi yapanlar bu kadar beklemeye niyetli olmadıkları mesajını verdiler. ABD cevabın kısa sürede verilmemesi halinde yaptırımları görüşmek için Güvenlik Konseyi'ne başvuracağını da açıkladı...İşte Gül'ün Tahran ziyareti, böyle kritik bir aşamada gerçekleşti. Türk yetkililer Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün hafta sonu Tahran'da İran liderleriyle nükleer krizin çözümü konusunda yaptığı görüşmeleri "Son derece
Bu ziyaretin, Rusya Federasyonu'nun kurulduğu tarihten bu yana bir Türk Cumhurbaşkanı'nın Moskova'ya yaptığı ilk resmi gezi olması, ilişkilerin ulaştığı noktayı hatırlatan göstergelerden biri.Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Aralık 2004'te Türkiye'ye gelişinin ardından sıklaşan üst düzey karşılıklı ziyaret ve temaslar, Türk-Rus ilişkilerinin giderek "derinleştiğini" ortaya koyuyor.Geçen ay Ankara'ya gelen Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov'un da belirttiği gibi, bu ilişkiler Atatürk zamanından beri "en parlak dönemini yaşıyor".Cumhurbaşkanı Sezer'in Moskova ziyaretinin işte böyle bir zemin üzerinde ilişkileri pekiştirmeye yönelik yeni bir adım oluşturması bekleniyor. CUMHURBAŞKANI Ahmet Necdet Sezer'in yarın başlayacak olan Rusya ziyareti, iki komşu ülke arasında ilişkilerin sıkı bir dostluk ve işbirliği dönemine girdiği bir aşamada gerçekleşiyor. Gerçekten son birkaç yılda atılan adımlarla Türk-Rus yakınlaşmasının altyapısı -çeşitli anlaşmalar ve ortak çalışmalarla- güçlendirilmiştir. Ekonomik alanda işbirliği baş döndürücü bir hızla gelişmiştir. Halen ticaret hacmi 15 milyar dolar düzeyinde... Enerjide "Mavi Akım" ile gerçekleştirilen hamle (bir ölçüde Türkiye için
Aslında bu ayaklanmanın tarihi 23 Ekim 1956'dır. Nitekim Macar hükümeti, bu yıl 23 Ekim günü en az 50 ülke liderinin katılacağı büyük bir anma töreni düzenliyor.Bush 50'nci yılı 4 ay önce "kutlama"yı tercih etti! Bunun nedeni de, Avrupalı liderlerle Viyana'da hazır buluşmuşken, komşu Macaristan'a da bir uğramak ve oradan bazı özgürlük mesajları vermek arzusu olsa gerek.Bush'un "kutlamak" sözcüğü doğrusu bu olayda hiç yerine oturmuyor. Evet, Macar ihtilali veya halk ayaklanması, özgürlük ve bağımsızlık için yapıldı, ama Rus tankları tarafından amansızca bastırıldı, 25 bin Macar öldü, 250 bin kişi ülkeden kaçtı (bazısı Türkiye'ye sığındı) ve en önemlisi, Macar ulusunun bütün beklentileri ve umutları yok oldu... Önceki gün Başkan Bush, Budapeşte'ye geldiğinde, ziyaret nedeninin "Macar ihtilalinin 50. yıldönümünü kutlamak" olduğunu söyledi. Bush'un Budapeşte gezisinin dünya TV ekranlarına yansıyan görüntüleri, o zaman ayaklanma ve sonrasını yakından izleyen bir gazeteci olarak, bu büyük insanlık trajedisini -ve siyasi faciayı- gözümün önüne getirdi.Macarlar, İkinci Dünya Savaşı'nda kendilerini Nazi işgalinden kurtaran Sovyetler Birliği'nin denetimi (fiili işgali) altına girmekten hiç
Şimdi Amerikalılar ABD'nin Irak batağından kendisini nasıl "kurtaracağını" tartışıyorlar.Günlerden beri, önce Temsilciler Meclisi'nde, sonra da Senato'da bu konuda yapılan tartışmalar, Amerikan toplumunun ne kadar bölünmüş -ve de şaşkın- olduğunu ortaya koyuyor.Kongre'de çoğunluğa sahip Cumhuriyetçiler, Bush yönetiminin "savaş stratejisi"ni savunmaya devam ederken, muhalefetteki Demokratlar bir "çıkış stratejisi" izlenmesini istiyorlar.Yapılan kamuoyu araştırmaları da halkın çoğunluğunun ABD'nin Irak'taki askerlerini bir an önce çekilmesi gerektiğine inandığını gösteriyor. Bu görüş Amerikan medyasının etkin organlarında da hâkim. Bush yönetimi 3 yıl önce Irak'a karşı askeri müdahaleye karar verdiğinde, ABD'nin amacının Irak halkını Saddam rejiminden "kurtarmak" olduğunu ilan etmişti... Demokratlar bu konuda Senato'da somut bazı öneriler sundular. Kendi aralarında da tam bir mutabakat olmadığı için, iki seçenek ortaya attılar: Birincisi, Irak'tan çekilme işleminin bir takvime (en geç Temmuz 2007'ye kadar) bağlanmasıdır. İkinci seçenek, "ucu açık" bir çekilme sürecinin başlatılmasıdır."Çekil ve kurtul" anlamındaki bu öneri, Temsilciler Meclisi'nde Cumhuriyetçi çoğunluk tarafından
Enerji alanında dünyanın önde gelen kuruluşlarından Cambridge Enerji Araştırma Ortaklığı (CERA) ile Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu'nun (DEİK) düzenlediği bu toplantıların ilki 9 yıl önce yapıldığında, buna "İki Denizin Öyküsü" adı verilmişti. O sırada enerji dünyası, petrol ve gaz için alternatif kaynak bölgesi olarak Karadeniz ve Hazar havzasını görmeye başlamıştı. O zaman DEİK'in başında bulunan Nihat Gökyiğit'in çabalarıyla bu konferansın İstanbul'da yapılması sağlanmıştı.Daha sonraki toplantıya, zamanın Başbakanı Süleyman Demirel'in telkiniyle, konferansın başlığı, Akdeniz'i de içerecek şekilde "Üç Denizin Öyküsü" olarak değiştirildi.Geçen yıl, konferansın yapıldığı İstanbul'un iki kıtayı birleştiren kent olduğu dikkate alınarak "Doğu Batı ile Buluşuyor" başlığı uygun görüldü.İşte dünyanın çeşitli yerlerinden gelen 300'e yakın enerji uzmanı, şirket yöneticisi ve hükümet yetkilisi, şimdi bu başlık altındaki 9'uncu Konferans'ta, uluslararası gündemin ilk sırasına yerleşen enerji sorunlarını enine boyuna tartışıyorlar... Halen İstanbul'da yapılmakta olan uluslararası enerji konferansına "Doğu Batı ile Buluşuyor" başlığının konmasının ilginç bir öyküsü ve aynı zamanda önemli bir
Gerçi Bakoyanni'nin Yunan gazetesi "Eleftereotipia"ya demecinde bu konuda söyledikleri, "çözüm önerisi"nin tam içeriğini açıklamaktan uzaktı. Bakan sadece bu planın bazı ana hatlarını belirtiyordu.Ankara'nın ilk "resmi olmayan" tepkisi, doğrusu biraz aceleye gelmişti. Basına yansıyan ilk değerlendirmeler, "plan"ın kabul edilemez olduğu yönündeydi.Oysa dün, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, farklı bir yorum getirdi ve Bakoyanni'nin bu girişiminin gerçekten önemli bir yönünü vurguladı. Onun deyişiyle, bu girişim "Yunanistan'ın da artık resmen sürecin içinde olduğunu" gösteriyor. Türkiye geçen yıl sunduğu "Eylem Planı"nda Yunanistan'ın da katılımıyla "dörtlü" bir toplantı önermişti. Şimdiye kadar Atina böyle bir sürece dahil olmaya pek yanaşmıyordu. Şimdi ise bizzat çözüm önerisi hazırlığı içinde. Hafta başında Yunanistan Dışişleri Bakanı Dora Bakoyanni'nin yeni bir Kıbrıs planı hazırlamakta olduğuna ilişkin olarak Atina'dan gelen haberlere Ankara'nın ilk "gayri resmi" tepkisi olumsuzdu. Bakoyanni'nin henüz detayları açıklanmayan "planı" ile ilgili olarak Yunan gazetesine söylediklerinde, hem olumlu, hem olumsuz bazı noktalar var.Bakan, öneriyi şöyle özetliyor: "BM mevzuatı
Katalonya referandumunun verdiği mesaj İspanya'da halen hararetle tartışılan bir konu bu. Gerçekten Katalonya'nın elde ettiği yeni statü, İspanya için ilginç bir deneyim oluşturuyor.Hemen belirtelim ki, İspanya'nın bu deneyimini genelleştirmek ve her ülke için geçerli bir örnek veya model saymak doğru değil. Bir İspanyol diplomatının deyişiyle, Katalonya'da olan, "İspanya'ya özgü" bir gelişmedir.Bununla beraber, İspanya'nın bu alandaki deneyimleri -taşıdığı bazı temel özellikleri itibariyle- dikkatle izlenmeye değer... İspanya'nın Katalonya bölgesinde yapılan referandumun sonucu karşısında akla gelen temel soru şu: Katalanların geniş özerkliğe kavuşması, İspanya'nın ulusal birliğini, toprak bütünlüğünü tehlikeye düşürür mü? Diğer bir deyişle, Katalonya'da yüzde 74 oranındaki "evet" ile yürürlüğe girmekte olan yeni siyasi statü, bu ve diğer bölgelerde ayrılıkçı veya bağımsızlık yanlısı akımları tetiklemez mi? İspanya'nın 44 milyon nüfusunun 7 milyonu Katalonya'da yaşar. Buradaki halkın çoğunluğu, farklı etnik ve kültürel kökenlidir. Katalanlar kendi dillerini konuşurlar. "Ulusal" kimlik duyguları güçlüdür. Bu da tarihlerinden kaynaklanır. Katalonya öteden beri ekonomik bakımdan