Zorluklar bundan ibaret değil, başka faktörler de var: Türkiye'nin demokrasi, insan hak ve özgürlükler, yasal düzenlemeler ve uygulama gibi alanlarda öteden beri belirtilen kriterleri ve koşulları harfiyen yerine getirmesi isteniyor. Türkiye bu yönde bir hayli mesafe kat etmiş de olsa, hâlâ bazı eksikliklerin bulunması, sıkıntı yaratıyor...Bunlar yetmezmiş gibi, AB şimdi şartlar listesine bir yenisini ekleme çabasında: Birliğin yeni üyeleri "sindirebilme kabiliyeti"... Verilen mesaj açık: Birlik Türkiye gibi nüfusu büyük, siyasal ve ekonomik sorunları bulunan, farklı kültürdeki bir ülkeyi kendi içinde entegre etmekte çok zorlanabilir ve bu durumda onu üyeliğe kabul etmekten de cayabilir... TÜRKİYE'nin AB ile müzakere sürecini -daha işin başında- zora sokan bir dizi neden var. Bu hafta Lüksemburg'daki Ortaklık Konseyi ile hükümetlerarası toplantılarda ve Brüksel'deki AB zirvesinde görüldüğü gibi, bu nedenlerin başında Kıbrıs'la ilgili öne sürülen şartlar geliyor. Rum kesiminin Türk limanlarının açılmasına ilişkin talebine diğer üye ülkelerin de arka çıkması, gerçekten aşılması zor görünen bir engel oluşturuyor... Bütün bu olumsuzluklara rağmen, AB'nin resmi tavrı, Türkiye ile
Türk yetkililer, Türkiye'nin İran krizinde oynadığı rolle ilgili olarak basında kullanılan bu terimlerin hiçbirini tutmuyor.Dün İstanbul'da Dışişleri Bakanlığı'nın köşe yazarlarını bilgilendirmek için yaptığı mutat toplantıların birine Bakanlık Sözcüsü Namık Tan ile birlikte katılan Başbakanlık Dış Politika Danışmanı Prof. Ahmet Davutoğlu şu terimi kullanmayı yeğledi: "Pro-aktif barışçı (veya uzlaştırıcı) katkı"...Prof. Davutoğlu'nun son haftalarda Ankara'nın İran krizinin yatıştırılması için harcadığı çabalar hakkında verdiği bilgiler, -fazla "diplomatik" görünse de- bu terime gerçekten daha uygun düşüyor.Çünkü Türkiye'nin bu konuda yaptıkları, sadece bir tarafın mesajını veya önerisini öbür tarafa iletmekten ibaret değil. Aynı şekilde bir hakem gibi iki tarafın arasına girmek de değil... Başbakan'ın danışmanına göre, Türk diplomasisi bu sorunun çözümlenmesi için, kendi inisiyatifini de kullanıyor, kendi mesajlarını da veriyor. Hem de tarafların arzusu ve teşvikiyle... Arabulucu mu? Aracı mı? Değil... Bir nevi postacı veya mesajcı mı? O da değil... Peki, kolaylaştırıcı mı? Bir ölçüde öyle denebilir, ama... İki hafta önce, gene Dışişleri'nin düzenlediği benzer bir toplantıda
Sabancı ve Işık üniversiteleri ile Açık Toplum Enstitüsü'nün Türkiye'de düzenlediği araştırmanın AB ile ilgili bölümü, kamuoyunda AB desteğinin bir hayli gerilediğini ortaya koyuyor.Merkezi ABD'de bulunan "Pew" adlı kurumun "küresel tavırlar projesi" adı altında Türkiye dahil, 15 ülkede yaptığı kapsamlı anketin sonuçlarına göre de, Türk halkı ABD'ye ve Bush yönetiminin politikalarına karşıtlık alanında en ön safta yer alıyor.Her iki araştırmadaki bulgular, bundan önce yapılan benzer anketlerle kıyaslandığında, Türk toplumunun genelde Batı'nın politikalarından giderek uzaklaşmakta olduğu açıkça görülüyor. BİRİ Türkiye'de, diğeri dünyanın dört kıtasında yapılan iki kamuoyu araştırması, Türk halkının giderek ABD'den ve AB'den soğumakta olduğunu, güncel uluslararası sorunlar karşısında da bölge ülkelerinin yanında bir tavır aldığını gösteriyor. Pew'nun araştırmasının önemli bir bölümü, ABD karşısındaki "küresel tavırlar"la ilgili. Bu bağlamda Türk kamuoyunun tavrı bir hayli olumsuz. Örneğin Türkiye'de toplumun ancak yüzde 12'si ABD'nin lehinde görünüyor. Bu oran 2000'de yüzde 52, 2003'te yüzde 30, geçen yıl da yüzde 23 idi. Türkiye bu yılki rakamla küresel sıralamanın en dibinde
AB'de Türkiye'yi, Türkiye'de de AB'yi istemeyenlerin ortak dileği, sonunda olacağını umdukları şeyin bir an önce gerçekleşmesi, yani ilk fırsatta taraflardan birinin -ve tercihen Ankara'nın- "yetti artık, biz bu işten vazgeçiyoruz" demesidir!Lüksemburg'da uzun uzun tartışılan "Kıbrıs şartı!"nın böyle bir fırsat yaratabileceğini bekleyenler bu kez de hüsrana uğradılar. Sonuçta kabul edilen formül, en azından bir kopmayı önledi ve "yola devam" işaretini verdi.Bu yolun çok çetin ve uzun olacağı daha baştan belliydi. Bu nedenle, eğer AB vizyonu ve stratejisi kararlılıkla korunuyorsa, sık sık çıkabilecek bu zorluklar ve sıkıntılarla devamlı mücadele etmekten başka çare yok... LÜKSEMBURG'da diplomatlar cenkleşirken, Türkiye'de ve Avrupa ülkelerinde Türkiye'nin AB üyeliğine karşı olanlar, herhalde kendi içlerinden "keşke anlaşamasalar da, ipler artık tamamen kopsa" diye düşünüyorlardı... Lükbemburg'da ilk faslın açılmasına direkt olarak Kıbrıs'la ilgili bir şart konmadı; ama 21 Eylül 2005 Deklarasyonu'na atıfta bulunularak, "limanlar meselesi"nde Türkiye'den neyin talep edildiği ve beklendiği dolaylı olarak beyan edildi. Bu belge bundan sonra AB'nin çeşitli üst düzey toplantılarına
Türkiye'nin AB ile üyelik müzakerelerine yeşil ışığı yakan 3 Ekim 2005 Konsey toplantısında yaşanan senaryo, bu kez müzakerelerin başlamasına ilişkin karar sürecinde de tekrarlandı ve nihayet dün heyecanlı saatlerden sonra mutabakatla sonuçlandı.Böylece AB ile müzakere edilecek olan 35 "başlık"tan ilki (Bilim ve Araştırma ile ilgili olanı) dün masaya yatırılmış, diğer bir deyişle, üyelik müzakereleri süreci fiilen başlamış oldu.Bu, bir bakıma uzun AB yolunda yeni ve önemli bir kilometre taşı oluşturuyor. Ancak Kıbrıs Rum yönetiminin bu başlık üzerinde gösterdiği engelleyici tavrı her dosyanın müzakeresinin başında veya sonunda gündeme getireceğini tahmin etmek zor değil. Yani bu 35 "fasıl"ın her birinde Kıbrıslı Rumlar galiba "Biz bu filmi daha önce görmüştük" dedirtecek!.. Gene aynı heyecanlı senaryo yaşandı: AB cephesinde günlerce süren yoğun diplomatik çabalar, ortaya konan talepler, itirazlar, her kelimesi uzun uzun tartışılan taslak metinler, kıran kırana pazarlıklar... Türk cephesinde gelişmelerin sıkı takibi ve değerlendirmesi ve gergin bekleyiş... Sonunda tarafların kabul edebileceği bir belge üzerinde uzlaşma... İlk bakışta Kıbrıs Rum yönetiminin AB'nin Türkiye ile
Kuşkusuz terörist başının ortadan kaldırılması, askeri açıdan, başarılı bir operasyon. Bu başarı, ABD'ye ve güvenlik alanında yeni örgütlenmeye başlayan Irak'a moral verdi...Ancak bu başarıyı kutlayanlar dahi, "Zerkavi'siz Irak"ın, -hele kısa vadede- barışa ve huzura kavuşacağı konusunda fazla umut taşımıyorlar.Bunun iki nedeni var: Birincisi, Zerkavi'nin başında bulunduğu El Kaide Mezopotamya bölgesi örgütü, Irak'ta şiddet eylemlerine girişen tek grup değil. Halen bu ülkede 60 kadar eylemci grup faaliyette. Bir kısmı gerçekten işgale karşı direniş mücadelesiyle yola çıkmış örgütler; bir kısmı kendi ideolojik gündemlerini uygulamak peşinde; bazısı da tamamen çıkar grupları veya mafyalar... Bu örgütler veya çeteler için Zerkavi'nin ortadan kaldırılması kendi eylemlerini sürdürmelerine mani değil... İkincisi, Zerkavi'nin adamları onsuz da işe devam etmek isteyecekler. Hatta örgüt şimdi onun intikamını almaya da kalkışacak. Nitekim Irak hükümeti bu yüzden çok sıkı güvenlik önlemleri alıyor... Terörizm uzmanlarının da belirttiği gibi, bu tür örgütler liderlerini kaybetseler bile, birdenbire yok olmuyorlar. Zerkavi'nin öldürülmesinden sonra Irak'ta şiddet eylemlerinin son bulacağını
Üyelik kararının "son-son anda" alındığı 3 Ekim toplantısını hatırlayın...Bunun örnekleri saymakla bitmez.Şu sırada müzakerelerin başlaması konusunda aynı heyecanı yaşıyoruz.Son günlerde gelen haberler, Bilim ve Araştırma başlıklı ilk "fasıl"ın (veya dosyanın) 12 Haziran Pazartesi günü, Lüksemburg'da masaya yatırılacağını ve böylece "müzakere süreci"nin fiilen başlayacağını belirtiyordu. Oysa dünkü haberler, müzakerelere "start" işaretini verecek olan "ortak tutum belgesi"nin henüz 25 üye ülkenin onayını almadığı yönünde...Bu gecikmenin nedeni, gene son dakikada ortaya çıkan pürüzler. Bunun başında Fransa'nın müzakerelerin "açılması-kapanması" konusundaki rezervleri ve Kıbrıs Rum yönetiminin "ek protokol" ile ilgili şartları geliyor... AB'nin Türkiye'nin üyeliğiyle ilgili olarak verdiği her karar -çoğu zaman son dakikaya kadar belirsizliğini koruduğu için- bir heyecan kaynağıdır. Şimdi Ankara, "ortak tutum belgesi"nin 25 üye tarafından onaylanmasını ve karşılıklı mutabakatın sağlanarak Lüksemburg'da (Ortaklık Konseyi toplantısının hemen ardından) 35 fasıldan ilki olan Bilim ve Araştırma dosyasının müzakereye açılmasını istiyor.Bugün Brüksel'de AB üye ülkelerinin daimi temsilcileri
Bu ifade, Romanya Cumhurbaşkanı Traian Basescu'ya ait. Sözünü ettiği bölge, Karadeniz...Romanya lideri bu konuşmayı önceki gün Bükreş'te "Karadeniz Diyalog ve Ortaklık Forumu" adlı bir konferansta yaptı. Onun deyişiyle, Karadeniz bölgesi kaçakçılıktan teröre, enerji güvenliği eksikliğinden siyasal belirsizliğe kadar çeşitli sorunlarla karşı karşıya bulunuyor.Konferansın amacı işte bu sorunlara eğilmek ve bunlara diyalog yolu ile ortaklık esprisi içinde çözüm aramak...Bükreş zirvesinde Ukrayna, Moldova, Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan cumhurbaşkanları, Bulgaristan da Dışişleri Bakanı ile temsil ediliyor. Türkiye adına Devlet Bakanı Beşir Atalay katılıyor. Rusya ise bu forumda sadece Bükreş'teki büyükelçisiyle bir varlık göstermekle yetindi... Buna karşılık BM, AB, NATO, AGİT de delegelerini göndermeye özen gösterdi...Romanya'nın ev sahipliği yaptığı bu forum, onun inisiyatifinin eseridir. Rumen hükümeti geçen yıl Karadeniz bölgesinin artan jeostratejik önemini de dikkate alarak güvenlik, enerji gibi güncel konuların ele alınacağı böyle bir forumun düzenlenmesi fikrini ortaya atmıştı. Bu öneri bölge ülkelerinin çoğundan ilgi gördü, ayrıca Batı'dan da destek aldı... BU bölgede