Böylece kriz sadece tırmanmakla kalmıyor, aynı zamanda yayılıyor da...Çatışma şimdi İsrail'in hem güneyinde -Gazze'de- hem de kuzeyinde -Lübnan'da- iki cephede birden cereyan ediyor.Asıl tehlikeli olan, bu noktadan itibaren krizin bölgenin diğer aktörlerini de içine çekecek şekilde, daha da yayılmasıdır.İsrail kuvvetlerinin Lübnan topraklarındaki harekâtı devam ettiği takdirde, Hizbullah'ın arkasındaki Suriye'nin ve İran'ın da bu çatışmalara bir şekilde bulaşması olasılığı, gerçekten bölgedeki dengeler ve istikrar açısından çok kaygı vericidir.Gazze cephesindeki kanlı olayları durdurmayan uluslararası diplomasinin, bu kez ikinci cephenin açılmasından sonra, krizi çözümleme şansı daha da zayıflıyor. İSRAİLLİ onbaşının kaçırılmasının yol açtığı kriz henüz hal yoluna girmeden, ikinci benzer olayda iki İsrailli askerin esir alınması, bunalımı daha da tehlikeli bir noktaya getirmiş bulunuyor. İki buçuk haftalık bir arayla cereyan eden iki olayın senaryosu aynı: Gazze'de Hamas'a yakın militanlar bir İsrail askerini ele geçiriyor ve karşılığında İsrail hapishanelerindeki Filistinli tutukluların salıverilmesini istiyor. Buna karşılık İsrail onbaşıyı kurtarmak ve Hamas'ın belini kırmak
İki liderin uzun bir durgunluk döneminden sonra, BM'nin şemsiyesi altında masaya oturması ve en azından "çerçeve" sayılan bir mutabakat metni üretmesi yeni bir beklenti yaratıyor.Ancak atılan bu ilk adımın kapsamlı çözüm yolunu açıp açmayacağını kestirmek için zaman çok erken. Kıbrıs anlaşmazlığında şimdiye kadar umutla başlayan, fakat çok geçmeden hüsranla biten o kadar görüşme süreçleri gördük ki...Her şeye rağmen, BM'nin yeni bir girişimde bulunması ve iki liderin bir araya gelmesi -ve de yeni bir süreç başlatabilecek bir mutabakat sağlaması- olumlu bir gelişme. BM Genel Sekreter Yardımcısı İbrahim Gambari'nin girişimiyle Lefkoşa'da gerçekleşen Talat-Papadopulos görüşmesi, Kıbrıs sorununun çözümü için yeni bir umut mu? Gambari'nin Kıbrıs sorununu buzdolabından indirmek istemesinin nedenlerini anlamak zor değil. Genel Sekreter Kofi Annan şimdiye kadar yapacağını yaptı. Artık kendisi tekrar devreye girecek durumda değil. Kaldı ki bu yılın sonunda görevi bitiyor.Ancak Gambari, bu işe atanan yetkili olarak, yeni bir atağa kalkmakta yarar görüyor. Amacı BM'yi yeniden devreye sokmak, sorunun başka forumlarda (bu arada AB'de) içinden daha da çıkılmaz hale gelmesini önlemektir.
Her ne kadar iki tarafta da resmi ağızlar katı söylemlerini sürdürüyorlarsa da, devreye giren -Türkiye dahil- bazı ülkelerin yoğun diplomatik çabalarının bir sonuç vermesi umudu var.Bazı Arap ve İsrail gazetelerinde yer alan haberlere bakılırsa, bu yönde bir formül oluşmak üzere. Buna göre, Filistin tarafı kaçırılan İsrail askerini iade edecek, Gazze'den İsrail'e Kassam füzelerinin atışına son verecek; buna karşılık İsrail de yüzlerce Filistinli tutukluyu ve son olarak gözaltına aldığı Hamas milletvekillerini serbest bırakacak, Gazze'ye karşı saldırılarını durduracak..."El Hayat" gazetesinin Mısır kaynaklarına atfen verdiği habere göre, iki taraf da aşamalı olarak uygulanacak böyle bir mutabakata yatkın görünüyor."Haaretz" gazetesi de bu esaslar üzerinde temasların şimdi salıverilecek tutukluların sayısı ve iadelerinin takvimi üzerinde cereyan ettiğini bildiriyor."Haaretz" bu bağlamda İsrailli bir bakanın (Benjamin Ben-Eliezer), bu hafta Ankara'ya geleceğini yazıyor ve son diplomatik çabalarda Türkiye'nin oynadığı rolü şu satırlarla ifade ediyor: "Suriye'nin katılımı olmadan bir uzlaşmanın gerçekleşmesi mümkün değil. Eğer bu değerlendirme doğru ise Türkiye'nin arabuluculuk
Bunun amacı, belgenin oldukça uzun olan (12 kelime) başlığının ilk kısmında şöyle ifade ediliyor: "Türk-Amerikan stratejik ortaklığının ilerlemesi için"...Bu ifade, iki ülke arasında esasen bir "stratejik ortaklığın" var olduğunu kabul ediyor ki, bu öteden beri Türkiye'de ve ABD'de, bazı akademik ve diplomatik çevrelerde tartışma konusu...İlişkilerin halihazırdaki boyutu "stratejik" olsun veya olmasın, başta ABD'nin inisiyatifi, sonra iki tarafın isteğiyle girişilen bu "ortak vizyon" projesi, pratikte fazla yeni bir şey getirmiyor, bilinen pozisyonları teyit ediyor... Kâğıt üstünde tek önemli yenilik belgenin ikinci kısmında sürekli diyalog ve istişare için öngörülen bu mekanizmanın kurulmasıyla ilgili...Ama belgenin asıl "esprisi" yeni bir "ortaklık" anlayışı getirmesidir. Madde madde çok genel hatlarıyla ifade edilen bu anlayış, "mart tezkeresi"yle bozulan ilişkileri tekrar rayına oturtmak için yeni esaslara bağlamak ihtiyacından doğmuştur. Yani iki taraf da, bu aşamada ilişkilerdeki yeni anlayışı "belgelemek"te yarar görmüştür. Bu belge, karşılıklı olarak imzalanan bir "anlaşma" niteliğini taşımasa bile... WASHINGTON'da önceki gün Dışişleri Bakanı Gül ve ABD'li meslektaşı
Kuzey Kore'nin gerçekleştirdiği bir dizi füze denemesi, Japonya'dan ABD'ye, Güney Kore'den Rusya'ya kadar, bütün dünyayı ayağa kaldırdı.Gerçi uzmanlar bu denemelerin pek başarılı geçmediğini, füzelerin Japon Denizi'ne düştüğünü belirtiyorlar. Ancak Kuzey Kore'nin yıllardan beri nükleer silah ve füze alanında yoğun bir faaliyet içinde bulunduğu da biliniyor. Nitekim, gene yabancı askeri uzmanlara göre, K. Kore'nin elinde halen 5-6 atom bombası ve tahminen 800 kadar balistik füze var.Dolayısıyla, son deneme, bazılarının deyişiyle "fiyasko" olsa dahi, K. Kore'nin "dehşet silahları" geliştirmede bir hayli mesafe kat ettiği bir gerçek. Dün denemesi yapılan "Taepodong-2" adlı 6000 km menzilli füze, K. Kore'nin artık sadece "yakın" değil, "uzak" ülkeleri de (ABD gibi) hedefleyebileceğini gösteriyor.Henüz "tam gelişmemiş" aşamada da olsa, K. Kore'nin elinde bu tür silahların bulunması, uluslararası camiayı kaygılandırmaya yetiyor... İran nükleer krizinden sonra şimdi Kuzey Kore füze krizi, uluslararası gündeme oturmuş bulunuyor. K. Kore'nin nükleer silahlara ve bunları belirleyeceği hedeflere ulaştırabilecek füzelere sahip olmayı bu kadar istemesinin nedeni ne?İlk bakışta Kuzey'deki
Ankara'da, özellikle iktidar çevrelerinde böyle bir eğilim ve umut var. Nitekim Başbakan Erdoğan'ın devreye girmesi, ilgili taraflarla ve ayrıca ABD Başkanı Bush ile telefonla görüşmesi, bunun bir işareti sayılıyor.Türk diplomasisinin son dönemde Irak ve İran krizlerinde oynadığı "kolaylaştırıcı" roldeki performansı, Başbakanı, Gazze'de İsrail askerinin kaçırılmasını izleyen olayları durdurmaya yönelik benzer bir inisiyatife girişmek için cesaretlendirmiş olsa gerek.Aslında niyet, bölgede herkes için büyük tehlike yaratan sürtüşmeleri ve gerginlikleri önlemeye katkıda bulunmaktır. Özellikle iktidar çevrelerinde böyle bir misyon anlayışı yerleşmiş görünüyor. Irak, İran, Filistin gibi meselelerde Türkiye'nin, özel konumu itibariyle, aktif diplomasiyle, yararlı katkılarda bulunabileceği kanısı öteden beri Ankara'da hâkimdir. Kuşkusuz bu sayede Türkiye'nin bölgesel bir aktör olarak etkinliğini artırması umudu ve beklentisi de bu tür girişimleri teşvik etmektedir... Türkiye, İsrail-Filistin krizinin çözümlenmesinde bir rol oynayabilir mi? Böyle bir girişimin başarı şansı nedir? Şimdiki İsrail-Filistin krizinin çözümü için oynanacak rol, Irak ve İran anlaşmazlıklarında Türk
Bu bakımdan Finlandiya'nın önümüzdeki haftalarda ve aylarda bu ilişkilerin rayına oturması ve bir "tren kazası"nın olmaması için alacağı tavır ve harcayacağı çabalar büyük önem taşıyor.Aslında AB'nin başkanlığını dönüşümlü olarak devralan üye ülkelerin birliğin temel politikalarını değiştirme yetkisi ve gücü yoktur. Ancak dönem başkanının topluluğa yön verme, güncel sorunların ve anlaşmazlıkların giderilmesi yönünde inisiyatifini kullanması her zaman mümkündür. Dolayısıyla, başkanlık koltuğunda oturan ülkenin yaklaşımı ve gayretleri, bazı hallerde bir hayli etkili de olabilmektedir.Bunun son örneklerinden biri, İngiltere'nin geçen yılın son 6 aylık dönem başkanlığı sırasında, Türkiye'nin adaylığa kabul edilmesi yönündeki ısrarlı çabalarının verdiği olumlu sonuçtur. Finlandiya'nın bugün başlayacak olan 6 aylık AB dönem başkanlığı, Türkiye ile AB ilişkilerinin kritik bir aşamaya girdiği zamana rastlıyor. Bütün belirtiler, Finlandiya'nın Türkiye-AB ilişkilerinin kesintiye uğramaması için iyi niyetle elinden geleni yapacağı umudunu veriyor.Hafta içinde Finlandiya'nın AB Büyükelçisi Eikka Kosonen'in Brüksel'deki basın toplantısında kullandığı şu ifadeler, çok anlamlı: "Türkiye ile
Bugün köşemizde bu bölgedeki gelişmelere eğilmemizin nedeni, dün İstanbul'da "Karadeniz'de Demokratikleşme ve Güvenlik" başlıklı bir konferansın başlamasıdır. "Arı Hareketi"nin, "Marshall Fonu" ortaklığıyla birlikte düzenlediği bu iki günlük konferansta, bölgeden ve -ABD gibi- daha uzak ülkelerden gelen hükümet yetkilileri, diplomatlar, akademisyenler, "geniş Karadeniz" coğrafyasındaki sorunları ve fırsatları enine boyuna tartışıyorlar"Geniş Karadeniz"den kastedilen nedir? İlginçtir, son zamanlarda "genişletilmiş" bölgelerden söz etmek moda oldu! Örneğin, "genişletilmiş Ortadoğu" projesi, veya "geniş Avrupa" konsepti gibi...Dün baktık, İstanbul'daki konferansta birçok konuşmacı bu terimi Karadeniz bölgesi için de kullandılar. Nitekim şimdi genişletilmiş Karadeniz bölgesine sadece bu denizde sahili olan ("kıyıdaş") 6 ülke değil, civardaki ülkeler de dahil ediliyor. Böylece sayısı 10'u bulan ülkelerle, "genişletilmiş" Karadeniz, Balkanlar'dan Kafkasya'ya kadar uzanıyor ve bir bakıma Avrupa ile Asya'yı birleştiren bir köprü durumuna geliyor. ORTADOĞU'nun giderek karıştığı ve gerginleştiği bir sırada, gözleri bir an için de olsa, başka bir bölgeye çevirmek zamansız görünebilir. Hele