Tek istisna, son günlerde bütün dünyanın dikkatini çeken Hadisa'daki "katliam hadisesi"dir. Amerikan deniz piyadelerinin bu kentte sivil halka karşı giriştiği kıyım, Irak dramının başka dehşet verici bir yönünü yansıtıyor.Bu, Irak'ta Amerikan işgalinin başladığı günden beri meydana gelen ilk vahşet olayı değil. Ne var ki Ebu Gıreyb skandalının izleri daha silinmeden, Hadisa'da çocuk ve kadın dahil 24 sivilin vahşice öldürülmüş olması, Amerikan kamuoyuna adeta yeni bir Vietnam kâbusu yaşatıyor. Bu "hadise"nin Bush yönetiminin Irak politikasını ne ölçüde etkileyeceğini göreceğiz. Bir süredir İran'la ilgili gelişmeler, Irak'ta olup bitenleri gölgelemiş bulunuyor. Bağdat dahil, Irak'ın çeşitli bölgelerinde her gün pek çok insanın ölümüyle sonuçlanan saldırılar ve çatışmalar, basının dahi pek rağbet etmediği adeta sıradan haberler oldu... Başkan Bush, iki hafta önce Bağdat'ta yeni hükümetin kurulduğu ilan edildiğinde, bunun Irak'ın demokratik yapılanma sürecinde bir dönüm noktası olduğunu söylemiş ve her zamanki gibi ülkenin geleceğiyle ilgili tozpembe bir tablo çizmişti.Oysa bu son iki hafta içinde, şiddet dalgası Bağdat'tan Basra'ya kadar ülkenin çeşitli yerlerinde tırmanmaya devam
Amerikalı bakan kısa bir süre sonra medya aracılığıyla açıklayacağı bir karar hakkında Gül'e bilgi veriyor: ABD, İran'ın nükleer programı çerçevesinde uranyumu zenginleştirme işleminden vazgeçmesi halinde, Tahran ile müzakereye oturmaya hazır...Rice Gül'den iki istekte bulunuyor: Birincisi, Türkiye'nin bu öneriyi desteklemesi; ikincisi de, Türk diplomasisinin devreye girerek İran'ı bu öneriyi kabul etmesi için ikna etmeye çalışması...Gül, Rice ile telefon konuşmasını bitirince, tekrar konuğuna dönüyor ve onunla ABD'nin bu yeni önerisini görüşüyor. Bu girişime destek konusunda iki taraf aynı pozisyonu paylaşıyor.Perşembe günü Gül İran Dışişleri Bakanı Muttaki'yi telefonla arıyor ve kendisiyle bir saate yakın görüşüyor. Bakan, İranlı meslektaşıyla açık konuşuyor; İran'ın şimdiye kadar uluslararası camianın şimşeklerini çeken politikasında ısrar etmemesi gerektiğini, şimdi ABD'den ilk kez gelen böyle bir öneriyi değerlendirmesinin doğru olacağını söylüyor. Tabii Muttaki de bilinen görüşlerini tekrarlıyor, ancak Gül de bu arada dost tavsiyesini iletmiş oluyor...Bunun ardından Gül Washington'u arıyor ve Rice'a Muttaki ile görüşmesi hakkında bilgi veriyor... Geçen çarşamba günü,
Şimdiye kadar "haydut ülke" listesindeki İran'la temas kurmak şöyle dursun, onu siyasi ve ekonomik baskılarla -hatta askeri tehditlerle- "yola getirmeyi" hedefleyen Washington, şimdi Ahmedinecad rejimine diyalog için elini uzatıyor.Gerçi bu beklenmedik jest, koşulsuz değil. Nitekim öneriyi açıklayan Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, "Biz İran halkının sivil nükleer enerjiye sahip olma hakkını kabul ediyoruz" derken, Tahran'ın uranyum zenginleştirme programını askıya alması şartını da açıkça dile getirdi.Ancak Bush yönetiminin İran'la aylardan beri tırmanan nükleer krizi sadece "sopa" göstererek değil, diğer dost ülkeler gibi "havuç" sunarak, diğer bir deyişle, diplomasi yoluyla halletmeye razı olması önemli bir gelişme. BUSH yönetiminin aslında yaptığı şey, bir U dönüşüdür... Bu krizin başından beri Batı Avrupa ülkeleri, Rusya ve Çin, bu soruna barışçı bir çözüm bulmak için yoğun çaba harcıyorlar. ABD, Tahran'la direkt temasta bulunan bu ülkelerin çalışmalarının dışında kalmayı (ve sadece "sopa"yı göstermeyi" yeğledi. Şimdi Bush yönetimi yaptığı öneriyle İran'la ilgili yaklaşımını değiştiriyor ve bu gruba açık destek veriyor.Irak'la başı derde giren, İran krizi yüzünden petrol
Bizde henüz pek yankı bulmayan bu fikir, Ege hava sahası anlaşmazlığının -ve gerekirse Ege ile ilgili diğer sorunların- Uluslararası Lahey Adalet Divanı'na götürülmesini öngörüyor.Saygın bir eski politikacı olan Stefanopulos, bu önerisini geçen pazar, "Kathimerini" gazetesinde yayımlanan bir makalesinde ortaya sürdü. Ege sorunlarını çözümlemek için iki ülke Dışişleri müsteşarları düzeyinde şimdiye kadar yapılan 33 toplantıdan bir sonuç çıkmadığını hatırlatan Stefanopulos, geride tek bir seçeneğin kaldığını, bunun da Ege ile ilgili meselelerin Lahey'e götürülmesi olduğunu söylüyor ve şu ifadeyi kullanıyor: "Lahey'e hangi anlaşmazlıkların götürüleceği sorusuna yanıtım şudur: Hepsi"... Bunlara karasuları, kıta sahanlığı, adaların silahsızlandırılması da dahil... GÜNLERDEN beri Yunanlılar eski cumhurbaşkanı Konstantin Stefanopulos'un Ege sorunlarının çözümü için ortaya attığı bir fikri tartışıyorlar. Stefanopulos'u bu yazıyı yazmaya iten başlıca faktör, Yunan kamuoyunda ve siyasal çevrelerinde son zamanlarda Atina'nın izlediği Türkiye politikasından duyduğu hoşnutsuzluk, hatta düş kırıklığıdır. Ege semalarındaki son "it dalaşı" ve bu olayda bir Yunan pilotunun ölmesi, bu duyguları
Bu çözüm şekli, prensipte geniş kabul gören bir formül. Türkiye dahil, uluslararası camia bu fikri benimsiyor. İsrail'in varlığını kabul etmeyen Hamas dışında Filistinlilerin çoğu da temelde buna taraftar. Zaten bu çözüm şekli, geçmişte yapılan müzakerelerde Yaser Arafat tarafından kabul edilmiş, onun vefatından sonra da Mahmud Abbas yönetimince desteklenmiştir.Mesele "iki devlet" kavramının hangi esaslara göre ve hangi yöntemlerle hayata geçirileceğidir. İsrail ile Filistin devletinin sınırları, Kudüs'ün statüsü, mültecilerin geleceği, Batı Şeria'daki İsrailli yerleşimcilerin durumu, vs. ne olacak?Bunlar ancak bir müzakere sürecinde ele alınabilecek sorunlar... İSRAİL Dışişleri Bakanı Tzipi Livni'nin Ankara'daki görüşmeleri sırasında öne çıkan başlıca konulardan biri, Filistin sorununun "iki devlet" esasına göre çözümüyle ilgiliydi. Yeni İsrail hükümeti "iki devlet" esasına göre çözümü benimsemekle beraber, toprak, sınır ve diğer sorunlar üzerindeki müzakerelerin başlayamaması halinde, "tek taraflı" olarak Batı Şeria'nın bazı kesimlerinden çekilmeye ve sınırları kendi bildiği gibi çizmeye kararlı...Tzipi Livni Türk yetkililerle yaptığı görüşmelerde de şunu açıkça söyledi:
İsrail Dışişleri Bakanı Tsipi Livni'nin Türkiye ziyareti, daha çok ikinci kategoriye giriyor. 48 yaşındaki hanım bakan, dünkü ortak basın toplantısında ikili ilişkileri "mükemmel" olarak tanımladı... Gerçekten bu konuda son zamanlarda -özellikle ekonomik alanda- büyük gelişme kaydedildi. Tabii Ankara'daki görüşmelerde bunun daha da ileriye götürülmesiyle ilgili fikirler (tarımda yeni işbirliği projeleri gibi) üzerinde duruldu.Konuk bakan önceki gün İstanbul'a varır varmaz, bir grup Türk gazetecisiyle yemekli bir toplantıda buluştu. Kendisine Türk-İsrail ilişkilerinde sıkıntı yaratan "Hamas olayı" hatırlatılıp ziyaretinin buna bağlı olarak "konjonktürel" mi, yoksa daha geniş amaçlı "stratejik" nitelikte mi olduğu soruldu. Yanıtı açıktı: İsrail bu "olayı" geride bırakmıştı ve ilişkilerde geleceğe bakmak, çeşitli alanlarda işbirliğini artırmak kararındaydı. Kendisinin yeni dışişleri bakanı olarak ilk yurtdışı ziyaretini Türkiye'ye yapmış olması da İsrail'in Türkiye'ye verdiği özel önemin bir işareti idi... Bazı resmi ziyaretler vardır, ikili ilişkileri düzeltmek veya geliştirmek amacıyla yapılır, protokoller, anlaşmalar imzalanır... Bazı ziyaretler de vardır, amacı iki tarafı
Yetkililer teknik nedenlerden bir gecikme olsa bile, limanda bekleyen bir İngiliz tankerine yükleme işleminin muhakkak önümüzdeki hafta içinde gerçekleşeceğini söylüyorlar.Bu işlemin bugün veya önümüzdeki hafta yapılması o kadar önemli değil. (Zaten esas tören 13 Temmuz'da yabancı liderlerin katılımıyla yapılacak). Önemli olan, inşası 6 yıl süren, toplam 4 milyar dolara mal olan (Türkiye'ye maliyeti 1.6 milyar dolar), yılda 50 milyon ton ham petrol kapasiteli, 1774 kilometre uzunluğundaki (1074 kilometresi Türk topraklarında) bu petrol boru hattının artık devreye girmiş olmasıdır.Bu da şu andan itibaren Ceyhan dünya enerji piyasalarına açılıyor demektir ki, Türkiye açısından bu, tarihi bir gelişmedir. Bir aksama olmazsa, Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) boru hattından Ceyhan terminaline ulaşan Hazar petrolünün ilk "yüklemesi" bugün yapılacak. BTC için yabancı uzmanlar "yüzyılın projesi" deyimini kullandılar. Bu fikir 1990'larda ilk ortaya atıldığında birçok ülke ve şirket, buna şüpheyle baktı. O zaman söylenen şu idi: Böyle bir boru hattı ekonomik olmaz... Bu hattı besleyecek yeterli petrol bulunmaz... Büyük yabancı petrol şirketleri buna para yatırmaz... Rusya buna izin
Hafta içinde Ege semalarında Türkiye ve Yunanistan'a ait iki F-16'nın çarpışmasından sonra, askeri uçakların "dalaşması" meselesinin ciddi olarak ele alınıp bu tür "kazaları" önleyecek tedbirlere başvurulması artık bir zorunluk.İki komşu ülkenin askeri uçakları, hava sahasının sınırları üzerindeki pozisyonlarını alenen sergilemek için yıllardan beri Ege'nin ihtilaflı bölgelerinde bu tür savaş oyunlarını sürdürüyorlar. Şimdiye kadar (10 yıl önceki bir "sıcak" çatışmanın dışında) herhangi bir sürtüşmenin meydana gelmemiş olması, bir şans doğrusu. Ancak son kaza, iki tarafın da her zaman bu kadar şanslı olamayacağını gösterdi. TÜRK ve Yunan dışişleri bakanlarının 10 Haziran'da İstanbul'da düzenlenecek "Dördüncü Türk-Yunan Medya Konferansı" vesilesiyle buluşması, yıllardan beri süregelen tehlikeli bir oyunu durdurmaları için bir fırsat yaratıyor. Bu kez krizin çıkmamasını, Ankara ile Atina arasında bir süredir devam etmekte olan yakınlaşma havasına borçluyuz. Nitekim olayın duyulması üzerine Türk ve Yunan dışişleri bakanları ve Genelkurmay başkanları hemen telefona sarılıp tansiyonu düşürmeye çalıştılar ve bunda başarılı da oldular. Daha da ilginci, iki tarafta da, medya dahil, kimse