<#comment>#comment>İlk bakışta Moskova’daki tiyatro baskınında, Çeçenler de, Ruslar da kendi amaçları açısından belirli ölçüde başarıya ulaştılar: Çeçen fedaileri, hayatlarını kaybetme pahasına, son zamanlarda "unutulan savaş" adı verilen mücadeleleri üzerinde tüm dünyanın dikkatini çekebildiler. Cumhurbaşkanı Putin’in talimatı ile harekete geçen Rus güvenlik güçleri de, yüzden fazla ölüme neden olma pahasına, rehinelerin çoğunu kurtarabildiler...
Bir de bu dramın diğer bir yüzü var: Esas negatif ve trajik olan yüzü...
Bu olaydan ne Çeçenler, ne Ruslar kazançlı çıktı: Çeçen eylemcilerinin tiyatroyu basıp yüzlerce insanı rehin alması tipik bir terörist eylem olarak algılandığı gibi, "Çeçen davası"nı da siyasi bakımdan hedefine (yani bağımsızlığa) yaklaştırmadı... Rus güçlerinin ne olduğu hâlâ belirsiz bir gaz kullanarak rehineleri kurtarayım derken, yüzden fazlasının ölümüne neden olması, dünyayı ayağa kaldırdı ve Putin’in eski Sovyet yöntemlerine başvurmakla suçlanmasına - yani sonuçta Moskova’nın prestij kaybetmesine - yol açtı.
Bunun en negatif sonucu ise, iki tarafı daha da sertleştirerek, barış şanslarını büsbütün zedelemiş olmasıdır.
* * *
OLAYIN terörizm
Cumhuriyetin kuruluşunun 79. yıldönümünü bu duygularla kutlamak için yeterli neden var.Dağılan ve tarihte karışan bir imparatorluğun yıkıntısı üzerinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti - zaman zaman ne kadar yakınsak, hatta karamsarlığa kapılsak dahi - bugün bütün dünyaca önemsenen ve sayılan bir devlet olarak dimdik duruyor. Laiklikten kadın - erkek eşitliğine ve modern demokratik devlet yapısına kadar, çağdaşlaşmayı yansıtan "inkılaplar", ülkeyi geriye götürmek isteyen tüm akımları bozguna uğratabilecek kadar güçlü... Cumhuriyetin bu yöndeki gidişini kimsenin frenleyemeyeceği, tecrübe ile sabit. Nitekim ülke son dönemde demokratikleşmede de attığı adımlarla, Atatürkün deyimi ile "muasır medeniyet" yolunda ilerlemeye devam etti.Aynı şekilde Cumhuriyet Türkiyesi, sürekli bir kargaşa ortamında, kimliğini ve güvenliğini koruyabilecek kadar güçlü... Yer aldığı ve hassas coğrafyada, - Rusya, Kafkasya, Balkanlar, Ortadoğu bölünmelere, savaşlara, teröre, insanlık dramlarına sahne olurken - kendisini bu belaların dışında tutmayı başaran nerede ise tek ülke... Gün, geçmişin verdiği güç ile geleceğe güven ve umutla bakmak günüdür... ***TÜRKİYEyi bugüne bu şekilde getiren olgu, Cumhuriyetin
<#comment>#comment>Gün, geçmişin verdiği güç ile geleceğe güven ve umutla bakmak günüdür...
Cumhuriyet’in kuruluşunun 79. yıldönümünü bu duygularla kutlamak için yeterli neden var.
Dağılan ve tarihte karışan bir imparatorluğun yıkıntısı üzerinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti - zaman zaman ne kadar yakınsak, hatta karamsarlığa kapılsak dahi - bugün bütün dünyaca önemsenen ve sayılan bir devlet olarak dimdik duruyor.
Laiklikten kadın - erkek eşitliğine ve modern demokratik devlet yapısına kadar, çağdaşlaşmayı yansıtan "inkılaplar", ülkeyi geriye götürmek isteyen tüm akımları bozguna uğratabilecek kadar güçlü... Cumhuriyet’in bu yöndeki gidişini kimsenin frenleyemeyeceği, tecrübe ile sabit. Nitekim ülke son dönemde demokratikleşmede de attığı adımlarla, Atatürk’ün deyimi ile "muasır medeniyet" yolunda ilerlemeye devam etti.
Aynı şekilde Cumhuriyet Türkiyesi, sürekli bir kargaşa ortamında, kimliğini ve güvenliğini koruyabilecek kadar güçlü... Yer aldığı ve hassas coğrafyada, - Rusya, Kafkasya, Balkanlar, Ortadoğu bölünmelere, savaşlara, teröre, insanlık dramlarına sahne olurken - kendisini bu belaların dışında tutmayı başaran nerede ise tek ülke...
Günlük
İlginç bir rastlantı, üç sorun da - AB ile ilişkiler, Kıbrıs müzakereleri ve Irak krizi - ivedi karar ve aktif çaba gerektiren bir zamana denk geldi.Dış politikadaki bu üçgenin içinde sıkışıp kalan Türkiye, iktidar değişikliğine doğru giderken, ne yazık ki bu meseleleri yeterince tartışmıyor.Tabii politikacıların seçim konuşmalarında daha çok ekonomik sorunlara ve iç politika ile ilgili konulara öncelik ve ağırlık vermeleri doğal. Ama iktidara gelmeye veya en azından Meclise girmeye çalışan partilerin Türkiye için gerçekten hayati önem taşıyan üç ivedi dış politika sorununda pek hazırlıklı olmadığı - hatta bazısının "ev ödevi"ni doğru dürüst yapmadığı - da bir gerçek. Sadece seçim bildirgelerindeki veya seçim konuşmalarındaki genel ifadelere dayanarak, partilerin sözünü ettiğimiz üç meselede, nasıl bir politika izleyeceklerini anlamak zor. Özellikle belli başlı partilerin genel hatları ile yansıttığı pozisyonlar, birbirinden pek farklı da değil doğrusu...***POLİTİKA yaşamında dış politikaya ağırlık veren (ve bu kez adaylığını koymayan) Bülent Akarcalının doğru bir tespiti var: Türkiyede siyasi partilerin dış politika üretme kültürü veya alışkanlığı yok. Batı demokrasilerinde
<#comment>#comment>Türkiye bu kez seçimlere çok önemli üç dış politika sorunu ile karşılaştığı bir sırada gidiyor.
İlginç bir rastlantı, üç sorun da - AB ile ilişkiler, Kıbrıs müzakereleri ve Irak krizi - ivedi karar ve aktif çaba gerektiren bir zamana denk geldi.
Dış politikadaki bu üçgenin içinde sıkışıp kalan Türkiye, iktidar değişikliğine doğru giderken, ne yazık ki bu meseleleri yeterince tartışmıyor.
Tabii politikacıların seçim konuşmalarında daha çok ekonomik sorunlara ve iç politika ile ilgili konulara öncelik ve ağırlık vermeleri doğal. Ama iktidara gelmeye veya en azından Meclis’e girmeye çalışan partilerin Türkiye için gerçekten hayati önem taşıyan üç ivedi dış politika sorununda pek hazırlıklı olmadığı - hatta bazısının "ev ödevi"ni doğru dürüst yapmadığı - da bir gerçek. Sadece seçim bildirgelerindeki veya seçim konuşmalarındaki genel ifadelere dayanarak, partilerin sözünü ettiğimiz üç meselede, nasıl bir politika izleyeceklerini anlamak zor. Özellikle belli başlı partilerin genel hatları ile yansıttığı pozisyonlar, birbirinden pek farklı da değil doğrusu...
***
POLİTİKA yaşamında dış politikaya ağırlık veren (ve bu kez adaylığını koymayan) Bülent
İlerleme Raporundan sonra esen soğuk rüzgârların ardından, son yapılan bazı açıklamalar havayı bir nebze ısıtmış görünüyor. Bunun derecesi ise, bugün Brükseldeki zirvenin bitiminde daha net anlaşılacak.Bu hafta ibrenin Türkiyenin beklentileri yönüne kaydığını gösteren birkaç belirti var.- İngiltere aralık ayındaki Kopenhag zirvesinde Türkiyeyi tatmin edecek bir karar alınması lehinde tavrını ortaya koydu. Dışişleri Bakanı Jack Straw, İngilterenin bu konuda Ankaraya "en büyük desteği" vereceği sözünü verdi...- Almanyada Şansölye Gerhard Schröder sürpriz sayılan bir konuşma ile, Kopenhagda Türkiyeye tarih verilmesinden yana olduğunu söyledi ve dönem başkanı Danimarka Başbakanı Fogh Rasmussene bu yönde bir çağrıda bulundu. Schröderin koalisyon ortağı Dışişleri Bakanı Josca Fischer de benzer bir beyanda bulundu...- Brükselde bugünkü zirvenin sonuç belgesinin Türkiye ile ilgili paragrafından da cesaret verici bir sinyal çıkması bekleniyor. Bildirge taslağındaki ifadeler, Türkiye ile "müzakere sürecinin başlatılması noktasına yaklaşıldığına" işaret ediyor...***BAROMETRENİN yine doğru gitmesinde rol oynayan bir dizi neden var. Türk yetkililerinin ve sivil toplum kuruluşlarının yoğun
<#comment>#comment>Türkiye’nin AB ile ilgili "umut barometresi"nde, bugünlerde hafif bir yükseliş var...
İlerleme Raporu’ndan sonra esen soğuk rüzgârların ardından, son yapılan bazı açıklamalar havayı bir nebze ısıtmış görünüyor. Bunun derecesi ise, bugün Brüksel’deki zirvenin bitiminde daha net anlaşılacak.
Bu hafta ibrenin Türkiye’nin beklentileri yönüne kaydığını gösteren birkaç belirti var.
- İngiltere aralık ayındaki Kopenhag zirvesinde Türkiye’yi tatmin edecek bir karar alınması lehinde tavrını ortaya koydu. Dışişleri Bakanı Jack Straw, İngiltere’nin bu konuda Ankara’ya "en büyük desteği" vereceği sözünü verdi...
- Almanya’da Şansölye Gerhard Schröder sürpriz sayılan bir konuşma ile, Kopenhag’da Türkiye’ye tarih verilmesinden yana olduğunu söyledi ve dönem başkanı Danimarka Başbakanı Fogh Rasmussen’e bu yönde bir çağrıda bulundu. Schröder’in koalisyon ortağı Dışişleri Bakanı Josca Fischer de benzer bir beyanda bulundu...
- Brüksel’de bugünkü zirvenin sonuç belgesinin Türkiye ile ilgili paragrafından da cesaret verici bir sinyal çıkması bekleniyor. Bildirge taslağındaki ifadeler, Türkiye ile "müzakere sürecinin başlatılması noktasına yaklaşıldığına" işaret
Kongre ve Sergi Sarayındaki davetlilerin dışında, TV haber kanallarının canlı olarak naklettiği bu konuşmanın en can alıcı bölümünü, kuşkusuz Dr. Fukuyamanın Türkiye, İslam ve demokrasi konusundaki düşünceleri oluşturdu.1991de yayımlanan "Tarihin Sonu" adlı eseri ile fikir dünyasında büyük bir dalgalanmaya yol açan, son yıllarda da yeni kitapları ve makaleleri ile dikkatleri üstünde toplamaya devam eden 50 yaşındaki Dr. Fukuyama ile, bizim de dahil olduğumuz bir grup Türk yazarı, bu toplantıdan iki hafta önce, video - konferans kanalı ile bir buçuk saatlik bir söyleşi yapmak olanağını buldu.Düşünürün dün "Kal - Der"in kongresinde söyledikleri ile Washingtondan ayrılmadan önce sorularımıza verdiği yanıtlar, özellikle Batı ile İslam dünyasının karşılaştığı sorunlara ve bu çerçevede Türkiyenin konumuna ışık tutuyor...***DR. Fukuyamanın dünyanın birçok ülkesinde en çok satan kitaplar arasında yer alan "Tarihin Sonu" adlı eseri, (basit biçimde birkaç kelime ile özetlersek) Soğuk Savaşın sona ermesi ile insanlık tarihinde bir sayfanın kapandığını, liberal demokrasinin ve serbest piyasa ekonomisinin egemen olduğu yeni bir dönemin açıldığını öne sürüyor. Düşünüre göre, bu değerler artık