Aslında Irak son günlerde uluslararası platformda da önceliğini yitirmiş gibi. ABDde ve BMde bu konuda bol laf edildi, ama kayda değer bir gelişme olmadı... Ancak düne kadar...Dün, 8 haftalık tartışmalardan sonra BM Güvenlik Konseyinden "kitle imha silahları"nın saptanması için BM deneticilerinin Iraka gitmesi konusunda nihayet bir karar çıktı.Buna göre, Bağdat 7 gün içinde cevabını verip yönetimi deneticilere kapılarını (hatta Saddamın saraylarını) açacak, bir ay içinde bu silahların listelerini verecek, 2 ay içinde de deneticiler raporlarını verecek. Eğer Saddam silahları imha etmeye razı olmazsa, bu ABDye Iraka karşı askeri harekâta geçme olanağını verecek.Böylece Bush yönetimi, olası bir savaş için BMden yeşil ışığı sağlamış ve politikasını "meşru zemin"e oturtmuş oluyor. Şimdi top Irakın sahasında.***BMden böyle bir karar çıkması, en azından şimdilik, savaş olasılığını zayıflatıyor. Eğer Irak karara uyacaksa, şu yakınlarda (kasım, aralık, hatta ocakta) savaş olmayacak demektir. Velev ki, Saddam bu arada bir ayak oyunu oynamasın...Şimdilik söylenebilecek şey, hiç olmazsa, kısa vadede dünyanın rahat bir nefes alacağıdır. Tabii Türkiyenin de...Ankara krizin başından beri hep
<#comment>#comment>Türkiye’de seçim kampanyası ve seçim sonrası ivedi iç ve dış politika konuları, önümüzdeki dönemde yeni hükümeti yakından meşgul edecek olan Irak meselesini geri plana itti.
Aslında Irak son günlerde uluslararası platformda da önceliğini yitirmiş gibi. ABD’de ve BM’de bu konuda bol laf edildi, ama kayda değer bir gelişme olmadı... Ancak düne kadar...
Dün, 8 haftalık tartışmalardan sonra BM Güvenlik Konseyi’nden "kitle imha silahları"nın saptanması için BM deneticilerinin Irak’a gitmesi konusunda nihayet bir karar çıktı.
Buna göre, Bağdat 7 gün içinde cevabını verip yönetimi deneticilere kapılarını (hatta Saddam’ın saraylarını) açacak, bir ay içinde bu silahların listelerini verecek, 2 ay içinde de deneticiler raporlarını verecek. Eğer Saddam silahları imha etmeye razı olmazsa, bu ABD’ye Irak’a karşı askeri harekâta geçme olanağını verecek.
Böylece Bush yönetimi, olası bir savaş için BM’den yeşil ışığı sağlamış ve politikasını "meşru zemin"e oturtmuş oluyor. Şimdi top Irak’ın sahasında.
***
Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir partinin henüz hükümeti kurmadan dış politika alanında faaliyete geçtiğini görüyoruz. Bunu da doğal karşılamak lazım. Çünkü Ankaranın önünde, özellikle iki konu var ki (AB ve Kıbrıs), takvim ile adeta yarışmayı zorunlu kılıyor. Malum: AB zirvesi 12 Aralıkta. Kıbrıs konusunda da BM Genel Sekreterinin çözüm "planı"nı haftaya sunması bekleniyor.Zaman açısından bu sıkışıklık, iktidarı devralacak partiyi ivedilikle izleyeceği politikanın ilk işaretlerini vermeye zorluyor. Ne var ki, AKPnin bu yönde ilk adımlarını atmadan önce (sonradan yapıldığı gibi) ilgili makamlardan bilgi alması ve en azından beyanlarını yanlış yorumlara yol açmayacak şekilde daha dikkatli yapması gerekirdi...***AKP liderinin ve diğer yetkililerinin dış politika konuları üzerinde yaptığı beyanlar (ve sonradan ekledikleri düzeltici açıklamalar) bizde şu izlenimi bırakıyor: Yeni yönetim temelde Türkiyenin belli başlı dış sorunları konusunda izlenen ve "ulusal politika" diye tanımlanan çizgiyi izleyecek. Yani AKP iktidarının Ankaranın dış politika rotasını değiştirmeye kalkışması beklenmiyor. Ancak AKPnin bazı dış konularda (aslında seçim bildirgesinde de ipuçları bulunan) kendine göre
<#comment>#comment>Seçim sonuçlarının pazar gecesi belli olmasından hemen sonra Türkiye’nin gündeminin başına geçen ilk konu dış politika oldu. O günden beri de Türkiye, AB ve Kıbrıs başta olmak üzere, hep dış meseleleri konuşuyor.
Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir partinin henüz hükümeti kurmadan dış politika alanında faaliyete geçtiğini görüyoruz. Bunu da doğal karşılamak lazım. Çünkü Ankara’nın önünde, özellikle iki konu var ki (AB ve Kıbrıs), takvim ile adeta yarışmayı zorunlu kılıyor. Malum: AB zirvesi 12 Aralık’ta. Kıbrıs konusunda da BM Genel Sekreteri’nin çözüm "planı"nı haftaya sunması bekleniyor.
Zaman açısından bu sıkışıklık, iktidarı devralacak partiyi ivedilikle izleyeceği politikanın ilk işaretlerini vermeye zorluyor. Ne var ki, AKP’nin bu yönde ilk adımlarını atmadan önce (sonradan yapıldığı gibi) ilgili makamlardan bilgi alması ve en azından beyanlarını yanlış yorumlara yol açmayacak şekilde daha dikkatli yapması gerekirdi...
***
AKP liderinin ve diğer yetkililerinin dış politika konuları üzerinde yaptığı beyanlar (ve sonradan ekledikleri düzeltici açıklamalar) bizde şu izlenimi bırakıyor: Yeni yönetim temelde Türkiye’nin belli başlı dış sorunları
Yunanlıları ve Kıbrıs Rumlarını şaşırtan - ve de sevindiren - demecinde Erdoğan şöyle diyordu: "Tek Kıbrıs yok; Güney Kıbrıs var, Kuzey Kıbrıs var. Biz AKP olarak Kıbrısta Belçika modelini benimsiyoruz ve bu işin bir çözüme kavuşabileceğine inanıyoruz. Kısa bir süre önce BM Genel Sekreteri Kofi Annan Kıbrısa gittiğinde ona bu öneri yapılmıştı. Şu anda sürdürülen doğrudan görüşmelerin bir neticeye bağlanmasından yanayız"...Aslında AKP Genel Başkanının bu sözleri, partinin seçim bildirgesinde Kıbrısla ilgili ifadelere uyuyor. Kıbrıs paragrafındaki cümleler şöyle: "Partimiz Kıbrıs sorununa mutlaka bir çözüm bulunmasının gereğine inanmaktadır. Bulunacak çözümde adadaki Türk halkının varlığının, kimliğinin ve kendi geleceğini tayin etme hakkının göz ardı edilemeyeceği kuşkusuzdur. Belçikada olduğu gibi iki toplumdan oluşan bir devlet yönetiminin kurulması, her iki kesimin de lehinedir."Erdoğan herhalde bu çerçeve içinde ve genel bir ifade ile "Belçika modeli"ne değinmiştir...* * *ATİNAda bunun "yeni iktidarın olası yeni tutumu" şeklinde değerlendirilmesi, Ankarada henüz görevi devretmeyen hükümet çevrelerinde ve Dışişleri Bakanlığında kaygı yarattı. Dışişleri Bakanı Şükrü S. Gürel,
<#comment>#comment>Seçim zaferinin ardından Yunan televizyonuna demeç veren AKP lideri R. T. Erdoğan Kıbrıs konusunda "Belçika modeli"ne atıfta bulunurken, herhalde - diplomaside sıkça kullanılan deyimi ile - "şeytanın ayrıntıda olduğunu" unutuyordu...
Yunanlıları ve Kıbrıs Rumlarını şaşırtan - ve de sevindiren - demecinde Erdoğan şöyle diyordu: "Tek Kıbrıs yok; Güney Kıbrıs var, Kuzey Kıbrıs var. Biz AKP olarak Kıbrıs’ta Belçika modelini benimsiyoruz ve bu işin bir çözüme kavuşabileceğine inanıyoruz. Kısa bir süre önce BM Genel Sekreteri Kofi Annan Kıbrıs’a gittiğinde ona bu öneri yapılmıştı. Şu anda sürdürülen doğrudan görüşmelerin bir neticeye bağlanmasından yanayız"...
Aslında AKP Genel Başkanı’nın bu sözleri, partinin seçim bildirgesinde Kıbrıs’la ilgili ifadelere uyuyor. Kıbrıs paragrafındaki cümleler şöyle: "Partimiz Kıbrıs sorununa mutlaka bir çözüm bulunmasının gereğine inanmaktadır. Bulunacak çözümde adadaki Türk halkının varlığının, kimliğinin ve kendi geleceğini tayin etme hakkının göz ardı edilemeyeceği kuşkusuzdur. Belçika’da olduğu gibi iki toplumdan oluşan bir devlet yönetiminin kurulması, her iki kesimin de lehinedir."
Erdoğan herhalde bu çerçeve içinde ve
<#comment>#comment>Daha seçim kampanyası sırasında kendisini iktidara hazırlayan AKP, hükümeti henüz kurma aşamasına gelmeden, kolları sıvayarak işe koyuldu bile...
İlk iş de, Tayyip Erdoğan’ın son demeçlerinde açıkladığı öncelikler sıralaması doğrultusundaki "AB atağı" ile ilgili.
Gerçekten AB konusunun AKP’nin "ivedi işler" listesinin başında yer alması anlamlı. Bu, Erdoğan ve ekibinin AB ile bütünleşme hedefine ne kadar önem atfettiğini gösteriyor.
AKP’nin bu işe öncelik vermesinin ve daha yeni Meclis toplanmadan, hükümet kurulmadan alelacele atağa kalkmasının nedeni açık: Kopenhag zirvesine 5 hafta kaldı. Hükümetle ilgili çalışmaların tamamlanmasını bekleyecek vakit yok.
Bu görüşün yeni Meclis’teki ikinci parti, yani CHP tarafından da paylaşılması önemli. Deniz Baykal’ın dün Erdoğan ile buluşup AB konusunda bir nevi iktidar - muhalefet ittifakı veya bir ortak cephe kurması, çok isabetli. Şimdi AB atağı iki koldan, daha etkin biçimde sürdürülebilecek...
***
Bu terimler, özellikle Batıda son zamanlarda İslam imajının yarattığı hassasiyeti yansıtıyor ve AKP liderlerinin son dönemde yaptığı açıklamaları da pek dikkate almıyor. Oysa ki, seçim kampanyası sırasında R. T. Erdoğan defalarca AKP için bir İslamcı parti sıfatının kullanılmasına karşı çıktı ve onu "muhafazakar demokrat" olarak tanımlamayı yeğledi.Buna rağmen, yabancı basının kullandığı çeşitli terimler dış dünyanın AKPyi siyasi veya ideolojik yelpazede nereye yerleştireceğini henüz kestiremediğini gösteriyor.AKPnin hele iktidara geldikten sonra izleyeceği politikalar bu kavram kargaşasına (ve AKPnin gözündeki bu yanlış değerlendirmeye) son verebilir.Doğru mesajı vererek bu ayarı yapmak şimdi AKPye düşüyor.***DIŞ merkezlerde Türkiyedeki gelişmeleri yakından izleyen çevreler, AKP için "İslam" sözcüğünü kapsayan sıfatlar pek kullanmıyor, ama onlar da bu partinin iktidara geldikten sonra, nasıl politikalar izleyeceğini de doğrusu merak ediyorlar.Aslında Washingtondan Brüksele kadar çeşitli merkezlerde Türkiyedeki siyasi deprem fazla heyecan veya telaş yaratmış değil. Zaten çoğu yabancı diplomat veya yetkili, AKPnin başa geçeceğini bekliyordu.Şimdi onlar için önemli olan AKP