TÜRKİYE'nin Avrupa Birliği (AB) üyeliğinin akıbeti önümüzdeki birkaç ay içinde belli olacak. Bu arada yapılacak bir dizi toplantı ve temasın yanı sıra, Haziran ayında Amsterdam'da yer alacak olan AB zirvesinde, Türkiye'nin "genişleme" politikası çerçevesindeki adaylar listesine alınıp alınmayacağı anlaşılacak.
Bugünden AB'nin nihai kararının ne olacağını kestirmek mümkün değil, ama topluluğun önde gelen ülkelerinde şimdi Türkiye'nin istemini reddetmeme veya Ankara'yı daha fazla oyalamama yönünde bir havanın estiği de seziliyor.
Açıkçası, Türkiye'nin son haftalarda giriştiği diplomatik çabalar sonucunda, AB artık kararını daha fazla erteleyemeyeceğini, tercihini bu birkaç ay içerisinde yapmak zorunda olduğunu anlamış bulunuyor.
Havanın bu şekilde değişmesinde birçok faktörler rol oynuyor. Bunların başında Türkiye'nin, AB'nin 11 ülkeyi kapsayan adaylar listesine eşit şartlarla girme konusundaki kararlılığı geliyor. Avrupalıların - henüz hepsi değilse bile - önemli bir kısmı, Ankara'nın bu isteğinin kabul edilmemesinin, onu Avrupa'dan - ve bir anlamda Batı'dan - uzaklaştıracağını, bunun da Avrupa ve dünya politikası açısından olumsuz sonuçlar yaratacağını anlamaya başlıyorlar.
Bu arada Türkiye'nin "NATO kartı"nı oynamasının, yani AB'den dışlanması halinde, NATO'nun "genişleme" önerisine karşı çıkacağını bildirmesinin de psikolojik bir etki yaptığını ve en azından Ankara'dan gelen sese daha ciddi şekilde kulak kabartılmasına yol açtığını da kabul etmek gerek.
Türkiye'nin memnun edilmemesi halinde, Kıbrıs'ın AB başvurusunun da bir sorun yaratması ve bunun AB'yi zor duruma düşürmesi endişesi de etkenlerden biri. Nihayet ABD'nin de AB nezdinde Türkiye lehinde ağırlığını koymaya başladığını unutmamalı.
* * *
YUKARDA belirttiğimiz takvime göre, AB'nin Türkiye'yi diğer 11 adayın arasına alıp almama konusundaki kararını vermesi için, zaman giderek daralıyor. Amsterdam zirvesi, bu yolda bir dönüm noktası olacak. Eğer bu zirveden, Türkiye'nin de "aile fotoğrafı" içinde yer alacağı yönünde bir sinyal çıkacaksa, Türk diplomasisi önemli bir başarı kazanmış olacak.
Ama iş sadece diplomasi yolu ile, AB'yi ikna etmekle bitmiyor. Birliğin Türkiye'nin adaylığı konusunda olumlu bir işaret vermesi, ayrıca böyle bir sinyal verildiği takdirde üyelik sürecinin - diğer adayların fazla gerisinde kalmamak şartı ile - başlaması için, Ankara'nın yapması gereken pek çok şey var.
Bunların başında, insan hakları sicilini düzeltmek geliyor. Bu alanda bir süre önce hazırlanan ve Meclis'e sunulan (gözaltı süresinin kısaltılması konusundaki gibi) yasa tasarıları onay bekliyor. Gerek Bakanlar Kurulu'nun, gerekse TBMM'nin yasal düzenlemeler konusunda elini çabuk tutması gerek. Buna ilgili makamların, temel insan haklarına ters düşen uygulamalara bir an önce son vermelerinin ve çağdaş standartlara uygun hareket etmelerinin önemini eklemek lazım...
* * *
TÜRKİYE bu tavır değişikliğini samimi olarak göstermezse, Türk diplomasisinin ikna turları, Ankara'nın "NATO kartı", ABD'nin baskıları, Türkiye'nin jeopolitik konumu, hatta Türk pazarının cazibesi üyelik sürecine karşı dikilen engelleri aşamayacaktır.
Tabii tüm engellerin ortadan kalkması tek yanlı olarak Türkiye'ye bağlı değildir. Ama Türkiye'nin örneğin insan hakları kategorisine giren önlemleri - zaten kendi ilkeleri ve çıkarları nedeni ile - bizzat alması gerekir. Bu, hükümetin, Meclis'in, partilerin, adli makamların, güvenlik güçlerinin görevidir.
Tekrar edelim: Bu yönde gereken önlemleri almak ve dışarıya sinyalleri vermek için zaman kısalıyor. Önümüzdeki 2 - 3 ay, büyük önem taşıyor. Durum bize, 1995'in son haftalarında, Gümrük Birliği konusunda yaşadığımız sıkışıklığı anımsatıyor.
Avrupa ile bütünleşme ve Batı standartlarına ulaşma hedefi, Türkiye'nin politikası olmaya devam ediyorsa (ki bütün belirtiler, hatta Refah liderliğinin verdiği işaretler bunu gösteriyor), önümüzdeki birkaç aylık zamanı iyi değerlendirmek zorundayız.
Bu fırsat, iç politika hayhuyu içinde kaçırılmamalıdır...