Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

TÜRK dış politikası yakın tarihin en atılgan dönemini yaşıyor. Ankara aynı zaman dilimi içinde hamle üzerine hamle yapıyor.
Dış boyutları da bulunan Kürt açılımı... Ermenistan açılımı... Kıbrıs açılımı... AB açılımı... Rusya açılımı... Ortadoğu açılım... Balkan açılımı...
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun bu koltuğa oturduğu günden bu yana (aslında koltuğunda pek oturmuyor) gerçekleştirdiği ziyaretler ve giriştiği diplomatik ataklar bunun canlı örneği.
Bakan’ın şu sırada yaptığı turnenin özellikleri de dış politikanın çok boyutlu karakterini ortaya koyuyor:
İlk etap Bağdat-Şam. Türk diplomasisi bu eksen üzerinde, son zamanlarda tehlikeli şekilde gerginleşen Irak-Suriye ilişkilerini düzeltmek için arabuluculuğa soyundu.
İkinci etap Kıbrıs... Ankara, Kıbrıs müzakere sürecinden artık somut bir sonuç bekliyor. Aksi halde, fiili duruma dayalı yeni stratejiler uygulamaya hazırlanıyor.
Üçüncü etap Mısır... Türkiye, Arap dünyasında önemli bir yeri olan bu ülke ile, Ortadoğu’da barış ve refahı sağlamaya yönelik vizyonunu ve rolünü paylaşmak istiyor.
Dördüncü etap Stockholm. Ankara AB’nin dönem başkanı İsveç’in aracılığıyla, Birliğe tam üyelik konusundaki kararlılığını göstermeyi ve bu vesileyle Türkiye’nin “Batı’dan uzaklaştığı” iddialarını çürütmeyi amaçlıyor.
Bütün bu unsurlar, son olarak Ermenistan açılımı ve daha önceki günlerde Balkanlar’da girişilen yeni hamleler, Rusya ile imzalanan anlaşmalar ve NATO ile yeniden kurulan diyalogla bir arada değerlendirildiğinde, Türk dış politikasının dinamik ve atılgan özelliği ortaya çıkıyor.

Donmuş sorunlar
BU politika, bir yandan “komşu ülkelerle sıfır sorun” konseptine, diğer yandan da Türkiye’nin “bölgesel bir güç olarak proaktif roller üstlenme” vizyonuna dayanıyor.
“Ermenistan açılımı” dahil, son hamleleri bu çerçevede ele almak gerek. Hedef, “donmuş sorunları” halledip statükoya ve çözümsüzlüğe son vermek, ilişkilerde yeni bir sayfa açmaktır.
Aslında Türkiye son yıllarda “donmuş sorunlar”dan (Kıbrıs ve Ermenistan dahil) çok zarar görmüştür. Bu sorunlar sadece ikili ilişkileri değil, Türkiye’nin diğer önemli ülkelerle bağlarını da çoğu zaman olumsuz şekilde etkilemiştir.
Bu bakımdan mevcut sorunların uyutulması veya ertelenmesi yerine, çözüm bulmaya yönelik girişimci, atak bir politika izlenmesi yerindedir. Bu, riskleri ve sakıncaları da olan bir politikadır; ama her alanda olduğu gibi, uluslararası ilişkilerde de amaca varmak için bazı riskleri de göze almak cesaretini göstermek gerek. Kaldı ki, statükocu politikaların daha tehlikeli ve zararlı sonuçlar verdiği de çok kez görülmüştür...

Yeni misyonlar
KUŞKUSUZ “birçok cephede birden” atağa geçilmesinin zorlukları var. Bu her şeyden önce çok iyi hazırlanmış stratejilerin ustalıkla uygulanmasını gerektirir.
Hükümet bir yandan donmuş sorunların çözümünü, diğer yandan bölgesel -hatta küresel- misyonlara yönelik açılımları veya atılımları eşzamanlı olarak -başarabilecek durumda mı?
Bazı analistlerin de belirttiği gibi, dış politikada “fazla yayılma” (overstretching”), yeni sorunlar ve tehlikeler de yaratabilir. Yakın geçmişte büyük güçlerin dahi böyle politikalar yüzünden ciddi sıkıntılar geçirdiği görüldü.
Türkiye’nin de yeni atılımlarını veya açılımlarını yaparken, iddialarını ve beklentilerini de ölçülü tutması gerekir. Davutoğlu’nun dediği gibi, Türkiye bölgedeki en güçlü ülke. Ancak bunun için hükümetin ille bu coğrafyada “düzeni kurma misyonu”nu üstlenmesi ve bazen yarardan çok sıkıntı yaratan sorumluluklar yüklenmesi gerekmez.
Bununla beraber, son zamanlarda sorunların çözümüne ilişkin son açılımlar yerindedir ve başarıya ulaşması için desteklenmelidir.
————————
NOT: Önümüzdeki hafta izne çıkacağımdan yazılarıma ara vereceğim.