Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı



AFGANİSTAN'da görevli Türk mühendisi Hasan Önal'ın Taliban tarafından kaçırılması, Türk ve dünya kamuoyunda nerede ise unutulan "Afgan gerçeği"ni gözlerin önüne seriverdi.
Gerçek, ABD'nin - bu kez uluslararası camianın desteği ile - giriştiği askeri müdahaleden iki yıl sonra, hala bu ülkede, siyasal çözüm bir yana, güvenlik ve istikrarın dahi sağlanamadığıdır.
Kabil - Kandahar yolunun inşaatında çalışan 45 yaşındaki Önal'ın kaçırılması, aslında haftalardır veya aylardır Afganistan'da Taliban militanlarının giriştiği sabotaj, suikast ve benzeri şiddet eylemleri zincirinin bir halkasını oluşturuyor...

* * *
BU dramatik olay, Afganistan'da ABD müdahalesi sonucunda Taliban rejiminin alaşağı edilmesine, NATO önderliğinde 10 bin kişilik bir uluslararası barış gücünün Kabil bölgesinde konuşlanmasına ve BM'nin de bu ülkenin yeniden yapılanmasında aktif bir rol oynamasına rağmen, bir türlü merkezi otoritenin, asayişin ve ulusal birliğin sağlanamadığını gösteriyor.
Hamit Karzai liderliğindeki yönetim halen Afganistan'ın birçok bölgesinde duruma hakim değildir. Çeşitli aşiret reisleri ("savaş lordları") hala kendi bölgelerine egemendir. Uluslararası barış gücü Kabil dışında görev yapamamaktadır. Taliban (ve muhtemelen El Kaide) sadece yabancı askerlere değil, yardım için gelen yabancı sivillere ve hatta Afgan personeline karşı bir "cihat" ilan etmiş durumda.
Bu bağlamda, Afganistan, halen orada çalışan bin kadar Türk için de tehlikeli bir yer. Afgan militanlarının kardeşçe yardım elini uzatmak isteyen Türkleri de hedef yapması - nedenini anlamak zor da olsa - hem üzücü, hem de düşündürücü...


IRAK'ın gıyabında yapılan Irak'la ilgili bölgesel bir konferanstan ne çıkabilir? Türkiye dahil 7 "komşu" ülkenin katılımı ile Şam'da gerçekleşen toplantıdan, Irak'ın geleceği üzerinde etkin bir rol oynamalarını sağlayacak herhangi bir karar çıktığı söylenemez. Hatta bazı gözlemciler Irak Geçici Yönetim Konseyi'nin davet edilip edilmemesi tartışmalarının gölgelediği bu konferansı bir "fiyasko" olarak nitelendiriyorlar.
Gerçekten ilki geçen ocak ayında (yani savaştan önce) İstanbul'da düzenlenen bu "komşulararası" toplantılardan dördüncüsü bir görüş alışverişi egzersizinin ötesine gitmedi. Yayımlanan bildiri dahi, bazı dilekler ve çağrılar dışında, Irak'ın geleceğini etkileyecek somut herhangi bir öneri veya karar içermiyor.
Aslında konferansa katılan "yediler"in Irak'la ilgili farklı görüşleri, niyetleri, endişeleri - ve de çıkarları - var. Yani bu "bölgesel bir etki grubu" bile oluşturmuyor...

* * *
KONSEY'de Dışişleri görevini yürüten Hoşyar Zebari, açıkçası iş işten geçtikten sonra, konferansın ikinci gününe çağrıldığı için, Şam'a gitmek istemedi. Davet baştan gönderilseydi, herhalde bu fiyasko önlenebilirdi.
Davet konusunda Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün ısrarlı tutumu yerinde idi. Ne var ki, Zebari sonunda "şımarıklık" yapmış da sayılsa, "komşular"ın artık şu gerçeği dikkate alması gerekiyor: Geçici Konsey, Bağdat'taki tek Irak yönetim organıdır. Ve bu Konsey daha bir süre orada kalacaktır. Dolayısı ile onunla diyalog kurulması şart.
Bu, özellikle Irak'a asker göndermeden de bu ülkenin geleceği ve yeniden yapılandırılması konusunda söz sahibi olmak isteyen Türkiye için önemlidir. Diğer komşuların bazısı farklı düşünebilir ve davranabilir; ama Türkiye temaslarını ikili ve direkt esaslar üzerinde yürütmek durumundadır...