TÜRKİYE’nin 13 Temmuz’da Paris’te yapılacak “Akdeniz İçin Birlik” zirvesine katılıp katılmayacağı henüz belli değil. Ankara bu konuyu “değerlendirmeye” devam ediyor ve kesin kararını vermek için bazı “açıklayıcı ve somut veriler” bekliyor...
Fransa’nın ev sahipliği yapacağı bu konferansa, AB’den 27 üyenin ve Akdeniz bölgesinden “Barselona süreci”ne mensup 17 ülkenin çoğu katılacaklarını bildirdi. Bunların arasında bölgeden Suriye ve İsrail de var. Şimdiye kadar daveti resmen reddeden tek ülke Libya...
Bu geniş toplantının amacı, başta Fransa’nın ortaya attığı, daha sonra AB’nin de sahiplendiği “Akdeniz İçin Birlik” girişimini şekillendirmek ve geliştirmektir.
Aslında bu fikir, Nicolas Sarkozy’nin kafasından çıktı. Bu “vizyon” kuşkusuz Fransa’nın Akdeniz bölgesindeki çıkarlarını dikkate alıyor ve nüfuz alanını genişletmeyi hedefliyordu.
Sarkozy konu ile ilgili ilk konuşmalarında bu girişimini, Türkiye’nin AB üyeliğine bir alternatif olarak sunmaya yeltendi. Tabii Ankara buna şiddetle karşı çıktı. Fransızlar sonradan geri adım attılar ve Ankara’ya bu birliği, Türkiye’yi AB’den vazgeçirmek için kullanmayacakları mesajını verdiler.
Bu arada AB Komisyonu da Sarkozy’nin tasarısını “rektifiye” etti, hatta adını “Akdeniz Birliği”nden “Barselona Süreci: Akdeniz İçin Birlik” olarak değiştirdi ve bir bakıma onu sırf Paris’in kontrolünden çıkarıp kendi çatısı altına aldı...
Akılcı davranmalı
Bu projeyi geniş bir mutabakatla somutlaştırmak ve kurumsallaştırmak için Paris’te yapılacak olan bu ilk zirveye Türkiye katılmalı mı?
Bizce evet.
Bu girişimin, Türkiye ile ilgili düşünceleri ve AB bağlamında niyetleri iyi bilinen Sarkozy tarafından başlatılması, haklı bazı kuşku ve kaygılar yaratıyor tabii. Fransa’nın tavrı ayrıca Türkiye’de geniş bir kesimde, öfke ve infiala yol açıyor... Dolayısıyla Fransa’ya karşı dik durulması, haysiyetli davranılması ve “Paris daveti”nin de reddedilmesi gerektiği düşünülebilir. Böylece Sarkozy’ye bir ders verileceği de akla gelebilir.
Ne var ki bu meseleye daha akılcı bir şekilde yaklaşmakta yarar var.
Birlik projesinin nasıl gelişeceği, hatta doğru dürüst yaşama geçirilip geçirilemeyeceği belli değil. Ama Türkiye’nin bu oluşumun dışında kalmaması gerekir. Hele bu sürecin ilk aşamasında Türkiye’nin aktif olarak yer alması şart.
Eğer bu birliğin genel politikaları veya örneğin Türkiye’yi rahatsız edecek davranışlar hakkında bazı şüphelerimiz ve endişelerimiz varsa, bunun önüne geçmenin yolu, bu forumun dışında kalmak değil, onu yönlendirme imkânını verecek şekilde, içinde yer almaktır.
Seyirci kalmamalı
Kaldı ki, Türkiye gibi bölgesel meselelerde faal bir rol oynayan -ve ayrıca “Barselona süreci”nde de yer alan- bir ülkenin bu projenin dışında kalması, bir çelişki olur. Açıkçası bu durumda Türk diplomasisi, bu rolünü başkalarına kaptırabilir.
Unutmamalı ki bu birlik, zamanla enerjiden teröre, çevreden yatırımlara kadar birçok konuda kararlar alacaktır. Bunların Türkiye’nin gıyabında gerçekleşmesi, herhalde kendi çıkarlarımıza uygun düşmez...
Denebilir ki, bu birliğin ne olacağı, ne işe yarayacağı belli değil. Doğru. AB’nin geleceğinin ne olacağı dahi şu sırada belirsiz. Ama bu, oluşum dışında kalmak Türkiye’ye ne yarar sağlar? Meydanı daha baştan başkalarına -ve rakiplere- bırakmak ne kazandırır ki?