Sami KOHEN
KÖRFEZ krizi, Türkiye'nin gündemine yeni bir tartışma konusu getirdi.
Günlerdir, ABD'nin Irak'a karşı olası bir askeri harekatının bölgede bir Kürt devleti kurmayı amaçladığı yolunda Başbakan Yardımcısı Ecevit'in yaptığı açıklamanın lehinde ve aleyhinde demeçler veriliyor, yazılar yazılıyor.
Aslında Ankara'da Ecevit'in kaygısını paylaşanlar çok. Bülent Bey'in sert eleştirilere hedef olmasının önemli bir nedeni, üslubundan kaynaklanıyor. Hükümetin bu konudaki görüşü, ABD'ye ve "tüm ilgililere", normal devlet kanallarından veya üst düzeydeki ikili temaslarla iletilebilirdi. Başbakan Yardımcısı bunu basın yolu ile ve ABD'yi - son olarak da İngiltere'yi - ağır biçimde suçlayarak yapmayı yeğledi. Ecevit Washington'un bu konuda verdiği güvenceyi de inandırıcı bulmadığını belirterek, şimdi aynı retoriği sürdürüyor...
Denilebilir ki, ABD bu krizde beklendiği kadar Türkiye'ye danışmadı.
Oysa Türk hükümeti - Bağdat nezdinde yaptığı girişim gibi -
düşüncelerini Washington'a iletmek için inisiyatifi bizzat ele alabilirdi. Usul ve üslup, ciddi devlet geleneklerine daha uygun olsaydı, bugün yaşanan tatsızlık olmayacak, mesaj daha etkili bir şekilde ulaştırılmış olacak ve belki bunun yanıtı daha inandırıcı sayılacaktı...
* * *
IRAK'ı bölmek, Saddam'a karşı Kuzey'i ayağa kaldırmak, sonunda da o bölgede bir Kürt devleti kurdurmak, ABD'nin stratejisinde yer alıyor mu?
Clinton yönetimi ve temsilcileri buna "kesinlikle hayır" diyor. "Böyle demeleri doğal, ama bu gerçek değil" diye düşünülebilir.
Bunda üzerinde durulması gereken önemli bir nokta var:
ABD - ve İngiltere - gerçekten Saddam'ı sindirmek için Irak'ı bölmeyi ve bu arada Kürtlere bir devlet kurdurmayı mı amaçlıyor, yoksa - 1991 savaşından sonra görüldüğü gibi - bu tür askeri müdahaleler sonuçta Bağdat'ta merkezi hükümetin otoritesini kaybetmesine ve dolayısı ile Kuzey Irak'ta Kürtlerin ayrı bir varlık göstermesine mi yol açıyor?
Bu iki husus arasında temel bir fark vardır.
ABD'nin Kuzey Irak'ta bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasını amaçlaması, genel politikasına ve stratejik hedeflerine pek uymuyor. Bu sonucu sadece Washington'un Irak'ın "toprak bütünlüğü"nün korunmasını istediğine ilişkin beyanlarına dayanarak çıkarmıyoruz. (Gerçi sık sık tekrarlanan bu tür beyanlar da, bağlayıcı bir siyasi tavır oluşturur)...
Birçok analisti böyle bir sonuç çıkarmaya sevkeden esas nedenler şöyle özetlenebilir: 1) Kürt devletinin kurulması, mevcut şartlar ve konjonktür içinde, imkansızdır. Böyle bir devlet, komşularının desteği olmasa, yaşayamaz. 2) Türkiye'nin bunda büyük bir ağırlığı vardır. Washington, Ankara'nın tutumunu biliyor. ABD'nin bölge politikasında Türkiye'nin öncelikli bir yeri vardır. ABD, Türkiye'yi karşısına alacak bir hayal peşinde koşmaz. 3) Kuzey Irak'ta Kürt aşiretleri ve liderleri kavga halindedir ve bunun sonu gelmemektedir. ABD böyle kaypak bir zeminde, yaşamını sürdürme şansı olmayan bir devlet kurmaya kalkışmaz. 4) Ortadoğu'daki dengeler henüz tam oturmamışken ve gelecek belirsizlikle dolu iken, bu zengin petrol bölgesinde serüvene girmez. 5) Eğer ABD'nin böyle bir niyeti olsaydı, bunu 1991 savaşından hemen sonra gerçekleştirebilirdi...
* * *
DENEBİLİR ki, bugün Kuzey Irak "fiilen" Bağdat'tan kopmuş durumda. Bölgede bir otorite boşluğu var ve Kürtler kendi yönetimlerini kurmuş bulunuyor.
Doğru. Ama bu aslında, savaşın bir sonucu. Yoksa bir Kürt devleti kurma amacının ürünü değil. Kaldı ki, Körfez Savaşı olmasaydı bile, Kuzey Irak'taki Kürtlerin Bağdat'a karşı ayaklanması ve sonunda merkezi yönetimden kopması da mümkündü. Saddam, Halepçe olayını yaratmakla zaten Kürtlerin ayrılıkçı damarını yeterince kabartmıştı...
Bugün ABD, Irak'ı bölmek ve bir Kürt devleti kurmak niyetinde görünmemekle beraber, yeni bir askeri harekatın Kuzey Irak'a nasıl yansıyabileceğini düşünmekte elbet yarar vardır.
Türkiye'nin, olası sonuçları şimdiden değerlendirmesi ve endişelerini dile getirmesi hakkıdır ve doğaldır. Ancak bunu "usulu dairesi"nde yapmakta da sayısız yarar vardır...
Yazara EmailS.Kohen@milliyet.com.tr