Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Arap Birliği'nin Beyrut'taki zirvesi, söylendiği kadar bir fiyasko olmadı. Toplantı her şeye rağmen tüm katılanların onayladığı bir "barış inisiyatifi" ile sonuçlandı.
Fiyasko lafı, zirvenin ilk gününde görülen bir dizi olumsuzluk üzerine çıktı: Konferansa Arafat'ın dışında Başkan Mübarek ve Kral Abdullah gibi Arap dünyasının ağır topları gelmedi... Filistin liderinin Rahmallah'tan zirveye direkt olarak seslenmesine olanak sağlanamadı... Filistinlilerle birlikte başka Arap ülkelerinin temsilcileri de salonu terk etti... Suriye Başkanı Beşir el Esad, Suudi Arabistan'ın barış planına ters düşen sivri bir çıkış yaptı...
Kuşkusuz bu tablo, Arap Birliği'nin aslında "birlik"ten ne kadar uzak - ve dağınık - olduğunu gözlerin önüne serince, zirvede ana gündem maddesi olan "Arap barış girişimi" üzerinde mutabakat sağlamanın da pek mümkün olmayacağı tahmini yapıldı.
Ama bu olumsuzluklara rağmen, zirvede hiç olmazsa iki olumlu gelişme oldu: Birincisi, Suudi planının "oy birliği" ile benimsenmesidir. İkincisi de, Irak ile Kuveyt'in ve Irak ile Suudi Arabistan'ın (kucaklaşıp öpüşerek) barışmasıdır.
Herhalde 22 Arap ülkesinin liderleri ve temsilcileri Beyrut'ta toplanırken, bundan daha fazlasını beklemiyordu...
* * *
ZİRVEDE onaylanan Suudi planına dayalı "barış girişimi", Arap Birliği için bir "ilk" olması bakımından önem taşıyor.
Zirveden çıkan mesaj, İsrail'in "tüm işgal ettiği topraklardan çekilmesi"ne karşılık, Arap ülkelerinin İsrail'i tanıyacağı ve onunla güvenlik içinde normal ilişkiler kuracağıdır.
Zirvede "barış girişimi" ile ilgili yapılan açıklamalara bakılırsa, bunun sadece bir çağrıdan veya kağıt üstünde bir plandan ibaret kalmaması için, bazı somut adımlar da düşünülmüş. Örneğin planın yaşama geçirilmesine çalışacak olan bir komite kurulacak; ABD, AB, BM, Rusya gibi devletlerin ve kurumların devreye girmesine çalışılacak.
Diğer bir deyişle, zirvenin ardından Arap dünyası dünya çapında bir "barış taarruzu"na girişecek...
* * *
ZİRVEDEN böyle somut bir sonucun çıkması iyi de, bu planın veya inisiyatifin "kıymeti harbiyesi" veya başarı şansları üzerinde akla gelen - ve henüz yanıtları bilinmeyen - birçok soru var:
* Zirvede her ne kadar bu girişim konsensüs ile desteklenmişse de, toplantının ilk gününde hissedilen havanın da ışığında, Suudi planı hakkında farklı (hatta karşıt) düşüncelere sahip olan Arap ülkeleri, nasıl hareket edecekler? Ayrıntıya girildiğinde - örneğin mülteciler sorununda - "radikal" ülkeler, bu planın arkasında samimiyetle duracaklar mı?
* İsrail'den bu planı kayıtsız şartsız kabul etmesi mi bekleniyor, yoksa müzakerelere esas olarak mı öneriliyor? Bütün Arap ülkeleri İsrail'le direkt veya dolaylı olarak bu planın içeriğini görüşmeye hazır mı?
* En önemlisi: İsrail ile Filistin arasında çatışmalar tırmanırken, "toprak karşılığı barış" projesinin yaşama geçirilmesi şansı nedir? Diğer bir deyişle "Filistin sorunu"nun halli ve özellikle ateşkesin sağlanması gerekmez mi? Yeni önceliği Filistin üzerinde anlaşmaya mı, yoksa tüm Arap ülkelerini içine alacak "kapsamlı" bir mutabakata mı vermeli?
Dün de belirttiğimiz gibi, İsrail - Filistin çarpışmaları durmadan şimdiki gergin hava içinde böyle bir planı uygulamak pek mümkün değil. Barışı kurmanın ilk koşulu, savaşı durdurmaktır...