Sami KOHEN
DIŞİŞLERİ Bakanı İsmail Cem'in dediği gibi, Avrupa'da "acaba Türklere karşı yanlış mı davrandık" sorgulaması başladı.
Gerçekten Lüksemburg zirvesinden beri Avrupalı politikacılar, diplomatlar ve genelde dünya basını, AB'nin Türkiye'yi 11'lerin arasında aday olarak kabul etmemesini eleştiriyorlar, bu davranışı yanlış ve tehlikeli buluyorlar. Son bir hafta içinde Avrupa ve ABD gazetelerinde bu konuda çıkan yazılar ciltler doldurabilir.
Diyebiliriz ki, uzun süreden beri ilk kez Türkiye'yi dolaylı veya direkt olarak haklı gösteren böyle bir yayın kampanyası oluyor.
AB başkentlerinde şimdi Lüksemburg zirvesinde alınan kararın yanlışlığını görenlerin ve bunu itiraf edenlerin sayısı giderek artıyor.
AB yetkililerinin umudu, sinirlerin yatışmasından sonra, Ocak ayında başkanlığı devralacak olan İngiltere'nin de çabası ile, bu yanlışın tamir edileceğidir.
* * *
AVRUPALILARIN bu noktaya gelmiş olmaları kuşkusuz Türkiye açısından sevindirici bir gelişme. Türk diplomasisi, zirveden önce, haftalarca, aylarca bunları anlatmaya çalışmıştı. Demek ki, hatanın ve olayın ciddiyetinin anlaşılması için, Ankara'nın sert tepkisini ve kararlılığını göstermesi gerekiyordu...
Diğer bir deyişle bugün Avrupalı politikacılar ve yorumcular Türkiye'ye haksızlık edildiğini teslim ediyorlarsa, Türkiye'yi bir dost veya ortak olarak kaybetmekten kaygı duyuyorlarsa ve Türklerin sempatisini ve güvenini tekrar kazanmanın yollarını arıyorlarsa, bunda başlıca etken, açıkçası Ankara'nın zirvenin kararını ret eden ve bu koşullarla Avrupa Konferansı'na da katılmayacağını bildiren çıkışıdır.
Bu tutum, aklı başında birçok Almanın ve hatta Yunanlının dahi, Türkiye'nin "üçüncü sınıf" muameleye tabi tutulmasının AB açısından geri tepeceği gerçeğini daha iyi görmelerini sağladı.
Nitekim özgür düşünceli Alman yazarlar, şimdi bunu açıkça dile getiriyorlar ve Kohl yönetiminin davranışını eleştiriyorlar...
* * *
BURAYA kadar olan kısım, bizim açımızdan, iyi. Şimdi bundan sonrasına çok dikkat etmek gerek.
Gösterilen tepkiyi, akılcı sınırlar içinde tutmak, yani aşırı duygusallık veya hamasilikle ölçüyü kaçırmamak şart. Amaç bağları koparmak değil, onarmak olduğuna göre, Avrupa'ya kafa tutan, AB ileri gelenlerine hakaretler yağdıran ve şantaj kokan davranışlardan özellikle sakınmalı...
Bu yola sapıldığı takdirde, (iç kamuoyu bundan hoşlansa bile)
Türkiye'nin haklılığının teslim edilmesi ve AB'nin yanlış politikasını düzeltmesi yönündeki çağrılarla elde edilen kazanım, kolaylıkla kaybedilebilir.
Nitekim, son birkaç gündür Avrupa ve ABD basınında lehimizde oluşan havanın yanı sıra, bazı uyarıların da yer almaya başladığı görülüyor. "Wall Street Journal" gibi Türkiye'yi hareretle destekleyen bir gazete dahi, Türkiye'nin Avrupa'ya karşı "aşırı tepki göstermesi"nin önlenmesini tavsiye ediyor. (Nitekim ABD liderleri de Washington'da Başbakan Yılmaz'a bu nasihatı ilettiler)... Londra'daki Stratejik İncelemeler Enstitüsü'nden Philip H. Gordon, bir yandan AB'yi son kararı nedeni ile eleştirirken, bir yandan da Türkiye'nin AB'ye karşı tavrında ve Kıbrıs'ta aşırı tepki göstermesinin sakıncalarını anlatıyor.
AB'nin hatasının açıkça ortaya konmasının ve Türkiye'nin haklılığının ilan edilmesinin avantajını şimdi iyi kullanmak gerek. Bunun için de ilk şart tepkilerin ve verilecek karşılığın dozajını ölçülü tutmaktır...
Yazara EmailS.Kohen@milliyet.com.tr