Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


GEÇİRDİĞİM kalp rahatsızlığı nedeni ile, siz değerli okurlarımdan iki hafta uzak kaldığım için üzgünüm. Bunca yıldan beri ilk kez bu kadar uzun süre köşemi boş bırakmak zorunda kaldım. Neyse, şimdi daha ağır bir tempo ile de olsa, yazılarıma yeniden başlamanın mutluluğunu yaşıyorum.
Rahatsızlığımın Türk dış politikasının, Cumhuriyet tarihinin en hareketli dönemine rastlaması ve AB, Kıbrıs, Irak gibi konulardaki önemli gelişmeleri uzaktan izlemek zorunda kalmam, benim için bir talihsizlik.
Ama beni bu sıkıntılı günlerimde yalnız bırakmayan sevgili Hasan Cemal’in cumartesi günkü yazısında belirttiği gibi, "Türkiye’nin coğrafyası öyle ki, Türkiye gitgide öylesine önem kazanıyor ki dış politika kazanımız fokur fokur kaynamaya devam edecek"...
Yani halen baş döndürücü bir diplomasi trafiğine yol açan sorunlar, Türkiye’yi daha çoook meşgul edecek! Ve Hasan’ın sıkça kullandığı deyimi ile "biz gazeteci milleti" konu bulmakta hiç zorlanmayacağız!..
***
ASLINDA keşke öyle olmasa. Yani Türkiye’nin gündemindeki sorunlar hal yoluna girse... Ve Türk halkı rahat bir nefes alıp daha huzurlu ve mutlu bir geleceğe doğru yürüyebilse...
Örneğin Kıbrıs meselesi... Şu anda bile çözüm ile çözümsüzlük arasındaki kritik çizgide. İki taraf da Kofi Annan’ın sunduğu planın daha çok kendileri için olumsuz gördüğü yanlarını ön plana çıkarıyor. Ama bir yandan da bu plana karşı topyekün karşı çıkmanın imkansızlığını ve bunun kendileri için yaratacağı daha büyük olumsuzlukları da fark ediyor.
BM’nin, ABD’nin ve AB’nin elbirliği ile dayatması karşısında tarafların bu planı hiçe sayıp kendi bildiklerini okuması olanaksız. Bir noktada mutabakat sağlanıp, plan müzakereye açılacak. Ama başta düşünüldüğü biçimde çerçeve anlaşmasının 12 Aralık’a kadar imzalanması ve sadece ayrıntıların - şubat sonuna kadar - görüşülüp halledilmesi hiç de olası görünmüyor.
Bu durumda Kofi Annan’ın başlatmak istediği yeni süreçte bir kopma olmamakla beraber, pazarlıklar 2003’e sarkacak ve belki yine haftalar, aylar devam edecek.
Bu arada 12 Aralık’ta Kopenhag zirvesinde "Kıbrıs’ın üyeliği" konusu, kendi başına bir sorun oluşturacak gibi. AB, genişleme politikası çerçevesinde Kıbrıs’ın üyeliğini teyit etme taahhüdünde bulunmuş bir kere. Peki, çözüm için müzakereler sürerken, AB’nin üyeliğe kabul edeceği ülke "Kıbrıs Cumhuriyeti" (yani bütün ada) mi, yoksa sadece Rum yönetimindeki "Kıbrıs" mı olacak? AB diplomasisi bu nazik meseleyi halletmekte herhalde epey zorlanacak...
***
TÜRKİYE’nin AB’den müzakere tarihi elde etme sorunu da, çözüm ile çözümsüzlük arasındaki ince çizgide görünüyor.
Açıkçası Kopenhag zirvesinden açık - seçik bir tarih çıkması olasılığı hala pek olası görünmüyor. Türkiye’nin gerçekten olağanüstü çabalarına rağmen, sadece tarihe yakın bir karar - yani ya "tarih için tarih" veya "koşullu randevu" gibi bir formül - çıkması, şaşırtıcı olmayacaktır.
Yani AB sorunu da Kopenhag’da noktalanmayacak ve 2003 yılına sarkacak gibi görünüyor.
Diğer bir deyişle Türkiye, önümüzdeki yıl da geleceğini etkileyecek olan ve ivedi çözüm bekleyen iki temel dış politika konusu - yani AB ve Kıbrıs meselesi - ile karşı karşıya kalacak. Ve bu Türk diplomasisinin yaratıcı ve cesur girişimlerde bulunmasını gerektirecek.
Türk kamuoyunun bu gerçeğe hazırlıklı olması ve şimdiye kadar şişirilen beklentilere de bel bağlamaması iyi olur...