Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Sami KOHEN

ÖNÜMÜZDEKİ hafta, Lüksemburg'daki AB zirvesinde, "Kıbrıs Cumhuriyeti" - yani gerçekte Kıbrıs Rum kesimi - ile üyelik müzakerelerinin başlaması kararı alınınca Türkiye ne yapacak?
Resmi ağızlar, baştan ifade ettikleri görüşü tekrarlıyorlar: Böyle bir şey kabul edilemez. KKTC'nin de ayrıca müzakere sürecine katılmasına çalışılacak. AB sadece Güney Kıbrıs'la bu süreci başlatırsa, Türkiye KKTC ile birlikte, daha önce ilan edilen önlemleri uygulayacak...
Ankara'nın bu pozisyonunda şimdilik herhangi bir değişiklik yok. AB'de ise, formül arayışları sürüyor. "Kıbrıs (Rum) heyeti içinde Türk temsilcilerinin yer alması önerisi tutmadığı için, şimdi, örneğin "Türk ve Rum temsilcilerinin önlerine herhangi bir tabela veya bayrak konmadan masaya oturmaları" gibi fikirler ortaya atılıyor.
Ama bir gerçek var: AB zirvesinden "Kıbrıs Cumhuriyeti" ile müzakere sürecinin başlatılması kararı mutlaka çıkacak. Belki buna ek olarak, Türk tarafını memnun edecek bir deklarasyon da yayınlanabilir ve böylece bu yol da açık tutulabilir.
Bu takdirde Ankara'nın hemen 13 Aralık'ta çıkıp "biz bunu kabul etmiyoruz. Daha önce kararlaştırdığımız önlemleri (entegrasyon, vs.) hemen hayata geçiriyoruz" demesi de beklenemez.
Sanıyoruz hükümet (ve Denktaş yönetimi) de resmi bir beyanla tepkisini ve tutumunu açıklayacak, ama derhal uygulamaya geçmeyecek.
Zaten böyle bir davranış prematüre olur. Çünkü her ne kadar AB zirvesi "Kıbrıs" ile üyelik süreci için "start" işaretini verecekse de, müzakerelerin başlaması ancak Nisan'da gerçekleşecek. (Müzakereler de en az 3 - 4 yıl sürebilir). Önümüzdeki 4 - 5 ay içinde de herhalde Türk tarafının da kabul edebileceği bir formül bulunabilir...
* * *
BU sütunda öteden beri, Türkiye'nin "entegrasyon"u kapsayan 20 Ocak kararını bir pazarlık pozisyonu olarak kullanmakla beraber, bunu uygulamakta acele etmemesi ve bu konunun ülkede enine boyuna tartışılması gerektiğini savunuyoruz.
Bu hafta, İstanbul'daki Silahlı Kuvvetler Akademisi'nde Kıbrıs konusunda düzenlenen 2 günlük sempozyum, işte böyle bir tartışma için, zamanında bir fırsat sağladı.
Son oturumda, AB'nin Güney Kıbrıs'a "buyrun" demesi karşısında Türkiye'nin ne yapması (veya yapmaması) gerektiği konusunda, - bizim de katıldığımız - görüşler ifade edildi.
Eski Dışişleri Bakanı İlter Türkmen, temel bir noktaya değindi: "AB'nin Güney Kıbrıs'la müzakere süreci başladıktan sonra, - ki bu uzun bir süre olacak - çözüm için çalışmalıyız, Kıbrıs görüşmeleri için pozisyonumuzu belirlemeliyiz. Bu arada, son sürat ve gereksiz bir entegrasyona gitmeye gerek yoktur... Maraş'ı iskana açma gibi uygulamalar da büyük hata olur ve bu lehimizde olmayacak bir çözümsüzlüğe götürür"...
* * *
BU görüşe deneyimli birçok eski diplomatın ve de askerin katılması, anlamlıdır.
Eski Büyükelçi Fahir Alaçam açık konuştu: Güney Kıbrıs'ın AB'ye girmesi (yani müzakerelerin başlaması değil) kesinleşmeden, bütünleşmeye gitmek ve hele toplumlararası gelişmeleri kesmek, vahim bir hata olur ve bu Rum - Yunan tarafının ekmeğine yağ sürer...
Eski Büyükelçi Coşkun Kırca da kesin bir ifade ile, entegrasyon konusunda acele edilmemesi gerektiğini savundu ve "AB - Kıbrıs teknik görüşmelerinde ilerleme olursa bile, siyasi bakımdan sonuç vermez" dedi ve AB'nin sadece Rum kesimini bünyesine almak istemeyeceğini, alırsa bunun taksimin tescili anlamına geleceğini belirtti.
Sempozyumun kapama konuşmasında Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Necati Özgen'in de bu yönde bir değerlendirme yapması ve AB - Güney Kıbrıs görüşmelerinin başlama kararının verilmesi karşısında "telaşa ve radikal hareketlere" gerek olmadığı görüşüne yer vermesi de, önem taşıyor.
Bunlar gerçekten Kıbrıs ve Türk dış politikasına yön veren hükümet ve diğer makamların bugünlerde - ivedilikle - dikkate alması gereken görüşlerdir...

Yazara EmailS.Kohen@milliyet.com.tr