Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

KIBRIS'tan Kürt meselesine, İnsan Haklarından Türk - Yunan uyuşmazlığına kadar, Türkiye ile Avrupa arasındaki sorunlar listesinde yer alan çeşitli anlaşmazlıklara şimdi bir de uyuşturucu konusu ekleniyor...
Almanya, İngiltere, Fransa, Hollanda başta olmak üzere birçok Avrupa ülkelerinden bu konuda iddialar ve suçlamalar geliyor. Batı'ya ulaşan uyuşturucunun önemli bir kısmının Türkiye'den kaynaklandığı, kaçakçı şebekelerinin birtakım resmi makamlarla işbirliği yaptığı, hatta üst düzey hükümet mensuplarının da bu trafiği koruduğu öne sürülüyor.
Son günlerde peşpeşe gelen haberler, Türkiye'nin giderek uluslararası platformda bir "uyuşturucu kıskacı"na girmekte olduğunu gösteriyor. Avrupa'da ve bazı uluslararası kurumlarda Türkiye'nin uyuşturucu trafiğine göz yumduğu (hatta bazı resmi kişilerin çabası ile teşvik ettiği) mesajı veriliyor. Bunu Türkiye'ye fazla sempatisi olmayan çevreler derhal bir propaganda malzemesi olarak kullanmaya başlıyor. Türkiye'yi tanıyan ve genelde destekleyen çevreler ise, bu "şok haberler" karşısında şaşırıp kalıyorlar.
Sonuçta tabii, Türkiye'nin dış itibarı sarsılıyor. Özellikle Avrupa ile ilişkilere - tam da yeni bir atılım yapılmak istendiği bir sırada - kara bir gölge düşüyor...
* * *
TÜRKİYE'ye karşı durup dururken bu tür iddialar ve suçlamalar neden başladı?
Batı'nın Türkiye'ye karşı kötü niyetler beslediği yolundaki komplo teorilerini bir yana bırakırsak, bu zamanlamada Susurluk olayını, belirleyici bir faktör olarak saymamız gerekir.
Gerçekten Susurluk skandalı, birtakım suç şebekelerinin devletin kurumları ile olan bağlantılarını gözlerin önüne sermiştir. Türkiye yapılan açıklamaların sarsıntısı içinde çalkalanırken, dünya da gerçeklerin gün ışığına kavuşmasını dikkatle izlemiştir. Ötedenberi uyuşturucu trafiğinde, bu tür "ilintiler"den kuşkulanan yabancı ülkeler, bu konudaki değerlendirmelerini bu kez, Susurluk olayının yüzeye çıkardığı gerçeklerle birleştirmekte gecikmemiştir. Nitekim Avrupa'da yayınlanan raporlarda, uyuşturucu trafiğindeki "devlet - mafya ilintisi"ne dair iddialar, şimdi Susurluk olayı referans olarak gösterilerek ortaya atılıyor.
Böylece Susurluk skandalının Türkiye'nin uluslararası itibarı ve dış politikası üzerindeki olumsuz etkileri artık açıkça kendisini belli etmeye başlıyor.
* * *
TÜRKİYE'nin hedef olduğu bu karalama kampanyası karşısında Türk diplomasisinin yapabileceği şey, sınırlıdır.
Ankara, olsa olsa diplomatik yoldan, suçlamaları yapan ülkelere bilgi verebilir, uyarıda bulunabilir, iddiaların kanıtlarını açıklamasını isteyebilir. Ayrıca Türk diplomasisi, Türkiye'nin yıllardan beri uyuşturucu ile mücadelede önemli bir rol üstlendiğini, ABD ve Avrupa ülkeleri ile bu alanda çok sıkı işbirliğine giriştiğini, bu sayede de bazı olumlu sonuçlar alındığını anlatabilir.
Ama iş bununla bitmez. Türkiye'nin devlet olarak tüm kurumları ile (Meclisinden güvenlik servislerine, basınından sivil toplum örgütlerine kadar) bu meseleye ciddi şekilde el atması şarttır.
Suçlamaları yöneltenlere kızıp onlara sövmek, "onlar olmasa da bizim başka seçeneklerimiz var... Onlar kaybederler..." gibi duygusal tepkilerle karşılık vermek, bir şey kazandırmaz. Elbet, haysiyet kırıcı söz ve davranışlara cevap verilmeli, hatta gerekirse bu tepkiyi hissettirecek önlemler de alınmalı. Ama her şeyden önce yapılması gereken, bu iddiaların üstüne gitmektir.
Türkiye kendi bünyesindeki temizliği hızla gerçekleştirdiği oranda bu tür dış kaynaklı iddia ve suçlamalardan kurtulacaktır. Aslında, devleti kendisine siper alan (veya bir nevi tezgah olarak kullanan) birkaç kişinin, tüm Türkiye'yi töhmet altında bırakmasına ve saygınlığının, güvenirliliğinin içte olduğu kadar dışta da gölgelenmesine, izin verilmemelidir.
Bu günümüzde her Türk'ün başlıca yurttaşlık görevi haline gelmiş bulunuyor.