Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       ATATÜRK Cumhuriyet'in temellerini atarken vizyonu, çağdaş uygarlık düzeyine hızla ulaşacak, ulusunu refah ve huzura kavuşturacak bir Türkiye kurmaktı. Bu hedefe varmak için Türkiye'nin eski düşmanları dahil, komşuları ve tüm dünya ile barışık olması, kendi deyimi ile "herkesle dostça münasebetler tesis etmesi" gerekiyordu.
Cumhuriyet'in ilk yıllarından itibaren günümüze dek, tüm dönemlerde, Atatürk'ün bu düşüncesi, dış politikaya egemen olmuştur.
İlk dönem, Cumhuriyet'in ilk yapılanma yıllarıdır. Savaştan yeni çıkan Türkiye, daha o yıllarda komşuları ile iyi ilişkiler kurmuştur. 1925'te Sovyetler Birliği ile imzalanan "saldırmazlık ve işbirliği antlaşması", daha o zaman Ankara'nın bölgede bir denge politikası izlemek arzusunu ortaya koymuştur. 1934'te Balkan Paktı'nın, 1937'de de Sadabad Paktı'nın imzalanmasında Atatürk'ün oynadığı aktif rol, "bölge ağırlıklı dış politika"nın ilk işaretlerini vermiştir.
Atatürk uluslararası dostluk ve işbirliği yönünde girişimlerde bulunurken, dünya kaynıyordu. Sovyetler Birliği'nde komünizmin yerleşmesinin ardından Avrupa'da Nazi ve faşist eğilimler güç kazanıyordu. Yer yer ideolojiye dayalı diktatörlüklerin doğması ile birlikte, yeni çatışmaların ve yeni bir dünya savaşının tohumları ekiliyordu. Ankara ise, bir yandan ekonomik kalkınmasını sürdürürken, bir yandan da dengeli ve pragmatik dış politikasını sürdürüyordu...
* * *
TÜRKİYE, dış politikasındaki ikinci döneme, (yani İkinci Dünya Savaşı dönemine) bu tavrını koruyarak girdi. Tam savaş öncesinde vefat eden Atatürk'ün görevini devralan İsmet İnönü, 1939'da İngiltere ve Fransa ile bir "üçlü ittifak" imzaladı. Ardından savaşın dışında kalmasını (tarafsız bir politika izlemesini) sağlayacak olan Almanya ile Saldırmazlık Paktı'nı da, 1941'de gerçekleştirdi.
Türkiye'nin o dönemde, özellikle hassas coğrafik konumu nedeni ile, sınırlarına kadar dayanan Almanlar ile müttefikler arasında bir denge politikası gütmesi ve her iki tarafın baskılarına karşı koyabilmesi, ancak İnönü'nün "ince diplomasi"si ile mümkün oldu. Bu sayede Türkiye, birçok komşusu gibi ağır kayıplara uğramadan, harabeye dönmeden, bu badireyi atlatabilirdi. Ve de, savaşın son aşamasında aldığı tavırla (yani müttefiklere katılmak suretiyle), yeni siyasal oluşumlarda ve uluslararası platformda yerini aldı. 1945'te BM'nin "kurucu üyeleri" arasında yer alması gibi...
Türk dış politikasında üçüncü dönem, 1947'de Soğuk Savaşla birlikte başlar. Moskova'nın toprak talepleri karşısında Ankara muhtaç olduğu maddi ve manevi desteği Batı'dan görür. Türkiye o tarihten itibaren (Truman Doktrini ile) ABD'nin müttefikidir. 1952'de de NATO üyesidir.
Soğuk Savaş yıllarında Türk dış politikası, o zamanki konjonktürün doğal sonucu olarak, Batı'ya "endekse" olmuştur. Bazen (Menderes döneminde) bu tavır gözü kapalı olarak ölçüyü kaçırmıştır; bazen de (1970'lerde) içerde Amerikan aleyhtarlığına yol açmıştır. Bununla beraber, Türk diplomasisi bu zor dönemde de (Doğu - Batı ilişkilerinde ve bölge siyasetinde) kantarın ucunu kaçırmadan, kendi güvenlik ve stratejik çıkarlarını korumaya çalışmıştır.
* * *
SOĞUK Savaşın sona ermesinden sonra, Türk dış politikası dördüncü dönemde yeni fırsatlar ile birlikte yeni sorunlar ile karşı karşıya kalmıştır.
Başta sanıldığının aksine, 1990'larda Türkiye'nin jeostratejik konumu daha değer kazanmış, Ankara dünyanın bu bölgesinde daha aktif bir rol oynamaya başlamıştır. Bu, başta "Adriyatik'ten Urallar'a kadar" gibi sloganlarla abartılmış, yanlış beklentiler - ve dışarda yanlış izlenimler - yaratılmıştır. Ama, zaman zaman politikacıların hatalı söz ve davranışlarına rağmen, Türk diplomasisi, gene de dengeli, pragmatik tutumunu sürdürmüştür. Türkiye Balkanlar'da, Ortadoğu'da, Kafkasya'da ve Orta Asya'da etkinliğini hissettiren bir ülke olmuştur.
Ancak, bu dönemde Türkiye eskilerine ilaveten (Kıbrıs ve Ege gibi) yeni sorunlarla karşı karşıya gelmiştir. Bunların bir kısmı, Irak, İran, Suriye gibi komşuları ile çıkar çatışmasından, bir kısmı da dost ülkelerle dahi PKK sorununun uzantılarından ileri geliyor.
Dün de belirttiğimiz gibi, bu dönemde uygulamada bazı yanlışlar ve veya yetersizlikler olabilir. Sorunlar zaman zaman sürtüşmeler, gerginlikler yaratabilir. Her zaman istenilen sonuç alınmayabilir. Ama önemli olan, Türk dış politikasının gene aynı esasları ve hedefleri korumasıdır. Yani akılcı, gerçekçi, pragmatik çizgisinden sapmamasıdır.
Dünden bugüne değişmeyen budur.




Yazara E-Posta: S.Kohen@milliyet.com.tr