Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Sami KOHEN

ÜST düzeydeki resmi ağızlar "aramızda görüş ayrılığı yok" diyedursun, gerçek şudur ki, Koalisyon ortakları Körfez krizine farklı bakıyor.
Bu farklılık iktidar ortakları arasında ciddi bir uyuşmazlık yaratmıyor. Bu aşamada, izlenen politikayı da aksatmıyor.
Başbakan Yılmaz'a yakın bir kaynağın ifadesi ile "Mesut Bey, başkalarının farklı biçimde konuşmasına izin verir, ama son sözü de kendisi söyler"...
Nitekim son günlerde olan da budur.
Başbakan Yardımcısı Ecevit kah bu sıfatla, kah DSP lideri olarak, "farklı" görüşler ortaya koydu. Konuşmalarında daha çok ABD'yi hedef aldı, onu eleştirdi veya suçladı. Saddam'ın politikası, hataları ve krizdeki sorumluluğu üzerinde pek durmadı. Türkiye'yi de bu olayda ABD ile karşı karşıya getirdi...
Başbakan Yılmaz ise, son demeçlerinde, Saddam'ın davranışlarını, Irak'taki kitle imha silahlarının Türkiye için oluşturduğu tehdidi ve bu sorunun çözümünde Türkiye'nin oynayabileceği rolü ön plana çıkardı.
Bu çizgi, diğer Koalisyon ortağının, hatta Genelkurmay ve Çankaya'nın görüşleri doğrultusunda...
* * *
BÜTÜN mesele, Ankara'nın Körfez'deki son gelişmeler karşısında oluşturmaya çalıştığı yeni politikaya, hangi tavrın hakim olacağıdır.
Geçen hafta sonu, Ankara'da izlenmek istenen politikayı "aktif tarafsızlık" diye nitelendirenler vardı. Şimdi ise buna, - ABD lehinde - "pasif destek" deniyor!
Diğer bir deyişle, ibre son olarak ABD yönünde kaymış görünüyor.
Bunun da iki nedeni var: Birincisi, Türkiye'nin gerçekten "aktif" bir girişimle, sıcak bir çatışmayı önlemek istiyorsa, öncelikle Saddam'ı BM kararlarına şartsız uymaya ikna etmesi gerektiğinin anlaşılmasıdır. Aksi halde ABD vuracak. Ve onu ne Türkiye, ne bir başkası durdurabilecek... Dolayısı ile Dışişleri Bakanı Cem'in Bağdat misyonunun birinci maddesi de, Saddam'a bu mesajı iletmek olmuştur.
İkinci neden, Türkiye'nin bu krizde ABD'yi karşısına almasının kendi çıkarlarına zarar vereceği düşüncesidir. Ankara, Saddam'a meyleden bir tavırla, bölgesel ve global politikasını başarılı şekilde yürütemez. ABD'nin bir dizi konuda (Kuzey Irak operasyonları, AB'ye üyelik başvurusu, Bakü - Ceyhan boru hattı, Ege'deki denge, PKK terörü, mali yardımlar gibi) sağladığı destek, Türkiye için çok önemlidir. ANAP milletvekili Bülent Akarcalı'nın deyişi ile "bu stratejik işbirliğini hasara uğratacak davranışlardan" sakınmak gerekir.
Türk diplomasisi bir kez daha hassas dengeleri korumak gibi zor bir durumla karşı karşıya bulunuyor. Konuşmalarda farklılıklar olsa dahi, politika gene de gerçekçi ve pragmatik çizgisini koruyabiliyor...

TÜRKİYE'de dikkatler Körfez krizi üzerinde toplanmışken, yanıbaşımızda - bu kez Kafkasya'da - bir çıban başı daha patlak vermiş bulunuyor.
Ermenistan'da, siyasal çekişmeler sonucunda Cumhurbaşkanı Ter - Petrosyan'ın çekilmek zorunda kalması, onun yerine Başbakan Koçaryan'ın yönetimi ele geçirmesi, ilk bakışta bu ülkenin bir "iç sorunu" olarak görünebilir.
Ancak olay, bir süredir devam eden bir post kavgasından - ve bir liderin gidip diğerinin gelmesinden - ibaret değil. Değişen sadece kişiler değil, politikalardır.
Ter - Petrosyan'ın savunduğu görüş, ülkenin huzura kavuşması ve ekonomisini geliştirmesi için, Dağlık Karabağ sorununu Azerbaycan'la uzlaşarak çözümlemesi ve Türkiye ile iyi ilişkiler kurması gerektiğidir. Ter - Petrosyan bu amaçla AGİT "Minsk Grubu"nun (Ermeni güçlerinin Azerbaycan'dan çekilmesini öngören) barış planını kabul ediyor. Daha önce "Dağlık Karabağ Başkanı" olan ve geçen yıl Erivan'da Başbakanlığa getirilen Koçaryan ise Minsk planına karşı çıkıyor, Karabağ'ın bağımsızlığını savunuyor ve dış ilişkilerde koyu milliyetçi bir tavır takınıyor.
Ter - Petrosyan'ın istifası ile sonuçlanan kavganın nedeni işte bu temel görüş ayrılığıdır.
* * *
ŞİMDİ ne olacak? İlk bakışta ılımlı ve gerçekçi Ter - Petrosyan'ın yerine "şahinler"in gelmesi, kaygı vericidir. Dizginleri ele alan Koçaryan'ın sert tutumunun barış planını ve uzlaşma şanslarını ortadan kaldırması ve bölgede gerginliğe yol açması tehlikesi vardır.
Koçaryan'ın geçmişteki (ve hatta önceki günkü) demeçlerinden Türkiye'ye karşı daha katı bir tavır sergileyeceği sonucu çıkarılabilir. Kuşkusuz bunun doğrululuk derecesini anlamak için Mart'ta yapılacak seçimleri beklemek ve bu arada geçici yönetimin davranışlarını izlemek lazım.
Ama şu muhakkak ki, işler yoluna girer gibi görünürken Erivan'da meydana gelen değişiklik, pek hayıra alamet değil...



Yazara EmailS.Kohen@milliyet.com.tr