Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül’ün Paris ziyareti, geçen temmuzda başlayan, fakat şimdiye kadar silik geçen “Türk Mevsimi“ne bir canlılık getirdi.
Gül’ün bu ziyaretini, Türkiye’yi Fransızlara tanıtmayı amaçlayan ve önümüzdeki mart ayına kadar sürecek olan “mevsim” kapsamında gerçekleştirmekte olduğunu hatırlatalım. Yani bu, Fransa’ya yapılan “resmi bir ziyaret“ değil. Ancak Gül’ü bu etkinliklere katılması ve bu arada ünlü “Grand Palais”de düzenlenen “Bizans’tan İstanbul’a” sergisini açması için “resmen” davet eden de Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’dir...
Dolayısıyla bu Paris seyahati, “hem ziyaret, hem ticaret“ kabilinden, Cumhurbaşkanımıza ve yanındaki heyete hem Türkiye’yi tanıtma operasyonuna ivme kazandırma hem de Fransız liderleriyle görüşme olanağını veriyor.
Tanıtma bağlamında, Gül’ün gezisi Eyfel Kulesi’nin kırmızı-beyaz renklerle ışıklandırılmasından “Le Monde”un 8 sayfalık bir Türkiye eki yayımlamasına kadar, bir hareketlilik yarattı. Ayrıca Fransa’nın kalburüstü aydınları, işadamları ve kanaat önderleriyle temas imkânını sağladı.
Bunlar, Fransa’da daha olumlu bir Türkiye imajı yaratma kampanyasına güç kazandıran gelişmeler.
Ama bu ziyaret asıl Sarkozy ile buluşma ve ciddi görüşmeler yapma fırsatını vermesi bakımından ayrı bir anlam taşıyor. Bugün iki cumhurbaşkanının sergiyi birlikte açtıktan sonra bir çalışma yemeğinde bir araya gelmeleri, son zamanlarda üst düzey temasların sık yapılamadığı bir ortamda, gerçekten önemli bir gelişme.

Ya ilgisiz, ya karşı...
TÜRKİYE ile Fransa arasında ta 16. yüzyıla dayanan köklü bağlar olduğu halde, son yıllarda eski dostluk havası bozulmuş, ilişkiler adeta donmuştur.
Bu hem kamuoyunun tutumundan hem de resmi politikalardan kaynaklanıyor.
Fransız kamuoyu -bizzat Fransız analistlerin belirttiği gibi- Türkiye’yi ya tanımıyor veya yanlış tanıyor. Kuşkusuz bu arada Türkiye’yi iyi bilenler (özellikle aydınlar) ve Türkiye’ye turist olarak gelmek fırsatını bulanlar, modern Türkiye’ye sempati besliyor.
Bu bakımdan Türkiye’yi tanıtmaya yönelik olarak hayata geçirilen “Türk Mevsimi” kampanyası çok şeyi düzeltebilir veya değiştirebilir.
Ancak bu iş bir “mevsim” ile de bitmez. Bu çabaların yoğun bir şekilde sürdürülmesi şart. Buna mümkün olduğu kadar Fransızların da aktif katılımını sağlamak gerek.
Bunun hiç de kolay bir misyon olmadığını belirtmeye gerek yok. Çünkü her nedense Fransızların çoğu, Türkiye’ye karşı ya ilgisiz ya da karşı. Şu sırada geniş bir kesimi Türkiye’nin AB içinde yer almasına karşı. Ayrıca Fransızların öteden beri Kıbrıs sorunu nedeniyle Rumlara, Ermeni soykırımı konusunda Ermenilere, Kürt meselesinde Kürt milliyetçilerine (ve hatta PKK’ya) sempatileri var.
Garip görünebilir ama iki ülke arasında bu kadar köklü ilişkiler ve yakınlık varken, Fransızların diğer Avrupa ülkelerine oranla Türkiye’ye karşı daha katı bir tavır takındıkları açık.

Sarko buna ne der?
CUMHURBAŞKANI Sarkozy, popülist bir yaklaşımla, özellikle Türkiye’nin AB üyeliği konusunda bilinen karşı tutumunu sürdürüyor.
Onun görüşünü değiştirmek -ya da yumuşatmak- da çok zor.
Gül bugün Sarkozy ile görüşmesinde böyle zor (veya belki imkânsız) bir misyonu yerine getirmeye çalışacak.
Ziyaret öncesinde verdiği demeçlere bakılırsa, ileteceği mesaj şu: AB ile müzakere sürecine köstek olmayın. Bırakın görüşmeler devam etsin. Biz bu arada reformları yapacağız. Sürecin sonunda, kararınızı verirsiniz, referandum da yaparsınız... O zaman biz de kararımızı veririz. Belki -Norveç gibi- üyelikten vazgeçeriz. İyisi mi, şimdi dostluğumuzu bozmayalım, ilişkilerimizi geliştirelim.
Bakalım Sarko buna ne diyecek?