Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Türkiye ile ABD arasındaki son temaslar sürecinde bir şey belli oldu: İki ülke arasında, stratejik ortaklık düzeyindeki gelişmiş ilişkilere rağmen, bir güven eksikliği var.
Bunu özellikle halk düzeyinde görmek mümkün. TV ekranlarına yansıyan "sokak röportajlarında" çoğu vatandaşın söyledikleri, açıkça bu güven bunalımını ortaya koyuyor. Gene TV ve radyolarda düzenlenen açık oturumlarda da çoğu akademisyen, emekli diplomat ve askerin de, açıkça ABD’nin şu sırada izlediği politikalara kuşku, hatta kaygı ile baktıkları gözleniyor.
Irak’a karşı olası ABD harekatı bağlamında son günlerde yapılan müzakerelerde de, bir ölçüde bu güven eksikliğinin belirtileri görüldü. Görüşmelerin sadece mali değil, siyasi ve askeri boyutları ile ilgili bölümlerinde de, zaman zaman rastlanan pürüzlerin veya engellerin nedeni budur.
***
BU güvensizliği "sokaktaki adam" dobra dobra dile getiriyor: Kimi "ABD bize Körfez Savaşı’nda kazık attı, yardım sözünü yerine getirmedi, sonunda biz zararlı çıktık" diyor... Kimi "ABD el altından sağladığı destekle, Kuzey Irak’ta bir Kürt varlığının oluşmasına göz yumdu" şeklinde konuşuyor ve soruyor: "Ne malum ki şimdi de ABD Kürtlere yardım etmeyecek ve sonunda bağımsız bir Kürt devleti kurulmayacak?.." Kimi de, "ABD dünya hakimiyeti peşinde. Hukuk falan dinlemiyor. Başkalarını - bu arada Türkiye’yi de - kendi çıkarlarına alet etmeye bakıyor" diyor...
Halk arasında ABD’ye karşı duyulan bu güvensizliğin, hatta kuşkunun çeşitli nedenleri var tabii. Olayı sadece basit bir "Amerikan aleyhtarlığı" olarak görmemek lazım. Kuşkusuz ideolojik, kültürel, dinsel, vs. sebeplerden ötürü ABD’den hiç hoşlanmayan, hatta ondan nefret edenler vardır (her ülkede olduğu gibi) ve bunlar şimdi Bush’un Irak politikasını, bu duygularını yansıtmak için bir fırsat olarak kullanmaktadır.
Ancak sıradan "Amerikan karşıtı" olmayan birçok kimse de, çeşitli nedenlerden, ABD’ye karşı şüpheler ve endişeler duymaktadır. Geçmişte Türkiye’nin beklediklerini bulamaması, ABD’nin bencil davranışları, Bush yönetiminin "hegemonik" emelleri, son olarak Washington’un Irak konusunda Türkiye’yi ağır baskı altında tutması, bu nedenler arasında sayılabilir. Bunlara ilaveten güvensizliğin en önemli boyutlarından biri de, ABD’nin Kürtlere destek olduğu yönündeki (doğru veya yanlış) izlenimdir.
***
HALK arasındaki bu duygular, Türkiye’nin politikasını oluşturan ve yürüten resmi çevreler tarafından aynı şekilde ve ölçüde paylaşılmıyor olabilir. Sorumlu mevkideki yetkililer, hem daha sağlıklı bilgi sahibi olabiliyorlar, hem de uluslararası ilişkilerin gerçeklerini ve gereklerini çok daha iyi biliyorlar.
Bununla beraber, son müzakerelerde tam bir güvenin hakim olmadığı da hissedilmedi değil. Örneğin ekonomik yardım konusunda Türk tarafı (geçmiş deneyimlerin ışığında) ABD’den yazılı olarak bağlayıcı, resmi bir taahhütname ("Memorandum of Understanding") istiyor. Yani sadece yönetimin vaatlerine güvenmiyor... Aynı şekilde, Ankara Kuzey Irak’ın geleceği ve özellikle Kürtlerin statüsü ile ilgili mutabakatın da, çok açık - ve yazılı - angajmanlar içermesinde ısrar ediyor. Yani bu konuda da sadece bir söz ile yetinmiyor...
Bunu da yadırgamamak lazım. İş hayatında olduğu gibi, uluslararası ilişkilerde de dostlar, hatta ortaklar arasında ileride "kazık yememek" için, karşılıklı çıkarlara ilişkin mutabakatları "sağlam kazığa bağlamaköta yarar vardır...