Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı



HERKES memnun... Türkiye, Yunanistan, Kıbrıs Rum yönetimi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Avrupa Konseyi, yedi yıldır süregelen "Loizidu davası"nın nihayet bir sonuca bağlanmasını, kendi açılarından tatmin edici buluyor. Ve hepsi varılan karardan kendi hesaplarına bir başarı payı çıkarıyor...
Türkiye'nin memnun olmasının nedeni, tamamen aleyhindeki bir durumu en azından kabul edilebilir hale sokmayı başarmasıdır. Evet, Türkiye Bayan Titina Loizidu'ya 1.1 milyon euro tazminat ödedi ama, karşılığında bazı önemli siyasal kazanımlar elde etti: Örneğin, Avrupa Konseyi'nin denetiminden kurtuldu, Avrupa Mahkemesi'ne Kuzey Kıbrıs'taki mülk iadesi sorununun 2005'ten önce ele alınmasının yolunu kesti, Loizidu davasının benzer Rum talepleri için bir emsal oluşturmayacağına ilişkin beyanını tescil ettirdi...
İşi tersinden alırsak, eğer Türkiye "ben tazminat ödemem, ne yaparsanız yapın" diye dayatsaydı, bunun ters sonuçlarına katlanmak zorunda kalırdı. Ankara'nın böyle bir tavır takınması, onu Avrupa'dan (AK'den, AB'den) uzaklaştırır ve izole olmasına yol açardı. Böylece Kıbrıs Rumlarının ve Yunanlıların istediği şey olurdu...
***
KIBRIS Rumları şimdi Strasbourg'da alınan kararın daha çok simgesel yönünden memnunlar. Kuşkusuz Bayan Loizidu'nun büyük sevinci, 1.1 milyon dolar gibi yüklü bir paraya konması! Ama Rum yönetimi bu vesile ile, Türkiye'nin "işgal"i ve bundan doğan "sorumluluğu" kabul etmiş olduğunu vurguluyor. Ayrıca "emsal" konusunda, "haklarını mahfuz tuttuklarını" öne sürüyor.
Her ne kadar mahkeme kararı Türkiye'nin beyanını dikkate alıyorsa da, Rumlar isterlerse, bunun "hukuken bağlayıcı olmadığını" öne sürüp, yeni girişimlerde bulunabilirler. Tabii böyle bir durumun ortaya çıkmamasının en iyi yolu, Kıbrıs sorununun bir an önce çözümlenmesidir. O zaman çözüm çerçevesinde mal - mülk, tazminat gibi konular yeni bir anlayışla halledilebilecektir.
***
NİHAYET bu sonuçtan en çok memnun olan da, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Avrupa Konseyi'dir. Eğer böyle bir uzlaşma gerçekleşmeseydi, Mahkeme ve Konsey zor duruma düşecek, Türkiye'ye karşı bazı yaptırımlar uygulamaya kalkışacak ve kendisini gergin bir ortamın içinde bulacaktı.
Türk diplomasisinin ürettiği formül, bir bakıma Mahkeme'nin de itibarını kurtardı. Strasbourg sonunda rahat bir nefes aldı. Tabii AB'nin başkenti Brüksel de...
Ancak açıkçası AB'nin son günlerde Kıbrıs konusunda sergilediği tavır, bu "karşılıklı anlayış ruhu"na ters düşüyor. Hele önceki gün Günter Verheugen'in konuşması, doğrusu akılsızlığın ve sorumsuzluğun açık örneği... Verheugen ve diğer Batılı yetkililer bu tür müdahalelerinin, KKTC'deki seçimler üzerinde beklentilerinin tam aksi bir etki yapacağını hala fark edemiyorlar mı?
AB yöneticileri böyle çıkışlar yapacaklarına, Papadopulos ve Klerides'in son "itirafları" üzerinde durup, kendi hatalarını saptasalar daha iyi olur. İki liderin söyledikleri, AB üyeliğini koparmak için, (Annan planına karşı oldukları halde, kabul ediyorlar gibi görünmekle) AB'yi nasıl aldattıklarının resmidir!
Acaba o zaman Denktaş masaya otursaydı (keşke) ve Rumlar "hayır" deseydi, Verheugen ve diğer AB yöneticileri onlara karşı bugün Türk tarafına karşı yaptıkları gibi mi davranacaklardı?