İÇ sorunların yarattığı karamsarlık, zaman zaman dış politikaya da yansıyor. Türkiye'nin uluslararası alanda karşılaştığı sıkıntılar ön plana çıkıyor ve açıkçası moral bozuyor.
Bu arada iyi gelişmeler de olmuyor değil. Bu tür olaylar Türkiye'nin, herşeye rağmen, bölge ve dünya politikasında önemini koruduğunu, etkinliğini sürdürdüğünü gösteriyor.
Okuyucularımız, bizim bu sütunda objektif ölçülerle, dış politikadaki gelişmelerin her iki yönünü değerlendirmeye çalıştığımızı bilirler. Gerçekleri - hoşumuza gitmediği zaman da - soğukkanlılıkla analiz etmek, herhalde "hezimete uğradık, yandık mahvolduk" demekten daha yararlıdır... Çoğu zaman, gerçeklerin bir de "öbür yüzü" vardır. Bunu görmezlikten gelmemeli, bunun başarılı ve cesaret verici bir yanı varsa, işin bu yönü de dikkate alınmalıdır. Bunu yaparken, sonucu "büyük bir zafer" olarak abartmaya da gerek yoktur...
Dış politikada - diğer alanlarda da olduğu gibi - herşey her zaman kesin çizgilerle "siyah" veya "beyaz" olarak ayrılamaz. Kuşkusuz, bir takım olumsuzluklar vardır. Ama herşey kapkara da değildir. İyi şeyler de olabiliyor. Hem de, içte büyük sıkıntıların - hatta kargaşanın - yaşandığı dönemlerde bile!..
* * *
DÜN İstanbul'un Boğaz kıyılarında, tarihi bir köşkte uluslararası bir örgütün daimi merkezinin açılışı yapıldı. Münşir Fuat Paşa Kasrı, artık Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİ) örgütünün karargahı. Yani İstanbul, Arnavutluk'tan Azerbaycan'a, Rusya'dan Moldova'ya kadar uzanan ve 330 milyon insanın yaşadığı geniş bölgede, 11 ülkeyi bir araya getiren önemli bir örgüte yeni mekanında sürekli ev sahipliği yapmayı üstleniyor.
Aslında KEİ bir "Türk kreasyonu"dur. Hatta bunun "fikir babası" da emekli büyükelçi Şükrü Elekdağ'dır. 1990'ların başında zamanın Başbakanı Turgut Özal bu fikre sahip çıkmış, üstünde çalışmış ve sonunda Haziran 1992'de KEİ'nin temelini (gene İstanbul'da) atmıştı.
KEİ o günden bu yana yapılanma sürecinde epey mesafe katetti. Çok yanlı ekonomik ve ticari işbirliği alanında bazı somut adımlar da attı. Dün İstanbul'daki toplantıda da, ikibinli yıllar için tasarlanan "Serbest Ticaret Bölgesi" projesini de benimsedi.
Türkiye KEİ'nin kuruluşunda lokomotif rolünü oynadı. Ne yazık ki, sonraları bu ilgi azaldı. İş sadece örgütle ilgili diplomat ve uzmanlara kaldı. Türkiye nerede ise inisyatifi kaybetmek - veya başkalarına kaptırmak - üzere idi...
Dünkü olay, İstanbul'u yeniden ön plana çıkarttı, KEİ'nin yeni bir dinamizm kazanmasında, Türkiye'nin hala önemli bir rol oynayabileceğini ortaya koydu. Yeter ki, bu ilgi ve kararlılık devam etsin...
* * *
NATO Genel Sekreteri Javier Solana'yı Ankara'daki görüşmelerinde ençok şaşırtan husus kendisini yakından ilgilendiren konuda karşılaştığı tek sesliliktir. Solana, Cumhurbaşkanı'ndan Başbakan'a, Genelkurmay Başkanı'ndan TBMM üyelerine kadar, kiminle görüştü ise hep aynı şeyi duydu: Türkiye prensipte NATO'nun genişlemesine karşı değil. Ama Avrupa, gerek BAB, gerekse AB kapılarını Türkiye'ye kaparsa, o zaman Türkiye de, NATO'ya yeni üyelerin girmesine "evet" demeyecektir. Eğer NATO, "genişleme" politikasını gerçekleştirmek istiyorsa, AB de "genişleme" sürecine Türkiye'yi almak zorundadır...
Tabii Solana'nın ve Batılı ülkelerin dileği, Türkiye'nin NATO'nun genişlemesine engel çıkarmamasıdır. Ama Genel Sekreter, Türkiye tatmin edilmeden bu dileğin gerçekleşmeyeceğini anlamıştır. Nitekim kendisi, AB adına konuşmak yetkisine sahip olmamakla beraber, kardeş örgütün mensuplarına durumu anlatacağını ve onları ikna etmeye çalışacağını söylemiştir.
Roma'da geçen hafta beş AB Dışişleri Bakanı'nın durumu daha iyi sezmesinden sonra, bir yandan ABD'nin, öte yandan NATO yöneticilerinin bu yönde baskı yapması, Türkiye'ye karşı tavrın değişmesi ihtimalini artırıyor. Batılı diplomatlar da, artık "Haziran'da Amsterdam'da yapılacak AB Zirvesi'nde, Türkiye'nin adaylık sürecine alınması mümkün görünüyor" demeye başladılar.
Yeter ki, Türkiye elindeki kartı (lüzumsuz laflar etmeden) soğukkanlı ve ölçülü şekilde oynamaya devam etsin...