Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

TÜRKİYE ile İran arasındaki diplomatik ilişkiler, son sürtüşmelerden sonra, maslahatgüzar düzeyine inmek noktasına gelmiş bulunuyor.
Türkiye'nin, Ankara'daki İran Büyükelçisi Bagheri'nin ve İstanbul'daki Başkonsolosu Raşid'in Tahran'a dönmesini sağladıktan sonra, şimdi de İran hükümeti misillemeye geçerek, Türk hükümetini Tahran'daki Büyükelçimiz Osman Korutürk'ü ve Urumiye'deki başkonsolosumuzu geri çekmeye zorluyor.
Aslında İranlılar, Büyükelçi Bagheri'nin bir süre Tahran'da "istişare" için kaldıktan sonra, Ankara'ya dönmesine izin verilmesi halinde, Türk Büyükelçisi'nin İran'ı terketmesi koşulundan vazgeçebileceği mesajını göndermişti.
Tabii Ankara'nın böyle bir pazarlığa razı olması beklenemezdi. Türkiye'nin bu olumsuz yanıtının üstüne, Genelkurmay 2'nci Başkanı Orgeneral Bir'in Washington'daki konuşması da eklenince, Tahran hırçınlaştı. İran bir yandan General Bir'e olmayacak bir dille saldırırken, bir yandan da Büyükelçi Korutürk'e bir protesto notası vermeye kalkıştı. Bu arada İran basını da Türk diplomatının İran'dan kovulması için bir kampanya başlattı.
İran, zaten misilleme olarak Türk diplomatının gitmesini kararlaştırmıştı. General Bir'in konuşması olmasaydı da, bu karar uygulanacaktı.
Şimdi gelinen noktada iki komşu ülke arasındaki diplomatik ilişkiler daha alt düzeye düşmüş, kriz daha da derinleşmiş oluyor...
* * *
BU olayın, Türk - İran ilişkilerini geliştirmek umudu ile Tahran'a giden Başbakan Erbakan'ın iktidarı sırasında olması, ilginç - ve çelişkili - bir rastlantıdır.
Yıllardır hep söylenir: İran Türkiye için önemli bir ülke. Türkiye'nin önemi de İran için geçerlidir tabii. Ankara ile Tahran arasında birçok alanlarda sıkı bir işbirliği kurulabilir. Bu, iki ulusun da yararına olur.
Ama Türk - İran ilişkilerini böyle bir düzeye çıkarmak bir türlü mümkün olmaz. Şah zamanında da olmadı. Şimdi Rafsancani - ve Erbakan - zamanında da olmuyor...
Neden? Çünkü İranlılarda bir "büyüklük" kompleksi var.
Biz bunu Şah döneminde de gördük. 1960 - 70'li yıllarda Türkiye'nin daha yakın ilişki ve işbirliği önerileri (bu arada petrol ve doğal gaz boru hattı projeleri) Tahran'da bir türlü kabul görmedi. İran hep bölgenin ve İslam dünyasının liderliği hayalini kurdu. Kendi nüfuzunu etrafa yaymak için çalıştı.
Devrim yönetimi de bu politikayı benimsedi ve dine dayalı ideolojisini bir araç olarak kullandı. "İslam devrimi ihraç etme", Tahran'ın yeni stratejisi oldu.
* * *
TÜRKİYE, son zamanlarda İran'la ilişkileri geliştirmek için harcadığı tüm çabaları sırasında, hep aynı sorunla karşılaştı. İran, Türkiye'de Atatürk inkılaplarını, demokratik ve laik anayasal düzenini sanki kendisine rakip gördü. O kadar ki, İran liderleri Ankara'ya geldiklerinde, mutad Anıtkabir ziyaretlerini dahi yapmamakta ısrar ettiler.
İran asıl niyetlerini, Türkiye'de bu düzene karşı çıkan bazı radikal gruplara el altından destekleyerek gösterdi. Bunlar hep devletin elindeki raporlarda tescil edildi ve de İran makamlarına iletildi.
İran'ın Türkiye'ye karşı "dostane olmayan" bir başka tavrı da, PKK ile savaşta işbirliği yapmak konusundaki çekingenliği veya çekimserliğidir. Zaman zaman yapılan toplantılarda verilen sözler tutulmadığı gibi, bazen aldatmacalara dahi gidildi...
* * *
İŞTE General Bir'in söyledikleri bu idi. Ve bu söylenenler daha önce Dışişleri Bakanlığı ve diğer resmi makamlar tarafından da dile getirilmişti.
O halde, İran neden bu kez kıyameti kopardı?
Erzurum'daki Başkonsolos dahil, İranlılar bile bile Türkiye'ye karşı neden bu kadar küstahça davranmaya başladılar?
Nedeni, yukarda belirttiğimiz faktörlerdir. Sonuç ise, şimdi görüldüğü gibi, ilişkilerin soğuk ve gergin bir aşamaya girmesidir...