Sami KOHEN
1998'in dış politikada kolay bir yıl olmayacağını söylemek için falcı olmaya gerek yok. Bu yıl da, 1997'den miras kalan bir dizi sorunun ağır yükünü çekecek. Bu meselelerin halli şansı da doğrusu parlak gözükmüyor.
Türk dış politikasının gündemindeki belli başlı konuları hafta sonunda Dışişleri Bakanı İsmail Cem ile yaptığımız (ve Kürt göçü ile ilgili bölümünü pazar günü naklettiğimiz) "ufuk turu"nda etraflıca ele aldık.
Bakanın AB ile ilişkiler, Kıbrıs sorunu, Türk - Yunan uyuşmazlığı, petrol ve boru hattı pazarlıkları ve Türk - ABD stratejik işbirliği hakkında söyledikleri, Ankara'nın bu konularda aldığı tavra açıklık getirdiği gibi, Türk dış politikasının önümüzdeki dönemde alacağı yönün işaretini de veriyor...
* * *
* AB İLE İLİŞKİLER:
Lüksemburg zirvesinde alınan kararın ve Ankara'nın buna gösterdiği tepkinin ardından merak edilen soru, bundan sonra ne olacağıdır.
Cem'in izahatından anlaşılan şu: Türkiye, AB'nin zirvedeki kararını törpülemesini ve Türkiye'yi "eşit aday" statüsüne almasını bekleyecek. Bu da ancak Haziran'da İngiltere'de yapılacak zirvede mümkün olacak.
Peki o zamana kadar Türkiye herhangi bir inisiyatifte bulunacak mı? Ve de, Haziran zirvesinde Türkiye'nin lehinde yeni bir karar çıkması olası mı?
Bakanın yanıtı: "AB'nin anlaşmalardan doğan yükümlülüklerini yerine getirip getirmeyeceğini, mekanizmaları devreye sokup sokmayacağını göreceğiz... Bu dönemde AB'nin Yunanistan'ın rehinesi durumundan kendisini kurtarıp kurtarmayacağı da anlaşılacak... AB ciddi ise, zirvedeki kararını gözden geçirir. O zaman tıkanıklık aşılır. Aksi halde, tıkanıklık devam eder. Ama bu arada Türkiye, insan hakları ve diğer meselelerde, kendi tedbirlerini alır. Ancak AB'nin koştuğu şartları kabul etmez."
Bu açıklama, Türkiye'nin zirve sonrası aldığı tavırda herhangi bir değişiklik olmayacağını ve inisiyatifi AB'den bekleyeceğini gösteriyor. Ankara'nın istediği olmazsa, fazla manevra kabiliyeti kalmayacak, AB ile Türkiye'nin arası açık kalacaktır...
* * *
* KIBRIS SORUNU:
Son gelişmelerden sonra konfrontasyona doğru gidildiği açık. Bunda tabii AB'nin aldığı tavrın payı büyük.
Cem, bundan sonra çözüm arayışının - Denktaş'ın dediği gibi - "toplumlararası" değil, "devletlerarası" düzeyde yapılması gerektiğini savunuyor.
Ama bu KKTC'nin devlet olarak tanınması koşulunu getiriyor ki, bunun gerçekleşmesi de pek mümkün görünmüyor. Bakanın ifadesince "o zaman kendileri bilirler... Görüşme olmaz. KKTC ve Türkiye yolunda devam eder"...
Bu bizi "entegrasyon" konusuna götürüyor:
Türkiye - KKTC "bütünleşmesi" ne zaman başlayacak? AB ile Güney Kıbrıs arasında üyelik için müzakere sürecinin başlayacağı anda (Nisan'da) mı? Yoksa Türk tarafı, bu sürecin nasıl gelişeceğini mi bekleyecek?
Yanıt, TC - KKTC entegrasyon sürecinin de adım adım aynı tarihte başlayacağıdır. Yani beklemek yok. Türk tarafının atacağı her adım ise, artık "federal çözüm" fikrinin rafa kaldırılmakta olduğu mesajını vermiş olacak. Cem de "federal çözüm umudumuz giderek azalıyor" derken, Türkiye'nin Kıbrıs politikasındaki temel bir yaklaşım değişikliğine işaret etmiş oluyor...
* * *
* BORU HATTI STRATEJİSİ:
Türkiye gerek petrol, gerekse doğal gaz boru hatlarının Ceyhan'a ulaşması için bu yıl büyük bir mücadele verecek.
Bunda ABD'den destek var. Ancak Washington gaz hattının İran'dan geçmesine karşı. Oysa Başbakan Yılmaz böyle bir hat için fizibilite çalışmalarının yapılmasını öngören bir anlaşma imzaladı.
İsmail Cem, Türk - ABD ilişkilerinin "stratejik konularda işbirliği"ne dönüştürülmesine çalışıldığı bir aşamada, "boru hattı sorunu"nun bu çabalara gölge düşürmesi tehlikesini görüyor ve bu nedenle Ankara ile Washington arasında bu alanda da karşılıklı anlayışa ve danışmaya gerek olduğunu belirtiyor.
Bakanın izahatından anladığımız şu:
İran'dan geçecek hattın fizibilitesi yapılsın. Bu arada ABD'nin yeğlediği "Hazar hattı"nın fizibilitesi de ortaya çıksın. O zaman karar verilir.
Belki o zamana kadar stratejiler de netleşir...
Yazara EmailS.Kohen@milliyet.com.tr