Sami KOHEN
AB ile ilişkiler konusunda şimdiye kadar birlik yetkilileri veya üye ülke liderleri ile yapılan görüşmeler için
"sağırlar diyaloğu" terimi kullanıldı. Lüksemburg zirvesinden sonraki dönemde bu tür konuşmalar için - çelişkili de görünse -
"karşılıklı monolog" demek daha doğru olacak galiba!
Fransa Dışişleri Bakanı Hubert Vedrine ile Ankara'da yapılan görüşmeler, işte bu türden bir şey oldu. İki taraf da bilinen görüşleri tekrarladı, aynı pozisyonu korudu.
Özetle Fransız Bakanın söylediği şu: Zirvede alınan kararın, Türkiye'nin lehinde olumlu unsurları var. Bunları elinizin tersi ile itmeyin. Martta yapılacak Avrupa Konferansı'na mutlaka gelin. Fransa'nın ısrarı ile oluşturulan bu forumun dışında kalmayın. Zirve kararının içeriği de böylece düzeltilebilir...
Türk tarafının buna tepkisi de şöyle: Zirveden sonra ilan edilen Türk pozisyonu böyle kalacak. Türkiye'yi eşit aday olarak kabul etmeyen herhangi bir yaklaşım kabul edilemez. Avrupa Konferansı'na da bu şartlarla katılamayız. Siz kararınızı gözden geçirin, tutumunuzu değiştirin...
* * *
BU aşamada görünürde değişiklik yönünde en ufak bir belirti yok. Aksine AB ile Türkiye arasında soğukluk artıyor.
Türkiye hakkında geçen hafta kırıcı bir demeç veren İngiliz Dışişleri Bakanı Robin Cook'tan sonra, Başbakan Tony Blair'in önceki günkü konuşması, dönem başkanı olan İngiltere'nin Lüksemburg zirvesinin kararı üzerinde pek oynamak niyetinde olmadığını ortaya koydu. Blair, Türkiye hakkındaki övücü sözlerinin ardından, Türk hükümetinin kararını yeniden gözden geçirmesi gerektiği mesajını verdi.
Blair ile aynı basın toplantısında konuşan AB Komisyonu Başkanı Jacques Santer de zirve kararının Türkiye lehinde olduğunu vurguladıktan sonra, Ankara'ya Avrupa Konferansı'na katılması çağrısında bulundu.
Bütün bu konuşmalardan ve Ankara'nın tepkisinden çıkan sonuç şu:
İki taraf da bildiğini okuyor, monoloğunu sürdürüyor. Bu gidişle bu dönemde de benimsenen pozisyonlarda bir değişiklik beklemek mümkün değil. Dolayısı ile 10 Mart'ta yapılacak Avrupa Konferansı'na Türkiye'nin katılması olasılığı da yok gibi.
Türkiye (karar veren makamların dışında)
bunu, lehteki ve aleyhteki noktaları ile doğru dürüst tartıştı mı? Hayır! Hafta içinde Meclis'teki özel oturumdan beklediğimiz şey buydu.
Ne yazık ki, boş salonda yapılan sıradan konuşmalardan bir şey çıkmadı. Pardon, sonunda sadece kavga çıktı!..
İRAN Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, mutad basma - kalıp lafların dışında, şaşırtıcı şeyler söyledi. Örneğin devrimden sonra ABD Elçiliği'nin basılmasından üzüntü duyduğunu, Amerikan aleyhtarı gösterilerde ABD bayrağının yakılmasını onaylamadığını açıkladı. Amerikan halkını ve benimsediği manevi değerleri takdir ettiğini belirtti. Ve de, "iki halk arasında" (şimdilik hükümetler arasında olmasa da) diyalog önerisinde bulundu...
Washington, modern diplomasinin etkin aracı haline gelen CNN ile ulaştırılan bu mesajı enine boyuna değerlendiriyordur. Sözcünün ilk tepkisi, memnunluk ifadesi oldu. Ancak ABD Yönetimi diyaloğun halklar değil, hükümetler arasında yapılması gerektiğini anımsattı.
Bu daha zor tabii. Ama ilerde gerçekleşebilir. Hatemi'nin sözleri hiç olmazsa bir başlangıç sayılır.
* * *
TÜRKİYE açısından bu gelişme çok önemli. Bunu iki noktada özetleyebiliriz:
1) ABD - İran ilişkilerinin düzelmesi, Türkiye'yi de rahatlatır. Bu takdirde Türkiye - İran yakınlaşması - ve bu arada doğal gaz boru hattının gerçekleşmesi - kolaylaşır. Gerçi bu aşamada ABD henüz İran'a karşı ambargoyu kaldırmak ve "çifte çevreleme" (dual containment) stratejisini değiştirmek niyetinde değil. Ama Hatemi'nin tutumundan cesaretlenen birçok Amerikalı, bunun ilerde gerçekleşebileceğini düşünüyor.
2) İran, ABD ile ilişkilerini düzeltirse, petrol ve gaz boru hatlarını kendi topraklarına çekebilir. İran'ın gönlünde yatan, bu hatların direkt olarak Körfez'e ulaştırılmasıdır.
Dev petrol şirketleri bu kestirme ve ekonomik yolu Bakü - Ceyhan hattına tercih edebilir. O zaman İran'ı karşımızda rakip olarak görebiliriz!
Fikir egzersizi kabilinden de olsa, bunları şimdiden düşünmekte yarar var...
Yazara EmailS.Kohen@milliyet.com.tr