TÜRKİYE'nin dış politikadaki öncelikleri (Irak, Avrupa Birliği, ABD ile ilişkiler, Kıbrıs sorunu), diğer önemli "dünya olayları"na gereken ilginin gösterilmesine fırsat bırakmıyor. Oysa, bu olaylar da, bizden uzak bölgelerde değil, aksine içinde bulunduğumuz coğrafyada cereyan ediyor. Örneğin Ortadoğu'da ve Kafkasya'da...
Ortadoğu'daki çatışma, şiddet ve istikrarsızlık dalgası giderek çok geniş alana yayılıyor. Filistin ve Irak başlıca odak noktaları olarak kalmakla beraber, bu dalga şimdi Suudi Arabistan'ı da kapsıyor.
Isınmaya başlayan diğer hassas bir bölge de Kafkasya. Azerbaycan'ın ardından Gürcistan'daki seçimler, siyasal ve sosyal kaynaşmaya yol açmış bulunuyor. Özellikle Gürcistan'da son kanlı gösteriler, bu ülkeyi - ve bölgeyi - istikrarsızlığın eşiğine getiriyor.
Bir an için Türkiye'nin öncelikli dış sorunlarını bir yana bırakıp gözlerimizi biraz bu iki bölgeye çevirdiğimizde ortaya çıkan tablo, gerçekten kaygı verici. Yani daha basit deyişi ile, biz bir yangın yerinin tam ortasında yaşıyoruz!
* * *
RİYAD'da daha çok Arap kökenli ailelerin oturduğu bir siteye karşı düzenlenen son intihar saldırısı, (hem de tam Ramazan ayında) Suudi Arabistan'da terörün giderek tırmanmakta olduğunu gözlerin önüne serdi. Geçen mayısta 35 kişinin ölümüne yol açan benzer bir saldırıdan sonra da "ufak tefek" sayılan bazı eylemler oldu. Örneğin daha geçen hafta Mekke'de 2, Riyad'da bir saldırganın vurulması ile sonuçlanan çatışmalar meydana geldi.
Bu saldırıları kim düzenliyor? Bütün şüpheler "El Kaide" üzerinde toplanmış bulunuyor. Şeyh Abdülaziz el Kasım adındaki bir Suudi "muhalif"in "Le Monde" gazetesine demecinde belirttiği gibi, "El Kaide"nin bu ülkede çeşitli "hücreler" içeren geniş bir örgütü var. Bu "şebeke"nin bir hedefi ABD ise, diğer hedefi de, Suudi kraliyet ailesi ve onun rejimidir.
Aslında ABD, özellikle Irak krizi sırasında Suudi Arabistan'daki üslerini - gelen tepkiler üzerine - kapatmaya karar verdi. Bugün bu ülkedeki Amerikan askeri varlığı sona erme aşamasında. "El Kaide" mensubu veya yandaşı militanlar, bugünkü Suudi rejimini ABD'nin bir kuklası olarak görmeye devam ediyorlar. Ve şiddet eylemlerini - herhalde daha kolay erişilebilen - Suudi veya Arap hedeflerine yöneltirken, rejimi yıpratmayı ve bu şiddet kampanyasını bir "halk ayaklanması"na dönüştürmeyi amaçlıyorlar...
* * *
SUUDİ Arabistan'da kraliyet ailesine ve otoriter rejime karşı olanlar ve ifade özgürlüğünü savunanlar var. Ancak bunların sesi çok cılız çıkıyor.
Ne var ki, veliaht Prens Abdullah son zamanlarda bazı siyasal reformlar (belediye seçimleri gibi) vaat etti. İntihar saldırıları gibi terör eylemlerinin şimdi bu sınırlı "demokratikleşme" sürecini tıkamasından korkuluyor. Nitekim hükümet, son eylemden sonra teröristlere bir "demir yumruk"la karşılık verileceğini ilan etti.
Suudi yönetiminin tam liberalleşme yönünde ilk ürkek adımlarını atarken, terör yüzünden süreci durdurması ve hatta bir U - dönüşü yapması, bu ülkenin siyasal geleceği açısından cesaret kırıcı olur. Ancak daha kötüsü, bu takdirde Suudi Arabistan gibi dünyanın başlıca petrol üreticisinin şiddet ve istikrarsızlığa sürüklenmesidir. Bu, bölgedeki ve dünyadaki siyasal ve ekonomik dengeleri de sarsabilir.
(Yarınki yazıda, Kafkasya'daki durumu ele alacağız.)