Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


İsrail Başbakanı Ehud Barak son seçim konuşmasında şöyle diyordu: "İsrail halkı salı günü uyanacak, kendine gelecek ve nabız yoklamalarına dayanan tahminleri yanlış çıkartacaktır"...
Fazla iyimser bir konuşma! Kamuoyu araştırmalarının yanılma payı ne olursa olsun, Barak ile rakibi Ariel Şaron arasındaki derin uçurumun kapanabileceğine artık kimse ihtimal vermiyor. Aralarındaki fark o kadar büyük ki (yüzde 15 veya üstünde), "kararsızlar"ın önemli bir kesimi son dakikada Barak'a oy verse dahi, Şaron'un zaferini önleyemeyecek gibi görünüyor.
Kısacası İsrail'de bugün yapılacak seçimlerin sonucunu şimdiden kestirmek mümkün. Kestirilmesi zor olan husus, Şaron'un iktidara gelmesi halinde bunun sadece İsrail'in politikasında değil, Ortadoğu'nun geleceği üzerinde köklü değişikliklere yol açıp açmayacağıdır.
* * *
İSRAİL seçimlerinin bütün dünya için önemi, bunun bölge barışı ile yakından ilintili olmasıdır.
Barak
(ve başında bulunduğu İşçi Partisi) ile Şaron (kendi ve Likud Partisi) arasında İsrail'in bir numaralı sorunu olan barış konusunda ideolojik görüş farkları vardır.
Barak başbakan olmadan önce seçmenlere bir barış programı sunmuştu: İsrail Güney Lübnan'dan çekilecek, Filistinlilerle yeni bir yaklaşımla masaya oturacak, hatta Suriye ile de barış sürecini başlatacaktı.
İki yıl önce bu barış perspektifi, İsraillilerin büyük kısmını Barak'a sıcak bir destek vermeye sevk etmişti. Lübnan'dan çekilmenin ardından, özellikle Başkan Clinton'ın çabaları sonucunda Arafat ile gerçekleştirilen müzakereler ve bir ara varıldığı sanılan mutabakat, büyük umutlar yaratmıştı.
Fakat bu gelişmeleri, çok geçmeden bir düş kırıklığı dönemi izledi. Barak'ın ilk kez Kudüs (ve Filistin toprakları) üzerinde verdiği tavizler, İsrail'in geniş bir kesiminde tepki yarattı. Barak biraz duraklayınca bu kez Filistin tarafı ayağa kalktı. İstediğini elde edemeyen ve kendisini aldatılmış hisseden Filistinliler, ikinci intifadayı başlattı. Barak buna çok sert karşılık verince barış umutları uçtu gitti. İsraillilerin bir kısmı bunun faturasını Barak'a çıkarttı. İsrail lideri o eski desteğini yitirdi. Yalnız Likud ve diğer muhalifler değil, hatta ona sempatizan olan çevreler de ona karşı cephe aldı...
Şaron'un kısa sürede halkın önemli kısmının popülaritesini kazanmasında bu faktörlerin önemli payı var. Yani Şaron'un şansı, Barak'a olan desteğin kaybolmaya yüz tutması ile arttı. Şaron değil bir başkası olsaydı (Netanyahu gibi), herhalde sonuç farklı olmayacaktı.
Çünkü olay, İsrail toplumunun (özellikle yeni intifadanın da etkisi ile) radikalleşmesi ve ülkenin güvenliğini koruyacak bir "güçlü lider"e ihtiyaç duymasıdır. Şimdi pek çok İsrailli Şaron'un şahsında bu umudu görüyor...
* * *
ŞARON'un başbakan olması halinde İsrail tamamen bir "güç politikası" mı işleyecek? Yani barış süreci tamamen son mu bulacak ve bölge bir çatışma dönemine mi girecek?
Şimdiden böyle bir felaket senaryosu çizmek doğru değil. Evet, Şaron'un - hele 1982'de Lübnan'daki olaylar nedeni ile yapıştırılan "kasap" etiketi nedeni ile - kötü bir sicile sahip olduğu açık. Başta Kudüs sorunu olmak üzere Filistinlilerle olan çeşitli anlaşmazlıklarda katı bir tutum aldığı da malum. Ama 72 yaşındaki generalin, daha önce örneğin Mısır ile barış, Ürdün ile ilk temaslar gibi aşamalarda oldukça pragmatik davrandığı unutulmamalı. Geçmişte Likud'un liderlerinden - ve eski teröristlerden - Menahem Begin ilk barışı Mısır Başbakanı Enver Sedat ile gerçekleştirmişti. Tarihte bazen barışın "sert liderler" tarafından daha kolay gerçekleştirildiği görülmüştür.
Şaron'dan da böyle bir şey beklenir mi? Belli olmaz. En azından şimdilik işbaşına geldiği takdirde bölgede barış umutlarının hemen yok olmayacağını ümit etmek gerek...